ÇEVİRİ VE ÇEVİRMENLİK ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

Çeviri, insanlık tarihi boyunca kültürlerarası iletişimin en güçlü araçlarından biri olmuştur. Farklı dillerde üretilen edebiyat, felsefe, bilim ya da sanat metinleri çeviri sayesinde yalnızca kendi ulusal bağlamlarında kalmaz evrensel dolaşıma girer. Bu nedenle çeviri, salt dilsel bir aktarım değil, aynı zamanda kültürel ve entelektüel bir müzakere alanıdır. Tarihsel olarak bakıldığında, antik çağdan Ortaçağ’a, Rönesans’tan moderniteye kadar pek çok dönemde çeviri, bilgi ve düşünce akışının temel taşıyıcısı olmuştur.

Günümüzde azımsanamayacak bir kısım okur çevirinin öneminin farkına varmıştır. Özellikle nitelikli edebiyat ve felsefe okurları, bir metnin niteliğini değerlendirirken çevirmenin emeğini de hesaba katar. Bu durum, çevirinin yalnızca görünmez bir aracı olmadığını, aynı zamanda bilinçli okuma pratikleriyle değer kazandığını gösterir. Ancak Lawrence Venuti’nin (1995) işaret ettiği “çevirmenin görünmezliği” olgusu, günümüzde hâlâ baskın bir gerçekliktir. Çevirmen emeğinin, özellikle yaygın okur alışkanlıklarında ve yayıncılık pratiklerinde yeterince görünür kılınmadığını söylemek gerekir.

Çevirmenin görünmezliği yalnızca metnin içsel akışında değil, aynı zamanda dijital çağın pratiklerinde de yeniden üretilmektedir. Çoğu çevrimiçi kitap satış platformunda ya da popüler kitap değerlendirme sitelerinde çevirmen isminin hiç belirtilmemesi veya yüzeysel biçimde geçiştirilmesi, emeğin değersizleşmesine yol açmaktadır. Oysa bir kitabın yazar kimliği nasıl ki ayrılmaz bir biçimde görünür kılınıyorsa, çevirmenin adı da aynı titizlikle görünür olmalıdır. Bu, hem bireysel emeğe saygı hem de kültürel üretim sürecinin şeffaflığının gereğidir.

Walter Benjamin’in (1923/2000) “Çevirmenin Görevi” başlıklı ünlü makalesinde belirttiği gibi, çeviri yalnızca orijinalin yeniden üretimi değil, onun dilsel ve düşünsel ufkunu genişleten yaratıcı bir eylemdir. Benjamin’e göre çeviri, metnin “hayatını” uzatır ve onu başka bir dilde yeniden doğurur. Bu bağlamda çevirmen, yalnızca teknik bir aracı değil, aynı zamanda bir tür ikinci yazar konumundadır. Dolayısıyla görünmezliği, aslında kültürel üretim sürecinin merkezindeki bir figürün silikleşmesi anlamına gelir.

Venuti (1995) ise Anglo-Amerikan yayıncılığında çevirmenlerin özellikle “akıcı” ve “saydam” çeviri beklentisiyle görünmez kılındığını belirtir. Okurun metni “orijinalmiş gibi” okuması istenir; bu ise çevirmenin emeğinin metinden silinmesine yol açar. Bugün Türkiye’de de benzer bir eğilim gözlemlenmektedir. Çeviri, okura “birebir çeviri” sunmak zorundaymış gibi değerlendirilir, çevirmenin kararları, yorumu ve yerelleştirmesi çoğu zaman göz ardı edilir.

Çeviri süreci, yalnızca teknik bir aktarım değil; sabır, uzmanlık, birikim ve ayrıntılara dikkat gerektiren bir uğraştır. Kitap çevirisi söz konusu olduğunda bu emek daha da belirgindir. Çevirmen, saatlerce masa başında araştırma yapar, bağlamı doğru yansıtabilmek için kültürel referansları inceler, sözcük seçimlerini titizlikle tartar. Çoğu zaman bir tek kelimenin karşılığı için sözlüklerin yanı sıra arka plan kaynaklarına da başvurur.

Ayrıca çeviri süreci yalnızca bireysel çabayla sınırlı değildir. Yayınevi politikaları, ülkenin sosyo-kültürel hassasiyetleri ve pazarlama kaygıları gibi birçok unsur çeviri metnini şekillendirir. Yani çeviri kolektif bir faaliyettir. Çevirmen, editör, redaktör, dizgici ve kapak tasarımcısı gibi aktörlerin işbirliğiyle ortaya çıkar. Bassnett’in (2014) belirttiği gibi, çeviri yalnızca diller arası değil, kurumlar arası bir etkileşimdir de.

Çevirmenlik, teknik bir uzmanlık olmasının yanı sıra, etik bir sorumluluk ve kültürel bir görevdir. Lefevere (1992), çevirinin her zaman yeniden yazım ve kültürel manipülasyon içerdiğini söyler. Bu nedenle çevirmen, yalnızca kelimelerle değil, aynı zamanda ideolojik ve kültürel tercihlerle de çalışır. Özellikle edebiyat ve felsefe metinlerinde, bir kavramın seçimi ya da bir metaforun aktarımı, okurun tüm metni algılayışını etkileyebilir.

Bu noktada okurun çeviri bilincinin artması önemlidir. Her okur aynı duyarlılıkla yaklaşmasa da, giderek daha fazla bilinçli okur, çeviri tercihlerinin metnin algısı üzerindeki etkisini fark etmektedir. Bu eğilim, çevirmen emeğinin tanınması açısından umut vericidir. Ancak hâlâ yaygın olan eğilim, çevirmeni yalnızca “kusurlu çeviriler” üzerinden görünür kılmaktır. Oysa çevirmenin emeğini olumlu bağlamda da öne çıkarmak gerekir.

Dijitalleşmenin hız kazandığı günümüzde, çeviri ve çevirmenlik farklı açılardan yeniden tanımlanmaktadır. Bir yandan yapay zekâ ve makine çeviri araçları giderek gelişmekte, öte yandan insan çevirmenlerin rolü daha kritik hâle gelmektedir. Makine çevirileri, yüzeysel anlam aktarımında faydalı olsa da, metnin kültürel bağlamını, ironi ve mecazlarını, üslup ve estetik boyutunu aktarmakta yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle çevirmen, hâlâ metnin “ruhu”nu koruyan ve yeniden inşa eden asli figürdür.

Dijital çağın bir diğer boyutu da çevirmenin adının görünmezliğiyle ilgilidir. Çevrimiçi satış platformlarında ya da kitap değerlendirme sitelerinde çevirmenin isminin çoğu kez arka planda bırakılması, aslında çevirmen emeğinin yeniden görünmez kılınmasının güncel bir örneğidir. Çevirmenin emeğinin dijital ortamda da görünür kılınması, yalnızca bireysel bir hak meselesi değil; aynı zamanda okur bilincini yükseltecek, kültürel üretim sürecini şeffaflaştıracak bir adımdır.

Çeviri işinin maddi karşılığı çoğu zaman emeğin yoğunluğunu yansıtmaz. Çevirmenler, uzun süreli yoğun mesainin getirdiği fiziksel yorgunlukları, zaman baskısını ve çoğu zaman yeterince takdir edilmeyen bir emeği göze alırlar. Ancak tüm bu zorluklara rağmen, çeviri birçok çevirmen için derin bir manevi tatmin kaynağıdır. Bir eserin başka bir kültürde hayat bulduğunu görmek, farklı dillerdeki okurları aynı düşünsel evrende buluşturmak, emek yoğun sürecin sonunda elde edilen en değerli ödüldür.

Çevirmen, her kitapla birlikte yalnızca başka bir dildeki okurları değil, aslında kendi dilini ve kültürünü de zenginleştirir. Bu açıdan bakıldığında, çeviri birikimsel bir süreçtir. Her yeni çeviri, çevirmenin kendi dilindeki ifade olanaklarını da geliştirir. Bu nedenle çevirmenlik, sabır ve dikkat gerektiren bir meslek olmanın ötesinde, kültürel katkısı yüksek entelektüel bir uğraştır.

Sonuç olarak, çeviri çağımızın hızla dijitalleşen yayıncılık dünyasında dahi vazgeçilmez bir etkinliktir. Ne yapay zekâ tabanlı çeviri programları ne de algoritmik çözümler, çevirmenin sezgisel, kültürel ve yaratıcı emeğinin yerini doldurabilir. Çeviri, hem bireysel sabır ve uzmanlık hem de kolektif işbirliğiyle ortaya çıkan bir kültürel üretim biçimidir. Görünür kılındığında yalnızca çevirmenler değil, aslında okurlar da kazanır; çünkü metinle daha sahici, daha şeffaf ve daha adil bir bağ kurma imkânı doğar.

 

Kaynakça

  • Bassnett, S. (2014). Translation Studies (4th ed.). Routledge.
  • Benjamin, W. (2000). The Task of the Translator (H. Zohn, Trans.). In L. Venuti (Ed.), The Translation Studies Reader (pp. 15–25). Routledge. (Original work published 1923)
  • Lefevere, A. (1992). Translation, Rewriting, and the Manipulation of Literary Fame.
  • Venuti, L. (1995). The Translator’s Invisibility: A History of Translation.

 

Resim: Gürbüz Doğan Ekşioğlu

Bir Cevap Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.