güvertede biriken sularda yerimi aldım
kaynıyordu deniz, ben beton tekneler
arasında penceresini indirmiş
perdesini rüzgâr altı sahiline kilitlemiş biri:
“rüzgâr altında vapur var
söyle söyle hüseyin, duysunlar
ölüler seni tekrar gömsünler
kendimize ayıracak zamanımız yok” de
evet, biraz ateşim var
dümen kovanı söndürüyor beni
özlüyorum kalan geleceğimi
fora diyorum, halat düzeni çözülsün
vira, halatlar yükselsin
bağla beni kıyılara
durdur artık köpüren yazgımı
toprak içine deniz tarihçisi
hava kötü, uzun mesafeye gidemem
rüzgârla yan yana sürükle beni
kimi şairdi, kimi mahalle muhtarı
kimi covid, kimi aç öldü arka bahçelerde
tuzu parayla aldık, küskün yazar ailesinde
beton teknede, denize açılıyorum
bakmayın kime gittiğime
yolculuğu direğe bağladım
giz üzerine açılan üç köşeli tekneleriyle
dünya turu deyin isterseniz
sonu gelmeyene
eve gitmek istiyorum
ölü şairlerim var bekleyen
onları bıraktığım kum saatinde
benim de sıram gelir
kum saatine çimento döküp sıvamazsam
günü geldiğinde
merhaba ve gülüş bıraktık, kibirden eser yok
gelin arabası gibi süslediğimiz günler
şimdi armayı tamamlıyorum açıldığım denizde
alesta hüseyin
hazır ol sıra sende
eldeki halatı çek
“atıl sancak başına” diyerek
seslen yanıp sönen fenere
_____
ERKAN KARAKİRAZ’IN YORUMU
Hüseyin Peker, ‘iyi’ şiiri de ‘kötü’ şiiri de hemen nasıl da anlayıverir… EK Dergi için bana gönderdiği ‘Ölüler Baş Ucumda’ başlıklı yepyeni şiiri, evet, iyi bir şiir. Kendisi de yıllardır şiir eleştirileri, incelemeler yayımlar. Kendi şiirini uzak/nesnel, eleştirel bir gözle okuyup değerlendirseydi ne derdi hep merak ederim.
Büyük ihtimalle önce şiirin en vurucu, en parlayan dizelerini bulur çıkarırdı. Kendi yazdıklarında da şiiri ferahlatan dizelerden önce ya da sonra mutlaka o vurucu dizelere yer verir. Dize geleneğinden geliyor çünkü Peker’in şiiri. Sözcüklerin, dizelerin, bölümlerin birbirini gerektirdiği belli belirsiz bir dizem ve izlekler -geçmişte art arda gelen birkaç kitabına aldığı şiirlerde ateşe dair bir söylemi büyütmüştü, son birkaç kitaptır suya, denize, ölüme, hastalığa, yalnızlığa dair izlekler aracılığıyla kuruyor şiirini- geleneğinden geliyor. Bu ayrıntıları da bulur çıkarırdı başkasının şiiri olsaydı ‘Ölüler Baş Ucumda’.
Sonra… Önceden hep beğenip ilgi gösterdiği bir şairse uzun uzun ele alırdı şiiri, sözü kısaltmadan/kısmadan. Aşırı yoruma kaçma pahasına övgüler yağdırırdı sözünü sakınmadan. Mutlaka ama mutlaka şairin nereli olduğunu yazardı; uzun/kısa, şiirin kendisiyle ilgili/ilgisiz, biyografik bilgiler verirdi. Şiiri, özgünlüğü, yaratıcılığı, ayrıntılardaki orijinallik ve sahiciliği açısından kazar dururdu. Pek önem vermediği, daha önceki şiirlerini beğenmediği bir şairse, ama şiir yine de iyiyse, en önemli bulduğu, şiirde öne çıkan olumlu unsurları söyler sözü kısa tutardı.
Şiirin ‘gerçeklikle’ olan bağı, her zaman ilgilendirmiştir Peker’i. ‘Ölüler Baş Ucumda’, gerçeklikle yakın temas kuran bir şiir. Her şiirde, biraz kendi üslubunun izlerini, kendisinin önemli bulduğu, şiir yazımında başat özelliklerin peşinde koşar. Kendi yazdığı şiire yaklaşımı da bu yöndedir. Sürekli kendini arar; kendini arayıp bulmanın, sonra tekrar yitirmenin şiiridir onunki. Bu öyle bir arayıştır ki şiiri deneyimin, yaşamın bir özeti gibidir. Onun şiirinin gerçekliği, çoğu zaman bir duygudaşlık hissi doğurur. İnsanın en gizlisini açık eden üryan bir pervasızlıkla, okurunu, aynanın karşısında kendi kendini dikizliyor gibi hissettirir. ‘Ben miyim bu şiirde konuşan?’ diye düşünür okur; ‘Ben miyim, Hüseyin Peker mi konuşan?’ İşte öyle, yaşamın tam ortasından akan, sahih bir şiirdir onunki. ‘Ölüler Baş Ucumda’ şiirinde, kendine seslenir kendi kendine tembihte bulunurken söylediği gibi, hep ‘alesta’ bekleyen, diri, kendini yenileyen bir şiirdir.
Peker olsa, bu şiiri kendisi eleştiriyor olsa, o da böyle derdi.
Gözüme çarpan dizelerle bitireyim: ‘rüzgâr altında vapur var/ söyle söyle hüseyin, duysunlar/ ölüler seni tekrar gömsünler/ kendimize ayıracak zamanımız yok’; ‘yolculuğu direğe bağladım/ giz üzerine açılan üç köşeli tekneleriyle/ dünya turu deyin isterseniz/ sonu gelmeyen’ ve ‘hava kötü, uzun mesafeye gidemem/ rüzgârla yan yana sürükle beni’.