Nurettin Rençber, adını ilk kez geniş kitlelere duyurduğu Eşkıya Türküleri’nden (1996, Kalan) 5 yıl önce, şu an herhangi bir platformdan ulaşamadığımız Dağ Türküleri ve Deniz Şarkıları’nı çıkarmıştı. 1997’de “Ayrılık Vakti” ve “Ciran” gibi şarkılarıyla yine çok sevilecek olan Kalbimdeki Yangın,1999’da ise bugün de hâlâ çok dinlenen “Karagül” şarkısını da içeren Ay Düşünce çıkacaktı. Rençber’in albümlerinin yayımlanma sıklığı daha sonraki yıllarda düşse de, özellikle de enstrümantal yapısında yetkinliği artan çalışmalarıyla öne çıkmaya devam etti. Rençber’in son teklisi “Hasretin” bu yıl çıktı. Bu yazıda, sanatçının son dönem şarkılarına gelmeden önce sanatçının müzikal yolculuğundaki duraklara uğramak ve şarkı yapma tarzı üzerine çıkarımlar yapmak istiyorum.
Nurettin Rençber, genellikle “özgün müzik” adı verilen tarza önemli şarkılar armağan etmiş bir besteci ve yorumcu. Geniş Merdiven: Müzik Yazıları’nda özgün müzik adlandırmasının bazı sıkıntılarını tartışmıştım: Bu isim “bize müziğin içeriği ve biçimi hakkında bir şey söylemiyor; bestelenmiş her müzik bir ölçüde özgün, orijinal olduğu için bir tarif de yapamıyor.” Yine de konuyla ilgilenen herkes için, neye işaret ettiği hemen anlaşılan bir ifade. Rençber’in bu tür içindeki konumu, takip ettiği, birbiriyle ilişkili ama öte yandan birbirinden farklı üç hatla tarif edilebilir.
Halk ozanı, çağdaş folk bestecisi ve hüzne meyyal şarkıların yazarı
Bu hatlardan biri, halk müziğinin olanaklarını yeni şarkılar ve türküler üretmek için kullanmak. Sazın (bağlamanın) Rençber’in hemen tüm eserlerinde önemli bir yeri olması da bunun işareti. 1997 tarihli Kalbimdeki Yangın albümünden “Dağ ve Adam” tipik örneklerden biri. İki kişilik arasındaki dramatik diyalog yöntemini kullanan ve doğu mitolojilerine göndermelerle kurulu bu şarkıda ezilen sınıftan figürlerin bütün şişinmelerine karşın boyun eğdiremedikleri Dağ’ın, bir Rençber karşısında yolları açtığını görürüz (aynı zamanda mahlas düşürmenin ince bir yolu bu). Aşık Veysel’e adanmış “Gidersin” türküsü, Veysel’in yalın ama yeni (bu ikisini birlikte yapmak sanırım melodi sanatının en zor işi) ezgilerine ve şiirlerine selam gönderiyor. Makamsal yapılarıyla öncekilerden farklı olsa da halk müziğiyle arabeskin kesişme noktasında duran “Ezo” (Eski Yara, 2004), yine iki karakterin diyalogu üzerine kurulu düet “Söyle Sunam” ve Azeri müziğine selam gönderen “Ağlama Yar” şarkıları da bu hat içindeki verimlere örnek olarak verilebilir.
Rençber’in bir diğer şarkı üretim hattı, halk müziğinin olanaklarını neredeyse olduğu gibi, yeni türküler üretmek üzere kullanmasıyla karakterize oluyor. Sözü-müziği sanatçıya ait olan “Ciran”ı Adıyaman, Urfa, Elazığ gibi bölgelerde farklı isimlerle karşımıza çıkan “sıra gecesi” türkülerinden; “Oniki Kapılı Şehir”i Alevi-Bektaşi geleneği içindeki 7/8’lik deyişlerden; Pir Sultan Abdal’ın meşhur “ekolojik” şiiri “İreçberler Hoşça Tutun Öküzü”nü halay havalarından kolayca ayırmak mümkün değil. Anonim geleneği özgün bestelerle yeniden üreten bu tarzıyla sanatçı, aslında bu toprakların son 500 yıllık halk ozanları geleneğine eklenen çağdaş bir ozana dönüşüyor. “Çağdaş ozan” tarifi, özellikle şiir mecrası içinde biraz fazla kullanıldığı için bir övgüden ibaret sanılabilir; benim buradaki meramımın “takdir”den ziyade “tasnif”le ilgili bir şey olduğunu söylemek istiyorum.

Rençber’i gönül rahatlığıyla halk müziği kadar “özgün müzik” damarı içinde anmamızı sağlayan üçüncü üretim hattı ise hüzne meyyal ve hatta seyyal, yani yalnızca böylesi tınılara eğilimli değil keder ırmağının içinde bütün gövdesiyle akan şarkıları. Sanatçının en çok dinlenen, “tıklanan” ve adıyla özdeşleştirilen şarkıları da daha çok bu hat içinde ürettikleri. En meşhurlardan biri, vals ritminde Kürdi bir ezgi olan ve “Yaslan yorgun bir çınara, derin bir ah çek” diye başlayan “Yalnızlık Yurdun Olur” (aynı adlı albüm, 2008). Aynı albümde yer alan “Aşk Sana Benzer” ve şiirle serbest söyleyişi formuna dahil eden güçlü aşk şarkısı “Karagül” bu hattın örneklerinden (Ay Düşünce, 1999). Rençber müziğini takip edenler bu örneklere (pop’un en kederli seslerinden Murat Kekilli’nin de yorumladığı) “Ayrılık Vakti”ni, Mete Artun’un doğu kemanlarına yaslanan düzenleme tercihiyle arabeskle Türk “Sanat” Müziği’nin (TSM) bitiştiği sınır hattına yaklaşan “Yürürüm”ü ve başka şarkıları ekleyecektir.
Bu hattaki şarkıların ortak yanlarından biri “zemin”le nakaratı birleştiren ve bu yapıyı genelde iki, bazen üç kez tekrarlayan verse-chorus formuysa, diğeri, hemen her zaman Kürdi makamına (veya Bozlak ayağı veya Frigyan mod) yaslanması. En nev zuhur dizilerden biri olmasına rağmen arabeskten TSM’ye, poptan özgüne, ağıtlardan marşlara, Türkçeden Kürtçeye Anadolu’nun bütün müzikal manzarasına bu denli yayılmış bu dizinin “istilacı” niteliği ayrı ve ayrıntılı bir tartışmayı hak ediyor (bunu yazarken, bunu bu vakte dek birkaç kez söylediğimi ama bir türlü de yapmadığımı fark ediyorum, belki içimden, makamsal müzik araştırmacılarına atıyorumdur topu). Öte yandan Arap müziğinden flamenkoya, hatta bazı hit şarkılarla anaakım batı popuna kadar yayıldığını göz önüne alacak olursak, bu dizinin, özellikle kadanslarda bütün şarkıları az çok birbirine benzetme gibi sıkıntılı bir dezavantajına karşılık türlü olanaklara açık olduğunu da kabul etmek gerek. Şöyle bir dönüp baktığım zaman, kendi albümlerimde kaydettiğim ve Geniş Merdiven konserlerinde söylediğimiz şarkıların çoğunun değilse de epey bir kısmının bu diziyle yazıldığını fark ediyorum. Ahmet Telli’nin tüm şiirlerini topladığı Veda Divanı’nı okuduğum şu günlerde, ister istemez bu makamda yazılmış şarkıların çoğuna ve Telli’nin bir dizi şiirlerine sızmış keder duygusunu bir araya getiriyorum. Bazen adeta “nesnesiz” hale gelen, belirgin birtakım nedenlerden ziyade bir ruh halinin ifadesine dayanan bu kederin çağın ruhunda titrettiği bir tel olmalı ki “özgün” ve “çağdaş halk” müzikleri başta olmak üzere karşımıza her gün her yerde çıkıyor.
Sanatçının son teklisi ”Hasretin”, makamsal müzik geleneği ile Akdeniz müziğini buluşturan bir hızlı kısımla sanatçının başka şarkılarında da karşımıza çıkan serbest söylenen kısımları birleştiriyor. “Çıldırasıya özlenen” bir aşka yazılmış bu şarkıyı belki “hüzünlü şarkılar” parantezine de alabiliriz ama bir dizi başka şarkıyla birlikte başka bir parantez de açabiliriz. Kürdi dışındaki makamları da kullanan, hüzünlü olsa da keder dozu daha ölçülü tutulan bu şarkıların en önemli örneklerinden biri Behçet Aysan’ın şiirinden bestelenen ve içinde bulunduğu albüme adını veren “Ay Düşünce” (başka örnekler arasında “Ezo” ve “Lal Resimler”i sayabiliriz). Bu şarkının melodisi ve düzenlemesiyle, trajik ve mücadeleci yanlar arasında Aysan’ın şiirlerinde kurulan dengeyi başarıyla müziğe yansıttığını belirtmek gerek. (Bu şarkının, Cafe Anatolia albümünde telleri doğuya bakan bir kemanla yapılmış bir enstrümantal yorumu da mevcut.)
Rençber’in müziği, haritanın her köşesinde giderek kararmakta olan bir dünyanın hüznüne müdahil olmakla kalmayan, bu karanlığa karşı sözü olan bir müzik. Müziğin engin ufkunda insanlığın şafağından bu yana önemini koruyan şarkı formunun şiirin ve ezginin gücünü birleştiren yapısı, bu sözü söylemeye olanak sağlıyor. Rençber’in şarkı ve türküleri, bu kadim formu yeniden üretmenin yanı sıra “sazı ve sözü” ile ona yeni olanaklar da kazandırmayı gözetiyor. Bunu yaparken, içinde yaşadığı ve hitap ettiği toplumla kader ve düşün ortağı olduğunu unutmuyor; Aysan’ın dizeleriyle söylersek, onun şarkılarının da “yakasında kocaman, kırmızı bir gül” var.
X: @yazilama Instagram: @prometeatro
- Bu yazıda geçen şarkıları ve bazı cover’larını içeren Spotify çalma listesi: Nurettin Rençber Essentials


Bir Cevap Bırakın