Son yıllarda gündelik hayatımıza neredeyse her gün yeni bir terim giriyor. Gaslighting, love bombing, ghosting, breadcrumbing, situationship, fail-watching… Bir zamanlar yalnızca psikoloji literatüründe ya da sosyolojide rastlayabileceğimiz kavramlar artık Instagram hikâyelerinde, X yorumlarında ve gündelik sohbetlerin tam ortasında. Sanki insan davranışlarının çok eski ve tanıdık tarafları, şimdi yeniden adlandırılmak üzere tek tek raflardan indiriliyor. Bu durum ilk bakışta bir çeşit etiketleme ve kavramsallaştırma kültürü gibi görünüyor. Her deneyimin üzerine bir isim yapıştırma arzusu, belki de hızla karmaşıklaşan dijital iletişimi anlamlandırma ihtiyacından doğuyordur kim bilir. Çünkü hız arttıkça açıklama talebi de artıyor Açıklamanın en kestirme yolu da yaşanan durumu kavrama dönüştürmekten geçiyor.
Bu yeni sözlük, belli açılardan özgürleştirici de aslında. Artık bir kişinin sizi manipüle ettiğini tarif etmek için uzun uzun konuşmak gerekmiyor. Gaslighting diyorsunuz ve mesele birden berraklaşıyor. Ya da biri aniden ortadan kaybolduğunda, geçmiş yüzyılların kırgınlık anlatılarını tekrarlamaya gerek kalmadan, ghosting diyorsunuz ve yaşananın adı konmuş oluyor. Bu adlandırma süreci, davranışı etiketleyerek güçsüzlük hissini azaltıyor. Burada farkındalık artışımız olduğunu inkar edemeyiz tabi. Dil, çoğu zaman deneyimin kendisinden önce gelir. Adını bilmediğimiz şeye öfke duymak zorken adını koyduğumuz şeye karşı tavır almaksa kolaydır.
Yine de her kavramın bir bedeli var. Günlük flört ritüellerinin, iletişim aksaklıklarının, insan zaaflarının bir kısmı artık neredeyse tıbbi ya da psikolojik bir mahkeme salonunda yargılanıyormuş gibi ele alınıyor. Birinin mesajımıza geç cevap vermesi, bir anda bir örüntünün içine yerleşiyor. Her şeyi tanımlıyor, sınıflandırıyor, hatta kimi zaman kriminalize ediyoruz. Bu noktada normalleşme ile patoloji arasındaki sınır inceliyor. İnsan davranışı muğlaktır. Hatta bulanık ve çelişkili, bazen de tutarsızdır. Oysa kavramlar, özellikle yeni türeyen sosyal medya jargonları, bulanıklığa tahammül etmez. Netlik ister. Kesinlik arar. Bu nedenle gündelik iletişim örüntülerinin kavram bombardımanına tutulması, ilişkileri daha iyi açıklarken bir yandan da anonimleştiriyor. Bireyin biricik hikayesini etiketin gölgesinde yok ediyor.
Dil yalnızca düşünceyi şekillendirmez, aynı zamanda güç dağılımını da belirler. Bu nedenle, yeni jargonun yükselişi, kaçınılmaz biçimde dil ve güç dinamiklerini gündeme getiriyor. Bu terimler kimler tarafından üretiliyor? Genellikle uluslararası platformlarda, belirli sosyo-kültürel sermayeye sahip gruplar tarafından. Peki kimler bu dili konuşabiliyor? Üniversite mezunları, dijital okuryazarlığı yüksek genç kuşaklar, sosyal medya ve terapi söylemine aşina kitleler. Böylece dil, hem bir kapsayıcılık hem de bir dışlama aracına dönüşüyor. Bir terimi bilmek, o terimin işaret ettiği sosyal alana aidiyeti de imliyor. Dijital çağın bu hızlı kavram dolaşımı, bir yanıyla açıklayıcı olsa da, diğer yanıyla sessiz bir hiyerarşi yaratıyor. Dili bilenler ve bilmeyenler.
Bu sözlüğün en aktif kullanıcıları elbette Y ve Z kuşakları. Çünkü dijital iletişim, bu kuşakların hem toplumsal hem duygusal deneyimlerinin asli zemini. Hızlı mesajlaşma, kısa ömürlü etkileşimler, uygulama tabanlı ilişkiler, görüntü akışında kaybolan bağlanma pratikleri tanımlama ihtiyacını daha da artırıyor. Zira hızın olduğu yerde bağlam kaybolur. Bağlam kaybolduğunda ise adlandırma, deneyimi geri kazanmanın bir yolu haline gelir. Yeni terimler, bu kuşakların ilişkilerinin karmaşıklığını düzenleyen mikro haritalar gibi işliyor. Bir tür yol bulma kılavuzu. Bir tür hayatta kalma sözlüğü.
Fakat bütün bu çabanın sonunda bizi ne bekliyor? Belki de en kritik soru bu. Yeni terimlerin bolluğu bir avantaj mı, dezavantaj mı? Bu terminoloji dünyası, elbette belli ölçüde bir özgürlük sunuyor. Davranışları tanımlama, sınır koyma, kendini koruma, deneyimi daha açık bir dille aktarma. Fakar ilişkilerin aşırı kavramsallaştırılması, insan davranışının algoritmik bir yapıya indirgenmesi, ötekini anlamaktan çok sınıflandırmaya yönelme tehlikesi gibi riskler de taşıyor. Bu dil bazen farkındalık yaratıyor gibi görünürken bazen de empatiyi törpülüyor. Yeni terimler, insanı daha anlaşılır kılabilir ama insanın karmaşıklığını basite indirgeme eğilimine de yol açabilir.
Sonuç olarak, çağımızın hızla genişleyen kavram envanteri, insanın kendini anlamlandırma çabasının bir yansıması. Fakat bu çabayı kendi içinde sorgulamak, belki de en az kavramların kendisi kadar önemli. Çünkü bazen yaşadığımız şey basitçe bir hayal kırıklığıdır. Adı ghosting olmak zorunda değildir. Bazen bir kişi bizi manipüle eder ama buna ille de gaslighting dememiz gerekmez. Dil bizi hem aydınlatır hem de biçimlendirir. Bu noktada aklıma tanımlamak, gerçekten anlamamıza yardımcı oluyor mu yoksa anlamanın yerini mi alıyor soruları takılıyor ister istemez.


Bir Cevap Bırakın