Miles Davis ile Bir New York Gecesi

Amerika’ya gidince, öncelikle en çok bilgi edinmek istediğim iki konu vardı: Caz ve 1929’daki Büyük Ekonomik Kriz. Bu konuları en detaylı biçimde bir belgesel film yaparak öğrenebilirdim. Ben de Amerika’daki ilk belgeselim olan, Jazz and Great Depression’ı yapmaya başladım. Caza ilgim çok eskilerde başlamıştı. Amerika ise cazın merkeziydi.1929’daki New York borsasının çöküşü ise başta ABD’de olmak üzere dünyada büyük bir ekonomik kriz yaratmıştı. Bunun nedenlerini ve yıllarca süren toplumsal etkilerini öğrenmeyi çok istiyordum. Büyük Kriz yaşanırken çalan caz müzisyenlerinin çoğu hâlâ hayattaydı. Onlarla temaslar kurup onların anılarından ekonomik kriz dönemini dinlemek istedim. Caz müzisyenlerini teker teker kamera önüne getiriyordum. O dönemin ar tık seksen yaşlarına gelmiş en büyük caz sanatçılarının çoğu, filmimde yer almayı kabul etti. Onlarla evlerine gidip özel çekimler yapmaya başladık. Çoğu, haftada bir de olsa New York’ un en ünlü caz kulüpleri olan Blue Note veya Village Vangard’da hâlâ çalıyorlardı. Ne kadar yaşlansalar da cazdan ve seyirciden kopamıyorlardı. Belgesel filmlerdeki çalışmalarda, filmde yer alan her kişiyle çok iyi dostluk kurmanız gerekir. Kişiler sizi ne kadar kendilerinden biri olarak görürlerse film çekimlerinde o kadar samimi olurlar. Bu da filme yansır. Bir yandan caz dinlemek, bu müzik türünün her şeyini öğrenmek arzumdan dolayı, bu müzisyenlerin kendi kulüplerindeki performanslarından sonra gittikleri ve “jam session” yaptıkları kulübe ben de her gece gider oldum. Saat 02:00’den sonra bütün caz müzisyenlerinin buluştuğu ve “jam session” yaptıkları kulüp, 54. Sokak’taki Eddie Condon Club’tı. Bu kulüp ünlü New York’lu caz gitaristi Eddie Condon’ın anısına açılmıştı. 1973’te ölen Eddie Condon, 1975’te açılan bu kulüple yaşatılıyordu sanki… Kim olursa olsun bütün ünlü caz müzisyenleri gece 02:00’den sonra oraya gelip o gitarın asılı olduğu sahnede kendilerine göre uygun olan cazı -jamsession- yapıyorlardı. Ben de oranın müdavimleri arasına girmiştim. Kimin filmde olmasını istesem “gece 02:00’den sonra Eddie Condon’a gel, orada görüşürüz.” diyordu.

Eddie Barefield, Roy Eldridge, Sonny Greer, Benny Goodman gibi her biri seksen yaşlarını geçmiş olan caz dünyasının devleri, filmimde yer alıyordu. Onlar Eddie Condon Clup’te buluşup eski müzisyen arkadaşlarıyla içlerinden geldiği gibi jam session yapıyorlardı. O gecelerin müdavimi olmam, beni dün yanın en şanslı caz dinleyicilerinden biri yapıyordu. Bu caz dünyasının devleri, “sahne” dedikleri; kulübün zemini ile aynı seviyede olan köşedeki piyano ve bateri yanında, arkalarında tek spot ışıkla aydınlatılan Eddie Condon’ın gitarı önünde bir araya gelip bence içlerinden geldiği özgürlükle dün yanın en değerli caz müziğini yapıyorlardı. Kırk dakika sahnede çaldıktan sonra, her biri kulübün geniş barına gelip sözde yirmi dakika olan (genellikle otuz dakikayı aşan) aralar veriyorlardı. Bardan içkilerini yudumlarken kendi aralarında sohbet ediyorlardı. O gecelerde barın bir taburesinde oturarak şahit olduğum sohbetlerin değeri benim için eşsizdi. Bir cuma sabaha karşı, saat sabah 02:00 sıralarında bardaki yerimi almış o gece gelecek caz müzisyenlerini merakla beklemekteydim. Cuma geceleri New York’un Caz kulüplerinin en dolu olduğu, en ünlü cazcıların sahneye çıktıkları geceydi. Her biri sahne gösterilerinden sonra burada toplanıyorlardı. Eddie Condon Club’ın kapısındaki korumalar sadece cuma geceleri içeri herkesi almazlar, sadece bildikleri, tanıdıkları gerçek caz dinleyicilerini içeri alırlardı. Film yaptığım için ben de o tanıdıkları, bildikleri insanlar listesindeydim. O cuma sabaha karşı saat 03:00’ü geçerken buraya devamlı gelen ünlü cazcılarımıza yeni biri katıldı. Kulübe seyrek geldiğini sonra öğrendiğim bu dev caz sanatçısı Miles Davis idi. Geldi bara, içkisini söyledi, içkisi hazırlanırken bar sehpasına koyduğu deri çantasından trompetini çıkardı. Hazırlanan içkisini bir dikişte içip, elindeki trompeti çalarak sahneye yürüdü ve sahnedeki cazcılara eşlik etmeye başladı. Müziğe katılan trompet solosundan herkes anladı ki bu çalan kişi Miles Davis idi. O gece kulüp sabah yediye kadar açık kaldı. Başta Miles Davis, her biri seksen yaşlarını geçmiş olan dünyanın en ünlü caz efsaneleri durmaksızın çaldılar. Sanki her bir notada yeni enerji yüklüyorlardı. İnanılması güç bir şey gerçekleşmekteydi. “Artık yeter, evlerimize gidip uyuyalım.” diyerek çalmayı bırakmalarına kadar kulüpten hiçbir müşteri çıkmadı. Saat yedi sularında müzisyenler, müşteriler, garsonlar, barmenler hep birlikte kulübü terk ettik.

Bu müthiş gece boyunca da bütün müzisyenler kırk dakika set çalma ve otuz dakikalık barda içme ve sohbet geleneklerini bozmadılar. Set arası barda bütün müzisyenler bir yandan içkilerini içiyor, bir yandan eski günlerini, anılarını konuşup sohbet ediyorlardı. Aniden bu efsane cazcılar grubuna genç bir dinleyici yanaştı. Genç adam direkt Miles Davis’in yanına gitti:- Sayın Davis, sizi rahatsız ediyorum ama… Bir şey sorabilir miyim?- Tabii…- Ben de bir gün sizin gibi dünyaca ünlü bir trompetçi olmak istiyorum.- Trompet mi çalıyorsun?- Evet, dokuz yıldır…On beş yaşımdan beri…- Kaç yaşındasın sen?- Yirmi dört yaşındayım.- E, ne soracaksın bana?- Sizin gibi iyi çalabilmek için benim bu yaşımda neler yapmam gerektiğini söyler misiniz? Hepimiz susmuşuk, Miles Davis’in ne öğüt vereceğini merakla bekliyorduk. En fazla da soruyu soran genç, onun ağzından çıkacak cevabı merakla beklemekteydi. Miles Davis biraz düşündü:- 24 years old….ok…just go and fuck girls. (24 yaşındasın haa… Sadece git ve kızlarla seviş.)

Hollywood Sırları. Fehmi Gerçeker, Doruk Yayınları 2025

Yorumunuzu şu adrese bırakın Cevabı iptal Et

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.