alacağım bir şey kalmadı dünyadan
yalnız bütün acıları
bütün acıları ağaçların yaprakların
senin onun diğerinin
merdivenlerde çiçek satan kızın
yağmurda dağılan krizantem buketinin
yağmurun
sokakların
merdivenlerin
bütün acıları
bir kasım akşamıdır
kestane dallarından yağmur yağar
benim ceplerimde yaz yağmurları
çakıl taşları bir avuç tuz
ellerim ıslanır ceplerimde
bir güzden bir kışa geçerim
kırmızı yaprakların üzerinden
yapraklar
firari çocuklar gibi koşuşurlar sokaklarda
sokaklar kararır
sokaklar düşlerin gibi kararır
sokaklar dün gibi ölüm gibi kararır
yapraklar koşuşurlar etrafımda
peşlerinden koşmak isterim
saçlarına dokunmak isterim gözlerine bakmak
yapraklar koşuşurlar etrafımda
firari çocukluk gibi
ben bir geceden bir başkasına geçerim
ıslanır ellerim ceplerimde
birkaç çakıl taşı
bir avuç tuz
bir denizin gözyaşı
ıslatır ellerimi ceplerimde
ceplerimden su içer güvercinler
sonra bekleşirler saçaklarda
güvercinler
bir geceden bir akşama geçer
bir kıştan bir güze
bir yağmurdan bir buluta
gökyüzünden yer yüzüne
kestane dallarına
yağmur yağar kestane dallarından
merdivenlerde çiçek satan kız
yağmurlardan usanmıştır
geçip giden paltolardan
şapkalardan eldivenlerden
yalnızlıktan usanmıştır şehirden
neonlardan ıslıklardan
krizantem buketi kestane dallarından
usanmıştır ıslanmaktan
paramparça olmaktan dağılmaktan
krizantem buketi
akşamlardan usanmıştır
kestane dallarından akşamlar yağar
paltolar ıslanmaz
krizantem buketi dağılmıştır
alacağım bir şey kalmadı dünyadan
yalnız bütün yoksullukları
senin onun diğerinin
saçaklardaki güvercinlerin
üşür ceplerimde ıslak ellerim
rüzgârda savrulan yapraklar gibi
kırılır sokaklarda
bu şehrin tek yoksulları biz miyiz
ben ve saçaklardaki güvercinler
şehirlerin unutulmuşları
ben ve merdivenlerde çiçek satan kız
altı aydır açız
altı aydır tek lokma geçmedi boğazımızdan
bölüşmedik bir parça ekmeği
bir ürkek bakışı
bölüşmedik
neonlar yanar yoksulluğumuzun aleviyle
sinemalar dağılıyordur şimdi
kompledir masaları kafe terasların
sobalar paltolar eldivenler sıcacık
pazar yerlerinde şarap sıcacık
şarap karanfil kokar
mangallar burcu burcu
kestane kokar
kestane dallarından duman tüter
merdivenlerde çiçek satan kızın
yün çorapları var
sonra kırmızı naylon sandaletleri
kızın çorapları olurum bir an
merdivenlerden yağmur yağar üstüme
alacağım bir şey kalmadı dünyadan
yalnız unutulmuşluğu
usanmışlığı
tükenmişliği
yalnız yalnızlığı
yalnızlığı
kalabalıklar içinde
neonlar içinde
şehirlerde
sokaklarda
pazar yerlerinde
tüten bacalarda
kestane dallarında
kestane dallarından yalnızlık yağar
krizantem buketi gibi
usulca dağılırız
altı aydır yabancıyız
tek söz çıkmadı ağzımızdan
aynı sokaklarda bekledik
aynı kaldırımlarda uyuduk
yalnız güvercinler
güvercinler
birkaç kez su içmeye geldiler
ceplerime
altı ayda belki on altı kez öldüm
en sonuncusu bir kasım akşamıydı
üç gizli polis
sırtımdan vurdular bir köşe başında
bir keresinde de bir ağustos sabahı
kıpkızıl kocaman bir güneş doğuyordu
met cezir yapan bir denizin
sığlıklarında boğulmuştum
deniz çekilince
kuruyan taşların üstünde
susuzluktan tuzsuzluktan
öylece boğulmuştum
ruhu duymadı hiçbirinizin
ne senin ne onun ne diğerinin
ne de merdivenlerde çiçek satan kızın
yün çoraplarının kırmızı sandaletlerinin
krizantem buketinin
yağmurun
sokakların
merdivenlerin
kestane dallarından yağdım sonra
hiçbiriniz ıslanmadınız
bir tek güvercinler
onlar yine
su içmeye geldiler
ceplerime
ceplerimde birkaç çakıl taşı
bir avuç tuz
bir denizin gözyaşı
hayatta kalanların
geride bıraktıkları
alacağım bir şey kalmadı dünyadan
yalnız bütün öfkeleri
ağaçların yaprakların
senin onun diğerinin
saçaklardaki güvercinlerin
merdivenlerde çiçek satan kızın
krizantem buketinin
tanımadıklarımın
bilmediklerimin
hiç önünden geçmediklerimin
bir kez olsun selam vermediklerimin
şehirlerin sokakların
rıhtımların limanların
yedi denizin
dört rüzgârın
gök yüzünün yer yüzünün
dağların ovaların
magmanın volkanların
ve kestane dallarının
bütün öfkeleri
kestane dallarından öfke yağar
sel götürür meydanları
_____
ERKAN KARAKİRAZ’IN YORUMU
Mahir Ergun’un “Hayatta Kalanların Geride Bıraktıkları” şiiri apaçık bir söyleyişle donanmış, tekrarlara dayanan yapısıyla kendini var eden, epik suların açıklarında demir atmış bir tekne gibi. Uzun, upuzun bir yolculuğun tam ortasından ses veriyor; belki biraz soluklanmak ya da düşüncelerini toparlamak için ara vermiş öznenin lafı dolandırmadan, birer birer sıraladığı yakınmalarına odaklanıyor. Tabiata dair unsurlardan yararlanarak yoksunluk, kayıp, yoksulluk, şiddet temaları etrafında çoğalıp oyalandıkça, kendinden çıkıp kendine dönerek safrayı atıyor ve katharsis kıyılarına vuruyor. Ne toplumsal eleştirisinden vazgeçiyor ne de kişisel arzularından; bu nedenle okura dolaylı bir arınma duyuruyor.