Lynch’in sanatına ve filmlerine dair başka bağlantılar, onun takıntılı hayranları tarafından çözülebilir, ancak işte bu, bu eserleri ilginç kılan şey değildir.
David Lynch’in filmlerini açıklamaya ve anlamaya çalışmak saçmadır, çünkü bu filmler kafa karıştırma amacıyla tasarlanmıştır, ancak bu durum, insanların cevap aramasını engellememiştir. İzleyicilerin netlik istediğinin farkında olan Lynch, 2001 yapımı Mulholland Drive filminin DVD çıkışıyla birlikte filme eşlik etmesi için 10 “ipucu” içeren bir liste yazmıştı. Her bir ipucunun gerçek anlamını keşfetmek, filmdeki gizemleri çözmeyi sağlıyordu, ilk ipucu, açılış jeneriği bile başlamadan önce iki ipucunun ortaya çıktığını belirtiyordu.
Bir gençken, Mulholland Drive‘ın ilk birkaç dakikasını defalarca geri sarıp tekrar izleyerek o ilk ipucu üzerinde saatlerce kafa yormuştum, ancak bir yetişkin olarak fark ettim ki burada keşfedilecek hiçbir şey yoktu, filmin bulmacası, Lynch’in yardımına rağmen çözülemezdi. Aynı şekilde, onun 1986 yapımı Blue Velvet filminden 2017 tarihli What Did Jack Do? adlı kısa filmine kadar tüm filmleri ve TV dizileri de böyle. Bu kısa filmde Lynch, bir katil olup olmadığı belirsiz bir kapuçin maymunuyla röportaj yapmaktadır.
Kesilmiş bir kulak, animasyonlu tavşanlar, deforme olmuş (ve muhtemelen insan dışı) bir bebek, dipsiz mavi bir kutu: bunların hepsi, tam olarak bunu işaret eden garip varlıklar ve nesnelerdir, Lynch’i tanımlayabilecek en iyi kelime belki de garipliktir. Lynch, hayatın temelde sırlarla dolu olduğunu ve dolayısıyla tamamen anlaşılmasının imkansız olduğunu göstermiştir. Yapabileceğimiz en iyi şey, bu tuhaflıkları bir gerçeklik olarak kabul etmek ve yolculuğa hazırlanmaktır.
Ancak, en azından Lynch’in dünyayı böyle temsil etmeyi neden istediğini anlamanın bir yolu olabileceğini düşünüyorum. Bunun için sizleri, onun “sanat hayatı” dediği, filmleriyle birlikte onlarca yıl boyunca ürettiği resimlerine yönlendirebilirim.
Onun resimlerinin, filmlerinden daha iyi ya da onlara eş değer olduğu gibi bir iddiada bulunmuyorum. Eleştirmen Roberta Smith’in, Lynch’in resimlerini bir zamanlar oldukça sert bir şekilde “tanıdık, orijinal olmayan ve sıradan” olarak tanımlamasını haklı bulduğum yerler var. Ancak, onun sanatının eğlenceli ve hoş bir şekilde bozulmuş olduğunu düşündüğüm durumlar da yok değil. En azından, Lynch’in resimlerine dikkat edilmesi gerektiği kesindir, çünkü bu sanat, bir ressam olarak eğitim almış Lynch’in büyüsünü nihayetinde sinemaya nasıl taşıdığına dair bir içgörü sunuyor.
Onun filmiyle sanatı arasında tematik bağlar bulmak zor değildir. 1988 tarihli Shadow of a Twisted Hand Across My House adlı resminin konusu, 1986 yapımı Blue Velvet filmiyle olan temaları ilerletir, bu film, genç bir adamın Kuzey Carolina’daki huzurlu bir kasabanın suç dünyasına çekilmesini konu alır. Resim, beyaz, güvenli banliyö hayatının tanıdık unsurlarını tasvir eder: bulutsuz bir gökyüzünün altında, bahçeli bir küçük ev. Ancak gökyüzü mavi değil siyahtır, düzgün biçilmiş çimenler, yeşil ağaçlar, etrafta oynayan çocuklar yoktur. Bunun yerine, bu evi parmaklarıyla ezmeye hazır gibi görünen dev bir el şekline sahip ağaç vardır. Tıpkı Blue Velvet gibi, resim de küçük kasaba Amerika’sının karanlık yüzünü gözler önüne serer.
Filmlerindeki karakterler de sanatında tekrar eder. Eraserhead’teki korkunç bebek, Lynch tarafından 1977’de bu filmi tamamlamadan önce çizilmişti. Twin Peaks: Fire Walk with Me filmindeki maske takan “zıplayan adam” karakterinin bir versiyonu, Lynch’in 1992 tarihli ve Twin Peaks dizisinin öncesini anlatan, hak ettiği takdiri bulmamış bu filminden bir karakter, 2022’deki Pace Gallery sergisinde yer alan Ant on My Arm adlı tarihsiz bir eserde tekrar karşımıza çıkar.
Lynch’in sanatına ve filmlerine dair başka bağlantılar, onun takıntılı hayranları tarafından çözülebilir, ancak işte bu, bu eserleri ilginç kılan şey değildir. Bunun yerine, dikkate değer olan, Lynch’in sanat yapma sürecidir, bu süreç, kameranın arkasında olduğu zaman her zaman o kadar belirgin olmayan, el yapımı bir estetiği ön planda tutuyordu.
Lynch için her gün resim yapmanın, film yönetmekten daha dokunsal, daha fiziksel bir aktivite sağladığını hissediyorum. Yüzeylerini hiçbir zaman sergi listelerinde tanımı olmayan, yumru, belirsiz maddelerle dolduruyordu. 2018’de kendisiyle yaptığım röportajda bunu ona sormuştum, sorumdan ustaca kaçınarak sadece yapıştırıcı, boya ve tabii ki kül kullandığını söylemişti ki kendisi çok fazla sigara içerdi. Sıklıkla, genellikle kuru boya parçalarıyla ıslak akrilik karıştırarak oluşturduğu bu yoğun karışımı “organik fenomenler” örneği olarak tanımlıyordu. Bu “organik fenomenleri” kullanma olasılığı konusunda adeta büyülenmiş gibiydi, sanki görünmeyen güçleri sanata dönüştüren bir medyum gibi.
Lynch’in, Robert Henri’nin 1923 tarihli The Art Spirit adlı kitabına ilgi duyması şaşırtıcı değildir. Henüz lise öğrencisiyken okuduğu bu kitap, sanatın insanlara kör edici yaratıcı formlar keşfetmelerine yardımcı olabileceğini, yol boyunca “medyum” olmalarını sağlayabileceğini öne sürüyordu. Kameralarla başka alanlara ulaşmaya çalışmadan önce, bunu bir fırça ve tuval kullanarak yapıyordu.
Onun, erken dönemde ruhsal dünyayı çağırmaya çalıştığını, 1965 ve 1969 yılları arasında yapılmış, 2014’teki Pennsylvania Güzel Sanatlar Akademisi retrospektifinde yer alan, isimsiz bir kağıt çalışmasında görebilirsiniz. Siyah bir boşluğun karşısında, büyük bir kızıl sprey- belki de bir kan seli- ağzı açık bir yırtığın yanında yer alıyor. Sanki bu kırmızı akış kötü niyetli ve yabancı bir şeymiş gibi, durdurulamayacak bir güç.
Lynch, PAFA’da (1966-1967 yılları arasında eğitim aldığı okul) okuduktan sonraki yıllarda figüratif resimler de üretmiştir. Bu eserler de büyük ölçüde karanlıkta yer alır, fakat bu kez daha belirgin şekilde tasvir edilen yaratıklarla: ağızları bıçaklar ve makine parçaları şeklinde kıvrılmış kadınlar, kolları şişmiş erkekler. Bu figürler, arkalarındaki gölgeler arasında hareket ettikçe, Lynch’in kolayca görülemeyen bir şeyi çağırmaya çalıştığını hissedebilirsiniz.
Bu eserlerin bir başka keyif verici yönü de sınıflandırılamamış olmalarıdır, hiçbiri sanat tarihi çerçevesine net bir şekilde uymazlar. (PAFA retrospektifinin küratörü Robert Cozzolino, Lynch’in resimlerinin, benzer bir tür kontrolden çıkmış gariplikte çalışan Los Angeles’lı sanatçılar Llyn Foulkes gibi isimlerle ortak bir yönü paylaştığını yazmıştı. Ancak bu karşılaştırma ve iddia, Lynch’in ülkenin öbür ucunda, Philadelphia’da çalışıyor olması nedeniyle zayıflar. Ayrıca Lynch, sanat tarihi hakkında neredeyse hiçbir şey bilmediğini de itiraf etmiştir. Ancak bu Lynch resimlerinin bir başka büyüleyici yönüdür, bir bütüne ait olmayı reddetmesidir.
Lynch için, film, bu dolaylı imgeleri daha da garipleştirme yolunu sağlıyordu, bu durum onun eserlerinde oldukça açık bir şekilde görülmektedir. 1967 tarihli Six Men Getting Sick adlı tablosu, başlığının tam olarak neyi ifade ettiğini gösteriyor. Lynch, resmine resimler yansıtarak ve bu sonuçları çekerek hareketlendirip, aslında ilk filmine imza atmış oldu. 1968-70 yılları arasında yaptığı Gardenback tablosu, kambur bir figür tasvir eder ve adı, Lynch’in “aldatma” temalı, gerçekleştirilemeyen bir film senaryosuyla aynıdır.
Film araştırmacıları genellikle bu resimleri, Lynch’in sanatında bir geçiş noktası olarak referans gösterir, sanki bu eserler önemsiz olup, ustalığa giden yolu açan çalışmalar gibidir. Ben ise bunun tersini savunuyorum: Gardenback gibi resimler, zaten başka evrenleri kanalize etme aracı olarak gayet işlevseldi ve Lynch, bu aktiviteyi sinema ile sürdürdü.
Lynch’in uzun metrajlarını, her biri performansçılar tarafından gerçekleştirilen bireysel eserlerle dolu filmleştirilmiş sanat yerleştirmeleri olarak düşünmenin faydalı olduğunu düşünüyorum. Bu, özellikle Eraserhead için kesinlikle doğruydu. Lynch, filmde görülen birçok öğeyi bizzat tasarladı, çok stilize edilmiş aydınlatma armatürleri, daha sonra heykel olarak sergilediği kullanılamaz lambaları hatırlatıyor. Eraserhead‘in prodüksiyon sürecinde de sanat yapmaya devam etti, görmek istediği imgeleri gerçeğe dönüştürmeye yardımcı olmak için çizimler yaptı. Yönetmenler genellikle çekim öncesinde sekansları çizer, ancak bu çizimler, sonradan çektiği sahneleri tarif etmez. Bunlar, daha büyük bir tablonun önceden yapılan eskizlerine benzer daha çok ve bu durumda o tablo sonuç olarak uzun metrajlı bir filme dönüşür.
Eraserhead prodüksiyonunda çekilen harika bir fotoğraf var, burada Lynch bir çekim arasında çizim yaparken görülür. Aktör Jack Nance, bir başka çekim için beklerken burada görülüyor, ancak Lynch onun portresini çizmeye pek ilgi göstermiyor gibi görünüyor. Bunun yerine, Lynch’in kalemi bir kağıt üzerinde kayıyor, silah tutan bir elin etrafında dolaşan bir iplik oluşturuyor. Dikkat çeken bir diğer nokta ise, Lynch’in kağıdını bir film çekim tahtasının üzerine yerleştirmiş olması, yani film yapım araçlarını, sanatını desteklemek için kullanıyor.
*Bu yazı ARTnews dergisinden çevrilmiştir.
Çeviri: Ali Tacar
Bir Cevap Bırakın