Kişisel Gelişim Dayatmasına Romanla Meydan Okumak

Kişisel gelişim kitapları, modern insanın hayatındaki boşlukları doldurmayı vaat eden ama çoğu zaman yeni bir baskı biçimi yaratan metinlerdir. Çok satanlar rafında “kendini geliştir”, “fark yarat”, “rezilyans kazan”, “çevik ol”, “inovatif düşün” gibi sloganlarla seslenen bu kitaplar, bireyi bitmek bilmeyen bir performans yarışına sokar. “Been there, done that” (“Ben de bunları yaşadım” ya da “Bunlar benim de başımdan geçti”) tarzı öykülerle başlayan, sıfırdan yükseliş hikâyeleriyle süslenen bu anlatılar, başarıyı bireyin içsel motivasyonuna indirgerken, toplumsal ve kültürel koşulları göz ardı eder. Hayat ise bu kadar basit bir formüle sığmaz. Çoğu zaman karmaşık, tutarsız ve tesadüflerle örülüdür.

Bu literatürün dili, büyüleyici ama yanıltıcı bir tutarlılık sergiler. “Motivasyon”, “enerji”, “sinerji”, “empati”, “rezilyans” gibi kelimeler birer sihirli anahtar gibi yinelenir. Bu dilde başarısızlık kişisel bir kusura, hastalık bir farkındalık eksikliğine, yorgunluk ise enerji düşüklüğüne indirgenir. Kimi yazarlar, farklı inanç ve düşünce sistemlerini birbirine karıştırarak yeni bir karma öğreti icat ettiklerini sanır. İslam, Musevilik, Hristiyanlık, Budizm, Tasavvuf ve New Age kavramlarını harmanlayıp özgünlük yanılsaması yaratırlar. Kimileri, satış ve pazarlama alanındaki teknikleri bireysel başarı reçetelerine dönüştürür, başarısızlığı yanlış “mindsete” bağlar. (Mindfulness, mindset demek farkındalık, zihniyet demekten üstünmüş gibi)

Ve bazıları daha da ileri giderek, bilimsel zemini tümüyle reddeden bir sahte-psikoloji dili üretir. Depresyonu, şizofreniyi veya diğer ruhsal hastalıkları pozitif düşünce eksikliğine bağlayan; “bu hastalık geldiyse senin de katkın olmuştur” gibi tehlikeli genellemeler yapan; ilaç kullanımını ve psikiyatriyi reddedip inanç, dua ya da frekans yükseltmeyle iyileşme vaat eden kitaplar, kişisel gelişim furyasının en karanlık köşesini oluşturur. Bu metinlerde insanın acısı bireysel bir hata, biyolojik hastalıklar ise ruhun dersi olarak sunulur. Bu yaklaşım, bilimi dışlayarak yalnızca bireyi suçlarken, gerçek tedavi yollarını gölgede bırakır. Ruhsal sıkıntıların ödül ya da kazançla açıklanması, hem etik hem insani açıdan ciddi bir sorundur. Gerçek psikoloji, insanın biyolojik, toplumsal ve duygusal bütünlüğünü anlamaya çalışırken; sahte bilimin dili, karmaşık süreçleri indirger, bireye kendi yıkımını sorumluluk olarak yükler.

Bu tabloya tepki olarak, son yıllarda anti kişisel gelişim olarak adlandırılan yeni bir yazın türü ortaya çıktı. Danimarkalı filozof Svend Brinkmann, Kişisel Gelişim Çılgınlığında Kendiniz Kalabilmek, Olan Biteni Kaçırma Keyfi ve Hayata Nereden Bakmalıyız? adlı eserlerinde, sürekli ilerleme takıntısına karşı durmayı, kabullenmeyi ve eksikliği yaşamın doğal parçası olarak görmeyi önerir. Brinkmann’a göre, insanı her an daha iyi bir versiyonuna dönüştürmeye çalışan çağdaş kültür, aslında onun özünü silmektedir. Ancak bu tür eserler de, kişisel gelişim karşıtı bir kişisel gelişim türüne dönüşme riski taşır. Gelişme çağrısının yerini durma öğüdü alır. Gerçek özgürlük belki de hiçbir öğretiye bütünüyle teslim olmamaktadır.

Bu noktada roman, kişisel gelişim endüstrisinin ideolojik diline karşı en sahici direnç biçimidir. Roman, formül sunmaz, yol göstermez, reçete vermez. Okuru değişmeye değil, anlamaya; düzeltmeye değil, tanımaya çağırır. Milan Kundera’nın ifadesiyle, roman “insanın varoluş imkânlarını araştıran bir laboratuvardır.” Roman okuru, karakterlerin kusurlarıyla empati kurar; kendi çelişkilerini tanır; hayatın basit çözümlerden ibaret olmadığını hisseder. Tolstoy’un ahlaki sorgulamaları, Dostoyevski’nin bilinçaltına yaptığı inişler, Virginia Woolf’un benliğin akışkan doğasını anlatışı, Tanpınar’ın zaman ve iç dünya üzerine kurduğu sembolik derinlik… hepsi, kişisel gelişim endüstrisinin tek boyutlu başarı anlatılarına karşı çok katmanlı bir insan anlayışı sunar.

Roman, kişisel gelişimin övdüğü kendini gerçekleştirme hedefinin aksine, insanın eksikliğini kabullenmeyi öğretir. Okur, roman aracılığıyla mükemmelleşmez ama derinleşir. Gerçek gelişim, motivasyon cümlelerinde değil, edebiyatın açtığı sorgulama alanlarında gerçekleşir. Kişisel gelişim kitapları “kendin ol” derken roman ise “kim olduğunu anlamaya çalış” der. Bu fark, insanın yüzeyden derine geçip kendi karanlığıyla karşılaşmasının kapısını aralar.

Roman okumak, kişisel gelişim dayatmasına karşı en zarif direniştir. Çünkü roman, başarıya değil anlamaya, kazanmaya değil var olmaya, yargılamaya değil empatiye çağırır. Kişisel gelişim reçeteleri insanı formülleştirir; roman ise çoğullaştırır. Ve belki de bu yüzden, kendimizi geliştirmek değil, kendimizi anlamak için roman okumak gerekir.

 

Kaynakça

  • Kundera, M. (1986). Roman Sanatı. Çev. F. Uğur. Can Yayınları.
  • Brinkmann, S. (2022). Kişisel Gelişim Çılgınlığında Kendiniz Kalabilmek. İletişim Yayınları.
  • Brinkmann, S. (2023). Olan Biteni Kaçırma Keyfi. İletişim Yayınları.
  • Brinkmann, S. (2024). Hayata Nereden Bakmalıyız?. İletişim Yayınları.
  • Woolf, V. (1925). Mrs. Dalloway. Hogarth Press.
  • Dostoyevski, F. (1866). Suç ve Ceza.
  • Tanpınar, A. H. (1949). Huzur. Dergâh Yayınları.

Bir Cevap Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.