Nişantaşı’na giderken genelde Maçka Parkı’nın içinden süzülen eski teleferiği kullanmayı pek severim. Şehrin gürültüsünü yukarıdan seyrederken, ağaçların arasından yükselen gri apartman cephelerine, ara sokaklara karışan o kentsel dokuya bakmak insanın içini hem tuhaf bir huzurla, hem de eski bir özlemle doldurur. O kısa yolculuk, İstanbul’un zamanla kurduğu ilişkide bir kesit gibidir; durur, sallar ve geçer. Geçtiğimiz Cumartesi o teleferikten indiğim sırada yağmur başlamıştı; ince, keskin, sesini belli eden bir yağmur. Hızlı hızlı yağmurda Maçka Caddesi’nden yukarı yürürken, sanata dair yeni bir vitrin gözüme çarptı: Red Rouge Art Gallery.
Yeni adresindeki Red Rouge Art Gallery’nin açılışına denk gelmiştim ve galeride Duygu Yegül’ün sergisi: Hatırlarsan Kırılmaz.
İçeri girer girmez, dışarıdaki yağmur sesinin yerini porselenin sessiz ışıltısı almıştı. Galeri duvarlarında, dünyanın farklı ülkelerinden toplanmış, kimi 150 yılı aşkın bir geçmişe sahip porselen tabaklar asılıydı. Kimisi kırık, kimisi onarılmış, kimisi de elle boyanmış… her biri bir hikâyenin ucundan tutuyordu. Duygu Yegül, bu tabakları bir koleksiyoner titizliğiyle toplamış, sonra da kendi desenleriyle yeniden canlandırmış. Her bir tabak, hem zamana direnen bir nesne hem de hatıranın biçimlenmiş hali gibiydi.
Sanatçının sesinden mekânda yankılanan cümleleri aklıma kazındı:
“Milyonlarca yıllık geçmişimizde kişisel tarihimiz bir zerre. Yine de hatırlanmak, duygusal bir iz bırakmak, var olduğumuzu ispatlamak istiyoruz.”
İşte bu yüzden kullanılmış, eski porselen tabakları seçmiş. “Kiminin duvarını, kiminin sofrasını süslemiş, bazısı hasar görmüş ama zamana direnmiş.” Yegül, onları yalnızca onarmıyor; yeniden yaşatıyor. “Şimdi yeni hikâyeler için hazırlar,” diyor, “çünkü bizler gibi onlar da kırılmadıkça zamana direnebilirler.”
Her tabağın altında bir metin vardı. Küçük ama anlamlı bir eşleşme: Türk edebiyatından Pınar Kür, Nazım Hikmet, Cahit Sıtkı Tarancı; dünya edebiyatından Dostoyevski, Nietzsche, Jung, Kierkegaard, Camus, Sartre, Sylvia Plath, Borges… Yani insanın hem aklına hem kalbine temas eden bir zincir. Her metin, bir tabağın yüzeyine kazınmış bir düşünce gibi, kırılganlığın içinden geçip zamana tutunuyordu. Renk, biçim, yazı ve madde birbirine karışıyor, porselen adeta bir anı defterine dönüşüyordu.
Galeri mekânının kendisi de bu hissi taşıyordu. Klasik beyaz küp estetiğinin ötesinde, sıcak, neredeyse ev gibi bir atmosfer. Galeri kurucusu Ayşe Aslı Akkülah açılışta sanatseverlere şunları söyledi:
“Mevcut sanat ortamının bir eleştirisi niteliğini taşıyan Red Rouge, alternatif, samimi ve izleyicinin kendisini ifade edebilmesine olanak tanıyan bir mekân olarak kurgulandı. Sanatçının da izleyicinin de, sanatın o cesur ve özgür dilinden yararlanarak kendine temas ettiği, zamanın bir parça ağır aktığı, bir dinlenme alanı olsun istedik.”
O akşam bu sözlerin tam karşılığını bulduğunu hissettim. Yağmur cama vuruyor, içeride zaman yavaşlıyordu. İzleyiciler sessizdi; kimi bir tabağa, kimi bir satıra, kimi de kendi hatırasına bakıyordu.
Bir tabakta Sylvia Plath’in bir cümlesi: “Derin bir nefes aldım ve kalbimin eski övünmesini dinledim. Ben varım, ben varım.”
Bir diğerinde Borges: “Başkaları yazdıkları sayfa sayısıyla övünsün; ben okuduklarımla övünmeyi tercih ederim.”
Belki de serginin ruhunu en iyi bu satırlar anlatıyordu. Çünkü Yegül’ün işi yalnızca estetik bir üretim değil; unutmanın karşısına dikilen bir hatırlatma pratiği.
Red Rouge Art Gallery, bu sergiyle birlikte yeni mekânında kendi kimliğini de yeniden tanımlıyor. Kırmızı bir vurgu gibi İstanbul’un sanat haritasına işlenmiş bu yeni galeri alanı, hem izleyiciye hem sanatçıya nefes alan bir yer açıyor. Açılış sergisi “Hatırlarsan Kırılmaz”, yalnızca bir sezon başlangıcı değil; bir davet. Zamanla, hatıralarla, kırılganlıkla yeniden bağ kurma daveti.
Teleferik bu kez aşağıda değil, yukarıda kalıyor. Ve yağmurun altında Maçka Caddesi’nden aşağı inerken, galeri vitrinindeki yazıya son bir kez bakıyorum:
When remembered, can’t be broken.
Hatırlarsan kırılmaz.
Ve evet, belki de hiçbir şey gerçekten kırılmıyor, yeter ki yeniden hatırlayabilelim.
Yorumunuzu şu adrese bırakın Cevabı iptal Et