Yorgun atlar duruyor şehrin üstünde, bir hikaye besteliyorlar mırıldanıp üstümüzde
bir şeyler olmalı bir şeyler yaşanmalı bir şeylerin anlamsızlığı ile.
Her şeyi yok etmeden önceydi, kalbimdeki radyo cızırtsını düzeltmeden önce, doğru frekansı kaybettikten hemen sonra. Televizyonların salya sümük taklit yapıp asıllarını becerdiği günlerdi. Seni özlüyor olmamın garip olmadığı geceler ve şikayet iniltileri.
Kozmik blues, uzay hatları ve çeşitli gezegen biletleri, telefon bildirimleri değil. Şimdi sen hariç ne varsa özlüyorum:
duvar dibi sigara içişleri
otlar ve kaybettiğim müzik listeleri
otel odaları ve sansürsüz tek içimlik bedenleri
restore edilmemiş rüyalarımı
eski aşklarımdan birini hatırlamayı
bir cinayete tanık olmayı
ortadan kaybolmayı
hatırlamayı
-seni değil ama-
unutmayı
-seni değil ama-
ilk kez sesini duymayı…
Masanın altında saklanıp beni bulmasını istedim, gökyüzünün altımda olmasını… Ah, kalbi rötarlı 1800’lerde aklı sevgilim. Beni bulup masa altında sevişelim istedim. Ağzımdan akan kalbimi sil sevgilim, ikimizi sil bu gezegenden, severek öperek sil. Sonra masanın altından çıkıp eve dönelim, eve dönelim gökyüzünü yukarı bırakıp.Aşağı bakmadan hiç midemiz bulanmasın yerdeki insanlardan korkmayalım diye.
Şimdi kapattım okuduğum kitabı yüzüme, hızlıca üç kez açıp kapadım. Sonra sırtımı döndüm bizim olmayan rüyalara.
şehre yalnızlığı indirdi peygamber,
sabah sularında.
Farsça yağan yağmur eşliğinde
öptüğüm tenlerin valsi
seni bekledim
yerleşik gezegen trafiğinde
ikimizi saklamaya yetecek büyüklükteydi
ellerim.
gözyaşına dinecek yeri gösterirken.
ileri sayıp
bekledim
geri sayıp…
Her şeye başlamadan önceydi, sevgilim beni öldürdükten hemen sonra sevişmemizden biraz önceydi.
Görsel: Cemal Nergiz