SEMANTİK KOLAJ

Toplu taşıma araçlarında insanların yüksek sesle telefonla konuşmaları ve bundan hiç rahatsızlık duymamaları şaşkınlık veriyor. Her yer ve her şey bizimmiş gibi davranıyoruz… Ruhsal çöplerimizin farkında değiliz. Özgürlük tüm insanların iyiliği için uyulan kuralların sonucu ortaya çıkıyor. İnsan özgürlük duygusundan yoksunsa hiçbir şey yolunda değildir. En teknik işler bile aksar.

Peki nedir özgürlük? Özgürlük insana saygı ile ilişkili bir kavram en başta… Sınırlarımızı bilmek, özgürlüğü var eden…

Gencecik biri öldürüldü. Senin karın olmadan önce bir insan olan bir kadın. Senin eşin olmadan önce bir annenin kızı olan bir kadın. Senin uzaklaştırma kararı bulunan eski eşin olmadan önce birinin çocukluk arkadaşı. Bir insanı katil yapan şey nedir? Birkaç beğeni, birkaç film müziği birkaç psikopatolojik özenti… Gerçekte sen de birinin oğlu, birinin çocukluk arkadaşı, birinin boşandığı eski eşi değil misin? Niye böyle şişirilmiş egolarla eli kanlı katillere dönüşüyoruz. Gerçekte gülümseyen sevgiye şefkate ihtiyacı olan bir bebekken. Herkes evinin odasına şöyle bir dünya haritası asmalı belki. Daraldığı, bunaldığı yerde gidebileceği yerler seçeneğini görebilmesi için… Hayatın genişliğinin farkına varması için. “Benim o,” diye bağırdığımız ne varsa, cehenneme çeviriyoruz. Al hepsi senin… Bangır bangır konuştuğun toplu taşıma aracı senin. Bak herkesi öldürdün, hepimizi işgal ettin. Bir tek sen varsın. Yolculuğundan memnun musun?

Gazze’de elimizde çorba kaseleriyle sırada bekliyoruz memnun musun? Yanan ormanlarız. Canlılarız. Memnun musun? Gazze’de açlıktan bir deri bir kemik kalmış çocukların görüntüleri, çorba kuyruğunda başlarına güneş geçmesin diye ellerindeki tencereleri başlarına geçirmiş insanların görüntüleri…

Toplu taşıma araçlarında ve giderek her yerde bangır bangır telefonla konuşan insanlar… Birinin sınırlarını yok etmek, birini öldürmek. Bangır bangır telefonla konuşmak da birinin sınırlarını yok etmekten birini öldürmeye varan süreç aynı. Aynı mekanizmanın dişlileri işliyor. Hiçe saydığımız “öteki”…

Kimse de  “yahu kardeşim bi sus, hepimiz işten çıktık, yorgunuz evimize gidip kafamızı dinlemek istiyoruz…” demiyor. Hepimiz suskunuz.

Hepsi çürük patates satmak.

Kötülükle nasıl mücadele edebiliriz?” Neden böyle yapıyorsun,” diyerek, bağırıp ona kötülüğünü ve kötülüğünün hepimize ne yaptığını göstererek mi? Yoksa tam tersine üstünü körleyip, yalancıktan iyilik güzellemesi yapıp, çıtayı yükseltip, onun da iyi olmasını bekleyerek mi?

Birinin size layık gördüğü hayat, tek bir davranışta başlar. Seçmenize izin vermeyen manavın çürük, kokmuş bozulmuş patatesleri torbanıza doldurmuş olduğunu gördünüz. Ne yaparsınız? Birinci seçenek, bak kardeşim çürük patates doldurmuşsun diyerek, ona kötülüğünü göstermek. Belki insanlığımızdan utanacağımız için bunu yapmayız. İkinci seçenek çöpe atmak, unut gitsin demek. “Üçüncü seçenek, geçen gün senden aldığım patatesler öyle lezzetliydi ki, yemeye doyamadım,” diyerek, düşünmesini sağlamak. Her şey doğru çatılmış insan ilişkileri ile başlıyor. Kendini nerede gördüğün ve onu, yani ötekini nerede gördüğünle ilgili…

Önümüze fotoğraf olarak düşen hayat… Gazze, açlık, savaş, orman yangınları…  Önümüze ses olarak (her yerde çevresindekileri hiçe sayarak yüksek sesle bangır bangır konuşan insanlar) önümüze sonunda tıkanık nefesli, pes, kirli bir gülüş videosu olarak düşen hayat…

Uzun süredir Robert Twun’un maket ve insan tasarımlı giysileri dikkatimi çekiyor. Bugün yaşadığımız bölünmeyi çok güzel açıklıyor. Bir yanda Tuwn ‘un maketle simgeleştirdiği, dondurulmuş, edilgenleştirilmiş insan yanımız var; otuz yıl önceki embriyo ile bebek sahibi olabilen, yapay zekâ ile dertleşen, artık hiçbir şey hissedemeyen ve hiçbir tepki veremeyen insan yanımız. Neredeyse canlı olanı kaplamış, gölgede bırakmış durumda. Bu maket görsel çağın ürünü, kendine bakışın, donmuş anın figürü. Narkissos’un bakışı benzeri…

İkiye bölünmüş tek bir bedenin taşıdığı bu “her ikisi” diyebileceğimiz tek kişide gördüğümüz; eylem ve eylemsizlik arasında belirsiz bir nesne… İnsanın aklına şu soru geliyor. İnsan nerede? bu çalışmaları önemli buluyorum. Çünkü bir hastalığın ortaya çıkışı gibi bir şeyi tespit etmeyi başarmış. Cerahati göstermiş. Bundan sonrası, geride kalan insanın harekete geçip, canlılığını yeniden ortaya çıkarması, başına çökmüş ölü imgeyi yok etmesi, kanlı duvağı atması…

Özgürlük ve sınır kavramları üzerine düşünürken… Her şey birbiri ile ilişkili. Bağımsız olan tek şey hayal gücü. Bize özgürlük kavramının lezzetini yaşatacak olan yegane kavram da… Seslerle, görüntülerle kuşatıldığımız günümüz hayatında bir toprağa basma alanı, bir rüya tomurcuğu yaratabilecek tek yer…

Dostoyevski’nin bir öyküsü vardır. Kendini öldürmek isteyen adama sorar yazar. “Niçin canına kıymak istedin? Arkadaşım, bana haksızlık yaptı ve onun adına çok utandım, der adam.  Sanki kendimi öldürürsem kendimi bu utançtan kurtaracaktım” der.

Bazen insanlık adına utanırız. Son zamanlarda insanlığımızdan çok utanıyoruz…

Bugün teknolojinin de etkisi ile labirentimsi görkemli Roma yapıları arasında yürüyen, minicik kalmış insanlar gibiyiz. Ama hayır. İnsan güçlüdür. İnsan cansızlığı aşar. İnsan iyiye teşnedir. İnsan umudu, yaşam sevgisini yeniden kazanacak. Her şey böylesine çorak ve anlamsız değil. İkiye ayrılmış kadınların gezdiği bir moda salonu değil dünya. İnsan acının bu fotoğrafından kurtulacak. Birilerinin dağıttığı rollerden kurtulacak. Zorla giydirilmiş giysilerden kurtulacak. İnsan hayatını kendi eline alacak. Özgürlüğün şartı sevgi. İnsan sevgiyi yeniden fark edecek. Hayal gücünün ışığında.

 

Yorumunuzu şu adrese bırakın Cevabı iptal Et

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.