Bir Sonbahar Sabahı Bedri Rahmi’yi Anmak

Güneşli ama rüzgârlı bir sonbahar sabahında, meşhur mimar Alexandre Vallaury’nin tasarladığı Union Française binasındayım. Eskiden Fransızların lokal olarak kullandığı, şimdilerde ise kültür ve sanat etkinliklerinin kalbinin attığı bu büyüleyici yapıda, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun 50. ölüm yıl dönümünü anmak üzere toplandık

Organizasyonunu Dirimart Galeri’nin üstlendiği bu etkinlik, Minoa Kitabevi’ne ait Minoa Sahne’de gerçekleşti. Pek çok etkinliğe ev sahipliği yapan bu salondaki iskemlemde yerimi almış bekliyorum.

Anma programının konuşmacıları arasında Bedri Rahmi’nin torunu Rahmi Eyüboğlu, eski dostu ve yoldaşı Mustafa Pilevneli ve sanatçının tutkunu, araştırmacı Ömer Faruk Şerifoğlu yer alıyor. Etkinliğin açılışını Mustafa Pilevneli yapıyor; hoş sohbeti, bilgece tavrı ve içten anılarıyla daha ilk cümlelerinden itibaren salona sıcaklık katıyor. Eski anılarını anlatırken gözleri doluyor. Çünkü bazı insanlar birbirini öylesine sever, öyle dostluklar kurar ki kan bağı olmasa da kardeşten öte bağlar oluşur. Bedri Rahmi’nin gürültülü, neşeli otomobili Vosvosuyla yaşadıkları maceraları, Boğaziçi Köprüsü’nün daha inşaat aşamasında oradan İstanbul’u kuşbakışı izlemeleri, hayaller kurmaları… Hepsi birer sahne gibi zihnimizde canlanıyor. Fenerbahçe’deki “mor kaplumbağa” sokağında, kaplumbağaların karışmaması için boyadığı hayvanlardan tutun, akademideki hocalık dönemine kadar uzanan pek çok anı, sanki biz de oradaymışız gibi gözümüzde canlanıyor.

Sonrasında mikrofonu torunu Rahmi Eyüboğlu alıyor. Boynunda dedesinden kalma, bir Arşipel balığı motifli bir fuları var. Sözlerine Bedri Rahmi’nin ailesinden başlayarak; onu etkileyen sanatçılardan, birlikte çalıştığı dostlardan, atölyesindeki öğrencilerine, hatta hiç tanışmadığı ama derinden etkilendiği isimlere kadar geniş bir anlatımla devam ediyor.

Van Gogh, Matisse, Yunus Emre, Köroğlu… Ya da birebir tanıştığı isimler: Ahmet Haşim, Nazım Hikmet, Halikarnas Balıkçısı, Yaşar Kemal. Örneğin Yaşar Kemal’le olan dostluklarını anlatıyor. Her buluşmalarında birbirlerine daha önce duymadıkları bir türküyü öğretir, sofrada türkülerle beslermişler birbirlerini.

Bir başka kırılma noktasında, büyük şair hocası Ahmet Haşim var. Şiire gönlünü kaptırmış Bedri Rahmi, defterini hocasına verir. Ancak uzun süre sonra şiirlerinin beğenilmediğini fark edince, şiir defterini ikinci plana atıp resme yönelir. O meşhur Bedri Rahmi tarifi hemen aklıma geliyor: ”Hem şair hem ressam olunca; şair arkadaşları diyor ki “sen çok iyi ressamsın Bedri”, ressam arkadaşları diyor ki “sen çok iyi şairsin Bedri”

Torun Rahmi Bey’in anlatımı öyle akıcı, öyle etkili ki… İstanbul’a ilk ayak bastığında Kariye Müzesi’ne uğraması, Paris’e eğitime gittiğinde kalbini kaptırdığı hayat yoldaşı Eren Eyüboğlu’yla karşılaşması, atölyesi, dostları, öğrencileri… Her biri birer sahne gibi geçiyor gözümüzün önünden. Bir ara elden ele bir kâğıt dolaşıyor. Üzerinde Bedri Rahmi’nin atölyesinde asılı olan bir yemin yazıyor.

Bu yemini eden, ressamlığı asla bırakamaz.” diye aktarıyor torun Rahmi Bey…

Tam bu sırada bir sürpriz daha çıkıyor karşımıza. Ömer Faruk Şerifoğlu, Bedri Rahmi’nin az bilinen bir yönünü daha gün yüzüne çıkarıyor. Elinde, henüz taptaze basılmış bir şiir kitabı var: “Kırık Satırlar”. Kitap, Ötüken Neşriyat etiketiyle yayımlanmış ve ilk nüshası şu anda elden ele dolaşıyor salonda.

Bu kitap, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun 17 yaşından 20’li yaşlarının başına kadar tuttuğu el yazısı şiir defterinden derlenmiş. Eski Türkçe yazılmış olması nedeniyle, alanında uzman üç kişi tarafından özenli bir transkripsiyon çalışması yapılmış. Kitabın içinde, orijinal defter sayfalarının görselleri de yer alıyor; bu da hem araştırmacılar hem Eyüboğlu tutkunları için oldukça kıymetli bir kaynak niteliğinde. Görünen o ki, bu özel çalışmadan haberdar olan ilk topluluklardan biri biz oluyoruz.

Etkinliğin sonuna doğru, Mustafa Pilevneli elinde Bedri Rahmi şiirleri okuyor. Mezar taşına işlenen dizelerden ve İmamın Kayığı adlı deseninden söz ederken gözleri yine yaşlı. İstanbul sokaklarında hâlâ karşımıza çıkan, yüzümüze tebessüm konduran o mozaiklerin ardındaki adamın, mezar taşına yansıyan motifi bu kez hüznüyle içimize işliyor.

Ama ustanın dediği gibi:

Bir can verdi bize, bin can alır.

 Gideriz, gönlümüz arkada kalır.

Anma etkinliği, 1972 yılında TRT’de yayınlanmış 20 dakikalık bir belgeselle sona eriyor. Anlatılan her şey artık karşımızda: Müze evi, meşhur vosvosu, çok sevdiği öğrencileri, hayat yoldaşı, İstanbul’un duvarlarına sinmiş mozaikleri…

Bir esintili sonbahar pazar sabahının herhalde en güzel ödülü, bu sohbetti. Şimdi ellerim cebimde, dilimde Karadutum, Çatalkaram türküsüyle, İstiklal caddesindeki Türkiye İş Bankası Resim ve Heykel Müzesi’ndeki yeni açılan Eren ve Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun sergisine doğru yürüyorum.

Ve biliyorum ki, orada karşılaşacağım her renk, her dize, bu yolculuğun sessiz bir devamı olacak.

Yorumunuzu şu adrese bırakın Cevabı iptal Et

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.