Pandemi sonrasındaki yıllarda pandemi öncesi düzeye bir türlü yaklaşamayan sinema seyirci sayıları bu yıl yaz aylarında iyice azalmıştı. Derken önce 29 Ekim tatilinde vizyona giren Uykucu adlı yerli yapım bir aksiyon filmi gişeyi bir hayli hareketlendirdi, ardından bu ay Haluk Bilginer’in başrolde olduğu Yan Yana bir haftada yarım milyona yakın izleyiciye ulaştı ve an itibariyle bir milyon izleyiciye yaklaşmış durumda. Bu yıl şimdiye dek yalnızca her ikisi de esasen çocuklara yönelik olan iki filmin bir milyondan fazla izleyici ulaşmış olması ışığında Yan Yana yıl sonunda yılın en çok izleyici çeken filmi konumuna yükselmede iddialı. Uykucu’nun ve özellikle Yan Yana’nın gişedeki başarıları kuşkusuz hem yerli film yapımcılarının hem de sinema salonları sahiplerinin yüzünü güldürdü (ayrıca “artık kimse sinemaya gidip sinemada film izlemiyor” minvalindeki kahvehane muhabbetlerini boşa düşürdü). Ancak öte yandan bu durum ironik biçimde daha dar bir izleyici kitlesine yönelik “sanat filmlerinin”, “bağımsız filmlerin” ve benzerlerinin kendi izleyicilerine dahi ulaşma şansını zorlaştırmış görünüyor. Örneğin dünya prömiyerini bağımsız sinemanın Kâbesi sayılan Sundance Film Festivali’nde yapmış olan Senden Geriye Kalan (Ally baqi mink / All That’s Left of You) adlı Ürdün ağırlıklı ortak yapım geçen Cuma yedi şehirde toplam 21 sinema salonunda günde yalnızca iki ya da en fazla üç seans üzerinden gösterime girebilmişti. Ancak, İstanbul’da Levent semtinde bulunan Kanyon alışveriş merkezi içindeki, İstanbul’un en revaçtaki sinemalarından biri olan aynı adlı sinema kompleksindeki 74 koltuklu küçük salonda Senden Geriye Kalan’a ayrılmış seans sayısı bir hafta bile beklenmeden ikiden bire indirildi, aynı kompleksin birden fazla salonunda zaten oynamakta olan Yan Yana’ya ise “sanat filmlerine” tahsis edildiğini vurgulamak amacıyla kapısı üzerinde “Arthouse” yazan bu salonda da seans tahsis edildi…

Filistin kökenli Amerikalı bir sinemacı olan Cherien Dabis’in yazıp yönettiği ve başrollerden birinde yer aldığı Senden Geriye Kalan İsrail’in kuruluşundan beri Filistin halkının kendi vatanlarında yersiz yurtsuz edilmelerini Filistinli bir ailenin üç kuşak boyu dramı üzerinden perdeye getiren bir çalışma. Senden Geriye Kalan’ın başlarında Dabis’in canlandırdığı bir kadın yüzü kameraya ve dolayısıyla izleyicilere dönük olarak, besbelli filmin açılış sahnesinde Filistin’de bir protesto gösterisinde üzerine askerlerce ateş açılmasını gördüğümüz genci kastederek, “size oğlumu anlatmak istiyorum” diyor ve ekliyor “ama onu anlatmak için önce onun dedesini anlatmam gerek.” Filmin Filistin halkının dramının başlangıcına dair en aydınlatıcı bölümü 1948 yılında, yani İsrail devletinin yeni kurulduğu dönemde geçen bölümü. Portakal yetiştiricisi bir ailenin portakal bahçelerini harap eden, can güvenliklerini tehdit eder raddeye gelen bombalı, silahlı saldırılarla evlerini, arazilerini terk etmeye zorlanmalarını, eşi ve çocukları uzaktaki akrabalarının yanına taşındıktan sonra evlerine sahip çıkmak için ayrılmayan babanın da nihayet esir alınıp, tapulu evlerine, arazilerine silah zoruyla el konulmasını izliyoruz bu bölümde. Daha sonraki bölümlerde ise artık kendi ülkelerinde göçmen olan ailenin göçmenlik koşullarındaki yaşamından enstantaneler perdeye geliyor, en yürek burkan sahneler ise çocuğunun önünde silah zoruyla kendini aşağılayan askerlere karşı koyamayan babadan evladının nefret etmeye başlamasına dair sahneler.
Senden Geriye Kalan’ın ana gövdesi bu minvalde, yani Filistin halkının acılarını bir ailenin yaşadıkları üzerinden aktarma işlevini yerine getirir gibi görünürken senarist-yönetmen Dabis filmin son çeyreğinde beklenmedik, sıra dışı bir gelişmeyi de anlatıya ustaca dahil ederek çıtayı yükseltiyor ve film çok daha sarsıcı bir hal alıyor. Senden Geriye Kalan bir popüler sinema ya da janr sineması ürünü olmasa da yine de bir filmin anlatısı içindeki beklenmedik gelişmelerin bir eleştiri yazısında açık edilmesinden hoşlanmayanlar yukarıdaki önermemi filmin finalini bütünüyle aktarmayacak olsam da kısmen açımlayacağım aşağıdaki paragrafı, filmi izlemeden önce okumayarak yazıyı bu noktada bırakabilirler.
Filmin sonuna doğru, Dabis’in canlandırdığı kadının Nur adlı oğlunun filmin en başında izlediğimiz gösteride askerler tarafından açılan ateş sonucu başından vurulmuş olduğunu öğreniyoruz. Nur’un beyin ölümü gerçekleşir ve hastane yetkilileri ebeveynlerinden organ bağışı için izin ister. Nur’un anne-babası, organ bağışından yararlanacak bir İsrailli asker olup başka Filistinlileri öldürürse gibi endişelerle bir müddet tereddüt ettikten sonra evlatlarının organlarını bağışlamayı tek bir şartla kabul ederler: Bağıştan yararlanacak olanlara, organları bağışlanan kişinin İsrail askerleri tarafından öldürülmüş bir Filistinli olduğu söylenecektir…


Bir Cevap Bırakın