New York ta bir kilisede tiyatro festivali yapılmaktaydı. Seyirciler kilisedeki sıralarda oturmaktaydı. Kilise tamamen seyircilerle dolmuştu.
Oyun başladı. Bütün ışıklar kapandı. Karanlıkta kilisenin çanı üç kere çaldı. Sonra tekrar kilisenin içindeki bütün ışıklar yandı. Ortaya anlatıcı aktör çıktı. Konuşmaya başladı:
Kilisede erkeklerin hepsi ihtiyardı
kadınların değil,
içlerinde büyük memeli kızlar,
ve sarı saçlarına ak düşmemiş anneler vardı.
Maviydi gözleri.
Başları önde,
Kalın, kırmızı ve harap parmaklarına bakıyorlardı.
Terliydiler.
Haşlanmış lahanayla günlük kokuyordu.
Kilisenin kürsüsüne ağır adımlarla gelen rahip rolünü oynayan aktör belirdi.
Rahip:
Avrupa’nın bekâsı,
Avrupa’nın bekâsı için harbediyoruz.
Avrupa milletleri el ele verip
harbediyoruz,
ve mutlak imha edeceğiz
medeniyet için tahripçi bir unsuru.
Rahip vaazını verirken, bir spot ışık kilisede bir heykelin yanında duran köşede sivri sakallı olan aktör şeytanı aydınlattı. Şeytan sadece dinlemekteydi. Rahip devam ediyordu:
Avrupa milletleri el ele verip
harbediyoruz,
ve mutlak imha edeceğiz
medeniyet için tahripçi bir unsuru.»
Şeytan (rolünü oynayan aktör) birden Meryem heykelinin yanından bir adım ileri çıktı. Dinleyenlerin arkasında olduğundan sadece rahip görmekteydi onu. Özel bir spot ışıkla aydınlanan Şeytan, Meryem’in heykelini bir parça yana itti ve havada sihirle efsun alâmetleri daireler çevirip kaldırdı elini rahibe doğru; etsizdi, uzundu bu el. Şeytan, birden bağırdı
Rahip … bırak o kağıdı artık… gerçekleri söyle!
Rahip elindeki kağıdı düşürdü. Şeytan’ın uyarısıyla gerçekleri söylemeye başladı:
Karşı koymak günü geldi en büyük tehlikeye.
Harbediyoruz,
fuhşun bekâsı için,
kerhane kapıları kapanmasın diye.
Ve sen orada, arkada
içinde beyaz entarisinin
bir erkek çocuğu gibi duran,
Rahip, seyircilerden bir kadını gösterdi. Gösterdiği kadın seyircilerin arasına oturan oyuncularımızdan biriydi, ayağa kalktı hemen. Rahip devam ediyordu:
Sen orospu olacaksın kızım.
Sana firengi ve belsoğukluğu verecekler
büyük şehirlerimizden birinde.
Baban dönmeyecek
Yatıyor şimdi yüzükoyun
çok uzak bir toprağın üzerinde.
Şimdi kan içindedir
etli, kalın kulaklar
ve ince kollarının dolandığı boyun.
Yattığı yerde yalnız değil.
Hareketsiz duran tanklarla, terk edilmiş toplar sahada.
Kendi sesinden ürken Rahip sustu. Arkadaki beyaz entarili oyuncu kız ağlıyordu. Sivri sakalını kaşıdı Şeytan, Rahip’e:
Devam et konuşmaya…
Rahip:
Harbediyoruz:
pazar ve mal nizamını bekâsı için.
Kömür, lâstik ve kereste,
ve kendi değerinden fazla yaratan işgücü
satılmalıdır.
Patiska, benzin
buğday, patates, domuz eti
ve taze gümrah bir sesin içindeki cennet
satılmalıdır.
Güneşli bahçesi ve resimli kitapları çocukluğun
ve ihtiyarlığın emniyeti
satılmalıdır.
Şan, şeref ve saadet,
ve
kuru kahve
topyekûn pazar malı olup
tartılıp, ölçülüp, biçilip satılmalıdır.
Harbediyoruz :
harbi bitirdiğimiz zaman
aç, işsiz ve sakat
— harp madalyasıyla fakat —
köprü altında yatılmalıdır…
Peder sustu. Şeytan emretti yine:
Naklet onun macerasını,
o ne idi, ne oldu, anlat…
Rahip:
Onu hepiniz hatırlarsınız,
toprağın içindeki bir patates tohumu gibi
fakir,
ve neşesiz geçti çocukluğu.
Sonra uyandı birden bire
on yedi yaşına doğru.
Yine fakirdi, çalışkandı.
Fakat aylarca gidip
bulutsuz bir denizde
altında sönük yel
kenlerin
sanki çok sıcak bir sabah ufukta apansızın
yeni bir dünya keşfeder gibi buldu
neşeyi…
Mahallede sesi en güzel olan insandı
ve en güzel mandolin çalan.
Hatırlıyorsunuz değil mi
size doğru gelen dostluğunu kocaman, kırmızı elinin
ve mavi kurdelesini
mandolininin?..
İçinizde kimin kalbini kırdı,
kime yalan söyledi,
sarhoş olduğu vaki midir,
ve kiminle dövüştü?
Çocuklara saygısını
ve ihtiyarlara şefkatini inkâr edebilir miyiz?
Belki biraz kalın kafalı
fakat kalbi bir balık yavrusu gibi temiz
onu geçen sene harbe gönderdik.
Şimdi gerilerinde cephenin
işgal altındaki bir köyün odasındadır.
Baygın bir kadının ırzına geçmekle meşgul
bir tahta masanın üzerinde.
Beli çıplak
pantolunu dizlerinde
başında miğfer
ve ayaklarında kısa, kalın çizmeler.
Yerde iki çocuk ölüsü yatıyordu
direkte bağlı bir erkek.
Dışarıda yağmur yağıyor
ve uzaktan uzağa motor sesleri.
Kadını masadan yere iterek
doğrulup çekti pantolonunu…
Halbuki hepiniz hatırlarsınız onu,
hatırlıyorsunuz değil mi
size doğru gelen dostluğunu kocaman, kırmızı elinin
ve mavi kurdelesini
mandolininin?
Birden bire sustu Peder. Fakat ahşap Meryem’in arkasından yine emretti Şeytan:
— Rahip, devam et!
Rahip:
Harbediyoruz.
Çalıştırılan insan yığınları
birbirine devrederek zinciri,
karanlık ve ağır,
beton künklerin içinde akmalıdır.
Ve sen kocakarı
(seyircilerin arasında oturan bizim oyuncularımızdan birini işaret etti. Oyuncu ayağa kalktı.)
— ön safta, solda, diz çöküp
yüzü eski bir kâat gibi burşuk olan —
seni temin ederim ki
kilise kapısında oynayan torunun
— beş yaşında,
başı altın bir top gibi yuvarlak —
dedesi,
senin kocan,
babası,
senin oğlun
ve komşuların gibi
kömür ocaklarında çalışacak.
Hiçbir şeyi
ümit etmemeyi
öğrensin.
Bu maksatla
uçuyor bombardıman birliklerimiz
tasavvur edilmeyecek kadar çok ölüm
taşıyıp
iki gergin kanatla.
Ve motorlarına benzinle beraber
belki bir parça keder dolarak
(öldürenlerde tevehhüm edilen keder gibi bir şey),
uçuyor av kuvvetleri himayesinde olarak
bombardıman birliklerimiz
birbiri ardından giden dalgalar hâlinde…
Harbediyoruz :
öldürdüklerimizin sayısı
— bizden ve onlardan
aralarında meme çocukları da var —
şimdilik
beş altı milyon kadar.
Harbediyoruz:
kundak bezinin çeşidiyle belli olmalı herke
sin yeri.
Harbediyoruz:
parlasın edebiyen diye sabah güneşlerinde
hapisane demirleri…
Olanları kendi oturduğu yerden izleyen anlatıcı kilisenin ortasına geçti konuşmaya başladı. Anlatıcı:
Hakikat çok taraflıdır.
Fakir bir Şimal kilisesinde
— Şeytan’ın iteklemesiyle de olsa —
fakir bir papaz
onu o kadar uzun anlatamaz.
Kilisenin kapısından içeri koşarak NYPD üniformalı iki polis girdi. (Bunlar da bizim oyunculardı.) Koşarak kürsüye çıktılar. Rahip’i aralarına alarak çekiştirerek, onu kürsüden indirip ite kaka kilisenin kapısından dışarı çıkardılar.
Bütün kilisedeki ışıklar söndü, sadece bir spot ışık Şeytan’ı aydınlattı. Sivri sakallı Şeytan kapıya doğru bakıp, Rahip’in arkasından yüksek sesli bir kahkaha attı. Spot ışık da yavaş yavaş karardı, bütün kilise karanlıktaydı.
Oyun bitti.
Fehmi Gerçeker -Hollywood Sırları” kitabından.
Bir Cevap Bırakın