Sosyal medya çağında toplumsal farklılık yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda algoritmik bir olgudur.
Sosyal medyanın başlangıçta vaat ettiği şey, görünürde demokratik bir kamusal alanın oluşmasıydı. Herkesin aynı ölçüde söz hakkına sahip olduğu, herkesin sesini duyurabileceği bir alan…Ancak zamanla bu eşitlik ideali, tıpkı kapitalizmin kendi içinde yeniden ürettiği sınıf farklılıkları gibi, dijital ortamda da benzer bir kast sistemine dönüştü. Bugün artık sosyal medya yalnızca bir iletişim mecrası değil, Pierre Bourdieu’nun (1984) kavramsallaştırdığı anlamda bir “sosyal sermaye” ve “sembolik güç” alanı olarak işliyor. Görünürlük, etkileşim ve takipçi sayısı bu yeni kast sisteminin başlıca belirleyicileri haline geldi.
Kapitalist toplumlarda ekonomik sermaye ne kadar belirleyici ise, dijital toplumlarda da görünürlük o kadar belirleyici bir meta halini almıştır. Guy Debord’un (1967) Gösteri Toplumu’nda dile getirdiği üzere, modern yaşam giderek bir gösteri haline dönüşmektedir. Bireyler artık var olmak için değil, görülmek için üretmektedir. Sosyal medya bu gösteri düzenini hem hızlandırmış hem de kurumsallaştırmıştır. Kişisel yaşam, mahremiyet, aile ilişkileri, doğum, evlilik, çocuk yetiştirme gibi özel alanlar bile artık piyasa ekonomisinin bir parçasına dönüşmüştür. Özellikle ünlüler, ebeveynlikleri üzerinden bir tür marka kimliği inşa etmekte, “kutsal anne” veya “ideal aile” temsilleriyle izleyicilerine hem duygusal hem de tüketimsel bir kimlik sunmaktadır. Bu noktada Shoshana Zuboff’un (2019) “gözetim kapitalizmi” kavramı devreye girer. Bireyler kendi hayatlarını gönüllü olarak teşhir ederken, verilerini, mahremiyetlerini ve kimliklerini de piyasanın dolaşımına açmaktadır.
Influencerlık, yalnızca bir meslek tanımı değil, yeni çağın toplumsal hiyerarşisini temsil eden bir konumdur. Ünlüler için bu, eski şöhret biçimlerinin dijital bir yeniden üretimidir. Sade vatandaşlar içinse sınıf atlama umududur. Sosyal medya, herkesin bir anda ünlü olabileceği yanılsamasını yaratırken, gerçekte algoritmalar tarafından şekillendirilen yeni bir “dijital aristokrasi” oluşturmuştur. Zygmunt Bauman’ın (2007) “akışkan modernite” dediği bu çağda, bireylerin kimlikleri sabit değil, sürekli yeniden markalaşan, güncellenen ve performatif biçimde yeniden sunulan birer vitrindir.
Bu bağlamda, oyuncuların, gazetecilerin, köşe yazarlarının ya da sunucuların influencerlığa yönelmesi tesadüf değildir. Artık kültürel üretim, “yetenek” veya “tecrübe” değil, “etkileşim” ve “takipçi sayısı” üzerinden değerlendirilmektedir. Oyunculuk ajanslarının, dizi ve film kadrolarını seçerken sanatçının popülaritesine öncelik vermesi, bu yeni kast sisteminin işleyişini somut biçimde gözler önüne sermektedir. Sanatın ve emeğin yerine görünürlük geçmiştir. David Harvey’in (2005) ifade ettiği gibi, geç kapitalizm dönemi artık yalnızca ekonomik üretimle değil, kültürel ve simgesel üretimle de kendini yeniden üretmektedir. Sosyal medya, bu anlamda kapitalizmin en rafine sahnesidir: herkes izleyici, ama çok azı gerçekten sahnededir.
Bu gösteri düzeninde ünlüler ve mikro-ünlüler, uluslararası markalarla işbirlikleri yaparak, lüks otellerde konaklayarak, turlara katılarak ya da egzotik ülkelerden paylaşımlar yaparak yeni bir “sosyal sermaye” biçimi inşa etmektedir. Thorstein Veblen’in (1899) “gösterişçi tüketim” olarak adlandırdığı olgu, bugün sosyal medya aracılığıyla kitlesel bir norm haline gelmiştir. Bu tüketim biçimi artık yalnızca ekonomik gücün değil, kültürel sermayenin ve dijital nüfuzun da bir göstergesidir.
Alt ve orta gelirli kesimler ise bu vitrini izleyici konumunda takip etmektedir. Bir kesim, bu yaşam tarzlarını özümseyip kendi sosyal medya hesaplarında benzer biçimleri taklit ederek influencer olma hayaline kapılmakta; diğer bir kesim ise, Baudrillard’ın (1981) “simülakr” kavramıyla açıklanabilecek biçimde, gerçeğin kopyalarına öykünerek sahte bir yaşanmışlık üretmektedir. Orta sınıf bireyler, “ben de oradaydım” diyebilmek için kredi kartlarına yüklenmekte, borçlanmakta, sembolik olarak ait olamadıkları bir sınıfa görsel olarak dahil olmaya çalışmaktadır. Sosyal medya, bu anlamda sınıf farklarını ortadan kaldırmak yerine, daha görünür, daha dramatik hale getirmektedir.
Entelektüel kesim dahi bu döngünün dışına çıkamamaktadır. Sanat ve kültür alanında söz sahibi olan, yüksek kültüre ait görünmek isteyen bu grup, sosyal medyada paylaştıkları sergiler, konserler, davetler aracılığıyla kendilerini diğerlerinden ayırma çabasına girmektedir. Ancak bu ayrım, entelektüel birikimden çok, Bourdieu’nun (1984) belirttiği anlamda bir “kültürel sermaye gösterisi”ne dönüşmektedir. Takipçi sayısına dayanarak prestijli etkinliklere davet edilmek, elit alanlara erişimi artık kültür veya sanatla değil, dijital görünürlükle ilişkilendirir hale gelmiştir.
Bu yeni düzende görünürlük bir tür “dijital soyluluk belgesi” işlevi görmektedir. Takipçi sayısı, soyluluk unvanı; marka işbirlikleri, servet; algoritmalar ise statü belirleyicisi haline gelmiştir. Sosyal medya, kapitalizmin klasik sınıf hiyerarşisini görünmez biçimde yeniden üretir. Görünür olanlar, zaten güçlü olanlardır, sevilenlerdir. Agathe Riedinger’in yazıp yönettiği 2024 yapımı Diamant Brut (Vahşi Elmas) filminde olduğu gibi, herkes aynı platformdadır ama kimse eşit değildir.
Sosyal medya çağında toplumsal farklılık yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda algoritmik bir olgudur. Michel Foucault’nun (1977) disiplin toplumlarında iktidarın görünmez mekanizmalarla işlediğini belirttiği gibi, dijital çağın iktidarı da görünürlük üzerinden çalışır. Artık gözetleyen devlet değil, birbirini gözetleyen bireylerdir. Görülmek, var olmanın ön koşulu; görünmemek ise toplumsal silinme anlamına gelir.
Dolayısıyla, sosyal medya kendi kast sistemini çoktan yaratmıştır. Bu sistemde sınırlar görünmez ama geçirimsizdir. Herkesin aynı platformda olduğu bir dünyada, eşitsizlik hiç olmadığı kadar derindir. Görünürlük, bu çağın yeni sermayesi, yeni asaletidir. Kapitalizmin sınıfsal yapısı, dijital alanda bir kez daha ve belki de daha incelikli biçimde yeniden üretilmiştir.
KAYNAKLAR
- Baudrillard, J. (1981). Simulacres et simulation. Paris: Éditions Galilée.
Baudrillard, J. (1994). Simulacra and Simulation. Ann Arbor: University of Michigan Press.) - Bauman, Z. (2007). Liquid times: Living in an age of uncertainty. Cambridge: Polity Press.
- Bourdieu, P. (1984). Distinction: A social critique of the judgement of taste. Cambridge, MA: Harvard University Press.
- Debord, G. (1967). La société du spectacle. Paris: Buchet-Chastel.
(İngilizce çeviri: Debord, G. (1994). The society of the spectacle. New York: Zone Books.) - Foucault, M. (1977). Discipline and punish: The birth of the prison. New York: Pantheon Books.
- Harvey, D. (2005). A brief history of neoliberalism. Oxford: Oxford University Press.
- Veblen, T. (1899). The theory of the leisure class: An economic study of institutions. New York: Macmillan.
- Zuboff, S. (2019). The age of surveillance capitalism: The fight for a human future at the new frontier of power. New York: PublicAffairs.
Bir Cevap Bırakın