Nikaragua ateşten karanfillerin ülkesi. UNAN (Universidad Nacional Autónoma de Nicaragua) kampüsünde Che’nin duvar resmi: Ne zaman durulur çalkantısı deli gönlün?
Bir devrim, insanları değiştirme, yeni bir dünyanın kavranması için eyleme geçme isteğinden doğar; aşk da öyle…
Devrim ve aşk, her ikisi de sizi alışılmış sınırlar içinden sarsar; biri dünyayı, diğeri kalbinizi genişletir.
Atatürk, Che, Mandela, Gandhi, Martin Luther, Palme, Ecevit vb gibi figürlerin duygusal ikonografi denilen kümenin içinde çok ayrıcalıklı bir yeri var. Che’nin sınırları aşan ulusötesi mücadelesi, ona gönüllerde bir yer kazandırdı.
Che, devrim anlatılarının yalnızca büyük adamlar tarihine indirgenemeyeceğini de gösterdi.
O, gerçek bir devrimci gibi yaşadı ve öldü; kamu gücünü kendi çıkarları için kullanmadı; her zaman haksızlığın karşısında yer aldı; halkın yanında saf tuttu; özü sözü birdi.
Che, devrimci eylem ile kahraman kültü arasında bir arayüzdü.

Başkent Managua, devrimci romantizm ile gerçek dünya koşulları arasındaki çelişkileri, tarihsel hataları ve anlam kaymalarını görünür kılan bir şehir. Hatırlama ve mit yaratımının politik yükünü, tüm ağırlığınca taşıyan bir şehir.
Managua’daki yoksulluk insana, ne kadar Che, ne kadar imge, ne kadar direniş sorusunu sordurtuyor.
Nikaragua’ya ayak bastığınızda, içinde hudutsuz rüyaların, yalnızlık bozkırının, kıyısız denizlerin, volkanların olduğu bir dünyaya varıyorsunuz; tarihin yankı odasına varıyorsunuz. Bir volkan ağzıydı Nikaragua; kaynıyordu hâlâ, düş, düş kırıklıkları, vazgeçiş ve inançla.
Devrim öncesi Nikaragua’nın ruhu, bir yanardağdı; patlayıp etrafını yok edene kadar sessiz bir yanardağ. 19 Temmuz 1979 Sandinista devrimine kadar sessiz bir yanardağ.
Nikaragua’da, siyasi rejim ve güç dengeleri bakımından Küba’ya çok benzeyen bir durum vardı.
Devrim öncesi rejim Nikaragua’yı onlarca yıl önce baba, sonra oğul Somoza’nın çiftliği gibi yönetti. Rejimin son demlerinde burjuvazinin bir bölümü de Somoza diktatörlüğünün karşısına dikildi.
Daniel Ortega, daha Sovyetler dağılmadan önce devrimin sosyalist anlatısını, dünyadan ve gerçeklerden uzak bir “anomali” addetmeye başlamıştı.
İlk Sandinist hükümet hariç, onun hükümetlerinde özgürleşmeyi olanaklı kılan felsefi bir ilke, bir, yaşamsallık bulmak zordur.
Ortega populizmi, devrim-dış yardım antagonizması üzerinden kurdu.
19 Temmuz 1979 Sandinista devrimi , demokratik ve tarafsız bir rejimi desteklemeye kararlı bir koalisyon hükümetiyle Üçüncü Yol umudunu somutlaştırdı. Ancak iki yıl sonra ülke, Sandinista Ulusal Kurtuluş Cephesi’ni ABD tarafından desteklenen bir dizi silahlı muhalif ile karşı karşıya getiren yeni bir iç savaş evresine girdi.
Batı’dan ve Latin Amerika’dan gelen yardım ve “üçüncü yol” arayışları (“kalkınma”, “iletişim”, “devrim sonrası toplum” gibi), devrimci süreci bir parça idealize ederken, yerel gerçeklerle çatışıyordu.
Yardımın geldiği zeminde, devrim ideallerinin içeriği boşaltıldı.
Onun önerdiği sosyal sözleşme, ABD’nin hıncını absorbe etmeye, yeni bir “Domuzlar Körfezi ”, felaketini önlemeye, ambargoyu kırmaya yönelik bir tavizler silsilesi; bir “Unutma” ve “Vazgeçme” sözleşmesiydi.
Siyasal alanın, Marksist etikten değil de, ekonomi-politiğin sert varsayımları üzerinden inşa edilmesi, devrimin özünü heba etti. Ortega, devrimci genişlemenin olanağını aile, hısım, akraba gibi nepotist bireyliklerde aradı.
Seçim kazanmaya odaklı pragmatizmi, dekadansı tınlamaya başladı.
Anlıyorum ki, Nikaragua’da araçlar, amaçları geçersiz kılma eğiliminde.
Rahip Ernesto Cardenal’ın yaşam serüveni de, devrimin geçirdiği dönüşümün kaydını tutuyor.
Cardenal, Sandinista devriminden sonra gerilla lideri Daniel Ortega başkanlığında kurulan ilk hükümetin kültür bakanı oldu. Küba’ya öykünen bir devrimin kültür alanındaki sosyalist projesini hayata geçirmeye çalıştı.
18 bakandan oluşan ilk hükmet, Sandinist Ulusal Kurtuluş Cephesi içindeki bir çok farklı fraksiyonun mozayiği niteliğindeydi. Mesela hükümetin içişleri bakanı Tomas Borje Martinez, açıkça Marksist olduğunu söylüyordu. Burjuva sosyal demokratlarından marksistlere kadar geniş bir siyasi yelpazeyi bir araya getiren hükümette, Cardenal her şeyden önce bir din adamıydı ve “kurtuluş teolojisi”ni temsil ediyordu.
Cardenal’ın ayrıcalığı bir devrim hükümetinde Katolik Hristiyanlık ile sosyalizm arasında görece bir düşünsel sentezi başarmış olmasındaydı. Sınıfsız hümanizmi vaaz eden Cardenal, İsa’nın İncil’de sosyalizme yakın bir sosyolojik tasarımı muştuladığını ileri sürüyordu. Onunki, tüm inanç öğretilerinin aksesuar odalarını dolaşarak didik didik etmiş bir rahibin İncil’in ruhuna uygun bir sosyalizm sentezi oluşturmasının serüveniydi
Cardenal, Marksizm’den değil de Marx’tan katkılarıyla tanındı.
Mezmurlar (1969) adlı şiir kitabı yoksullar için yazılmış bir ilahiyat öğretisinin lirik ifadesi niteliğindeydi.
Kısacası şiir ona toplumcu bir misyon için zamansız araçlar sunmaktaydı. Cardenal ‘İyi’yi ve ‘Güzel’i gökte değil yeryüzünde arayan biriydi.
Cardenal Somoza diktatörlüğü sırasında esamesi hiçkimsenin haritasında okunmayan bir ülkede, haklarından mahrum bırakılmışların sesi oldu. Sandinista devriminin entelektüel figürüydü.
Sonra meyveler çürüyüp idealler köreldi.
Ortega’nın otoriter liderlik tarzı ve partideki nomenklaturanın gizlenmeyen iktidar açgözlülüğü yüzünden umutsuzluğa kapıldı. 1987 yılında bakanlık görevinden de istifa etti.
Cardenal, devrimden geriye hiçbir şey kalmadığını, Ortega’nın 2007’de iktidara gelmesinden bu yana ülkeyi yağmaladığını, ülkeyi, kendisini, karısını ve çocuklarını zenginleştiren bir Ortega diktatörlüğüne dönüştürdüğünü söylemişti.
Çeşitli devrimci gruplar, Somoza ailesinin iktidarı ele geçirmesinden önce yürürlükte olan eski oligarşik paktlar sistemini yeniden canlandırdılar.

Ortega, siyasetin azınlığın elinde olması gerektiği fikri, iktidarı ele geçirme ve tepeden inme düzenlemelere öncelik verme gibi hâkim siyasi alışkanlıkları korumayı seçti. İktidar için rekabet oyunu olarak adlandırılan şeyin tuzağına düştü.
Bu başka bir deyişle, Nikaragua siyasi kültürü ve devrimci hareketin hiçbir zaman tam anlamıyla kurtulamadığı Caudillismo’nun tuzaklarıydı. Caudillismo, karizmatik, otoriter bir liderin (Caudillo’nun) kişisel gücüne dayalı yönetim biçimini imliyor.
Tepeden inme bürokratikleşmeye, aşağıdan yukarıya bir bürokratikleşme eşlik etti.
İçsel çelişkiler ve örgüt dinselliği devrimin özgürleştirici potansiyelini baltaladı : Bir tiyatro karakteri olan “Güegüense”nin alaycı ve kurnaz ruhu Ortega’ya hakim oldu.
Bir Nikaragualı halk tiyatrosu eserinin baş kahramanı “Güegüense”nin kurnazlığı, iktidarla alay edişi, sahtekârlığı ve rüşvetçiliğe eğilimi, devrim sonrasındaki politik sınıfın zaaf ve çürümesini sembolize ediyor.
Beklentiler yerini politik ihmal, rüşvet ve toplumsal yozlaşma hikâyelerine bıraktı.
Nikaragua Sandinist deneyimi, devrimci bir halk hareketinin çıkarcılık, ideallerin yitirilmesi, otoriterliğe dönüş gibi, kendi içinden gelen zaaflarla kötürüm edilmesinin ; devrimin özgürleştirici beklentisinin kendi içinden sabote edilmesinin fotoğrafıdır. “Güegüense’nin laneti”, resmen.
“Umudun peşinden, imanın peşinden sürüklendiğimden daha güçlü bir şekilde sürüklenirim, sevginin peşindense umudunkinden daha da güçlü” diyen Cardenal için Başkan Ortega, üç günlük ulusal yas ilan ettiğini duyurdu.
Kolonyal mimarisi, pastel renkli evleri, dar taş sokakları ve Nikaragua Gölü kıyısındaki konumuyla Granada, ülkenin en güzel şehirlerinden biri.
Masaya Volkanı, geceleri lav parıltısını çıplak gözle görebileceğiniz aktif bir volkan: Nikaragua’nın “ateş nefesli kalbi”. Masaya Milli Parkında, insanlar susmuş, ateş konuşuyor. Turist kafilesi, yanardağın ağzının önünde durdu; ateşin kendi korkunç diliyle konuştuğu yerde… Ve ayaklarımızın altında ateşli bir dağ kükredi ansızın: sonra devrimin ruhları, dağın çekirdeğinden saçılan kıvılcımlar gibi, ateşin hikâyesine katıldılar.
Eski başkent León, barok kiliseleri, sanat galerileri, devrim tarihinin izleri ve öğrenci ruhu ile kültürel bir merkez.
Volkanik krater gölü Laguna de Apoyo’nun berrak sularında yüzmek mümkün. Volkan alevlenince Che’nin beresinin yıldızı, sonsuz uzayın karanlığında bir tur atıp göle iniyor.
Nikaragua Gölü’nde yer alan sanatçı adaları (Isla de Solentiname), halk sanatı ve doğayla iç içe bir atmosfer sunuyorlar.
Karayip tarafında, beyaz kumlu plajları, dalış alanları ve huzurlu atmosferiyle bir cennet köşesi olan Corn Adaları büyüleyici.
Nikaragua’da kahvaltıda Gallo Pinto yenir: Pirinç ve siyah fasulyeden oluşan ulusal bir yemektir.
Ben, ince mısır tortillasına, taze peynir, soğan turşusu ve krema konularak yapılan, Quesillo’yu tercih ediyorum.
Taze meyvelerden yapılan bir içecek olan “flor de Jamaica” satan bir seyyar satıcı, hasır şapkasını çıkararak selam veriyor.
Soluk benizli, vitaminsiz bir sokak satıcısı köşede, sokak ızgaraları satıyor.
İzgaraların arasında “Carne Asada” en popüler olanıdır: ızgara et, pilav, fasulye, salata ve kızarmış muzla birlikte tabak halinde sunulur.
Bir de mısır hamuruna et, pirinç, sebze ve baharat konup muz yaprağına sarılarak buharda pişirilen “Nacatamal” var.
Nacatamal satan adamın yanına gidip fiyat soruyorum. Fiyatı söylemeden önce nereden geldiğimi soruyor; Turquía diyorum.
-Para ti es gratis! Para los que vienen de la tierra de Atatürk, hoy es gratis! Atatürk’ün ülkesinden gelen biri için bugün bedava diyor. Ağlamaklı oluyorum.
Lafı politikaya getiriyorum. Ortega’nın mavrasını yapanlara Contra (karşı devrimci) diyor. Sonra devrimin kazanımlarına bakın diye ekliyor; heyecandan muz yaprağını yere düşürüp.
Gerçeğin maddi düzlemi, bu eşikte us katından his katına iniyor.
Augusto César Sandino’nun büstünü parmağımla gösterip voltaj düşürme yapıyorum. Sakinleşiyor.
Devrimde akıl ve yüreğin kadim savaşı. Romantik devrimci öznenin, oldum olası hep dikiş tutmaz dünya tasarımı olageldi.
Sandinizm, Augusto César Sandino’nun fikirlerine dayanıyor; Sandinist devrim, toplumcu paradigmanın Bolivarcı (Simón Bolívar) izdüşümüdür.
Devrimin bazı kazanımları var şüphesiz. Eğitim parasız mesela. Okur yazar oranı yüzde doksanlarda. Kadının toplumsal statüsü oldukça yüksek.
Nikaragualı kadınlar için Sıfır Yılı olarak kabul edilen, Somoza hanedan diktatörlüğünden kopuşu simgeleyen Sandinista devriminin zaferi, tarihin uzun akışına yerleşmiş bir dizi toplumsal olgunun doruk noktasıydı.
Bir duvardaki Orlando Valenzuela’nın ünlü fotoğrafı, Waswalito’nun Milis Kadını, Nikaragua’nın yeni kadınını özetliyor. Resim, omzunda bir Kalaşnikof ve göğsünde bir bebekle, iki tamamlayıcı rolün kesiştiği noktada devrimci bir Sandinista kadınını canlandırıyor: ülkesi için çocuk doğurmak ve onu silah zoruyla savunmak devrimci sorumluluğunu taşıyan bir kadını…
Barut ve çiçek kokusu saçan kadınlar; rahimlerinde olduğu kadar devrimci vicdanlarında da bereketli kadınlar. Şefkat ve kahramanlığa sadık, çocukların narin tenini okşayan elleriyle, parmakları tüfeklerinin tetiklerinde ve dudaklarında bu toprakların erkek ve kadınlarının bağımsızlık çığlığı: Ya Özgür Vatan Ya ölüm.
Sandinist devrimin kadınları, Nazım Hikmet’in Kadınlarımız şiirini çağrıştırıyor:
(…) Ve kadınlar bizim kadınlarımız/ Korkunç ve mübarek elleri/ ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle/ anamız, avradımız, yarimiz/ Ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen/ Ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen/ Ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız/ Ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki/ ve kara sabana koşulan ve ağıllarda/ Işıltısında yere saplı bıçakların/ oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan kadınlar/ bizim kadınlarımız/ şimdi ayın altında/ kağnıların ve hartuçların peşinde/ harman yerine kehriban başlı sap çeker gibi/ aynı yürek ferahlığı, aynı yorgun alışkanlık içindeydiler…
Kadınların kurtuluşu olmadan devrim olmaz, devrim olmadan kadınların kurtuluşu olmaz.
Siyasal özgürlük kavgaları, sadece ekmek kavgası değil etik nitelikleri olan direniş alanları da. İktidarı ele geçirmenin dışında, emeği, hakkı ve adaleti, bir kolektif bilinçle savunmak, toplumsalı, bir sınıfsızlaştırmayla anlamak olarak etik…


Bir Cevap Bırakın