NİLGÜN MARMARA: ARKA PENCERE LAL RENGİ BİR GEZEGENE AÇILIR

Jung’ın saptadığı gibi ve bana göre de “Anneler Tanrısal’ın uçurumudur.” Ve Nilgün kendini bu uçuruma bırakmamak için çok zorlanmıştır.

Bouleuterion’da bulunan güneş saati Nilgün’ün ölümünü gösterdiğinde asırlarca sürecek olan yolculuğunu başlatıyordu. Ekim ışıkları altında arka bahçede onu bulduklarında ağzından hafifçe kan sızıyordu. Bir Kurban’a yaraşır vakarla donanmıştı bedeni. Onu yerinden kaldırdıklarında hiçbir zaman yeri doldurulamayacak koca bir beden oyuğu bırakmıştı geride .Ölümün uğultulu iziydi bu. Yazı masasının üzerinde mürekkebi kurumamış bir not duruyordu ‘sadece daktiloya çekilmiş şiirlerim basılabilir, hoşça kalın.

Nilgün Marmara bedenini Lal rengi gezegene fırlatmadan iki ay önce; son yazdığı şiirlerden biri olan Ağustos 87 tarihli ‘Gökkuşağından Darağacı’na “şimdisi yitik/bundan yazıyor/yazıyor enine boyuna/içini ve dışını ve yeri/ve göğü ve suyu/bindiği kadırga/o inince batıyor/ dizelerinde ; Zaman ve Mekan boyutlarına kendini daha da katarak daha da çoğaltarak kalem kullanışına, algılarındaki mekan ve zamana işaretler bırakışına tanıklık yapıyoruz. Zaman ve mekan Nilgün’ü her zaman etkilemiştir, kaynağa dokunmak istediği için zaman ilgi alanındaydı hep .Nilgün karşı çıkmalarını, protestosunu hep kendi özel algısında biçimlenen Zaman Mekanın köklerinden ilerleyerek yükseltmişti. Bir tür varoluşu sorgulama, yadsıma ve red etme odağından konuşmaktaydı Varoluş yazgısından silkelenme ve eğer geçebilirse başka bir güneş sitemine geçme.

Toplumlarda yakından tanıklık yaptığı yozlaşma ve kirlenmeye karşı yazdı şiirini. Kanın intikamı içinde yaşamak istemedi; bu dünyadan kirli payını almamak için de aramızdan kendi istemiyle ayrıldı. Nilgün yaşarken ve yazarken bir çok şeye karşı çıktı, protesto etti, alay etti ve bayağılıkları küçümsedi. Bunlar nelerdi!

i) Sıçramalar, yıkılışlar, devamlılık çözümleri, niceliğin niteliğe dönüşmesi, çelişki tarafından harekete geçirilen gelişmenin içsel itici güçleri, verili bir fenomenin çevresinde veya toplum içinde verili nesne üzerindeki güç şokları ve farklı bütün fenomenlerde bütün görünümlerin çözülemez karşılıklı bağımlılığı ve doğrudan bağlantısına,

ii) Hareketin evrensel sürecini belirleyen ve yasalar tarafından yönetilen benzersiz süreçlere,

iii) Gelişmenin öğretisi güç savaşlarına hep karşı çıktı.

Nilgün istem dışı doğmuş olmayı da hiç sevmedi, çocukluğunu yitirmeyi yadırgadı. Varlığa fırlatılmış olmanın çaresizliğine şaşırdı. Büyüme ve olgunlaşma ona göre değildi. Bu eylemi doğanın bir hainliği olarak görmüştü. Değişimin ağır yasalarını eleştirdi, dünyaya yönelik tehdit oklarına hafif bir gülüşle baktı. Kin ve kibir kraliçelerinden nefret etti. Ve tam da bu nedenle düzene karşı yeni bir dil geliştirerek bir diğer odaktan konuştu.

Nilgün’ün şiiri ruhunun bir çok bileşkesini ya da ayırdını taşır. Dünya düzeni ve varoluş karşısında duyduğu irkilme ve gelecekteki dünyaya göndermeler içeren şiir yapısının ana kriterleri holografik yapıdaki insanın tutsaklığı, ruhun bir bedene hapsedilmesi, özgürlük adı verilen çıkmaz sokaklar ve toplumsal yasaklar.

Şiir onun için bir kavrama ve yargı katıydı. Dünya karşısında duyduğu irkilme ve sonrası; onun şiirsel temalarıdır. Şiirinin cevherini ruhunun mayası biçimlendirdi. Ruhunun ritmi şiirinin ritmini kurdu. Bu Hermetik metinlerde gözüken ;ölüme tutkunluk içkin bir anlam taşır. Yok olma anlamında değil ama varoluşa tepki olarak belirirler. Yok olup gitmenin güçsüzlüğünde değil ancak yok olup gitmenin güçlülüğünde saklı bir istektir bu.

Kullandığı dilin özel tınıları geleneksel ya da güncel yazılmış olan şiirden çok farklıdır. Dilin yeni olanaklarını deneyen şaire; hep nört bir tavır içinde olmuştu. Hem karşı çıkma hem nötr olma; ikisi yan yana gelebilir mi! Nilgün’de bu ikili yan yana yürür. Bütün tavırların ötesinde yer alan belli bir uzaklıktan izleme ise nötr tavrın altın anahtarıdır. Yaşarken hiçlik noktasında bulunmayı seçen Nilgün: Bütün verilerin ister istemez hiçlik noktasındaki sujeye (kendisine) doğru yönelmesini sağlamıştır. Yine nötr olma; kendi içinde varoluştan alınabilecek bütün etkileri içerir. Ancak Nilgün bütün bunlara hemen yanıt vermek gibi de bir acele içinde hiçbir zaman olmadı. Nört bir tavır içinde şiir yazma eylemi de çok daha kendine has ve kendi içinde güçlü tohumunu taşır.

Şöyle diyor Nilgün; ‘Yaşamlarımız kısa mesafelerde bir kuş uçuşu kadar genç yaz ve yaşlı bahar arasında ufalanan bir yaprağınki denli rüzgarlara açık. Bu bilgi bizi inlerimizden çıkarıp (bazen de tam tersi) altuizm adlı meydana gönderiyor. Belki meydan bir pazar yeridir belki de yetişkin maskelerini sorumluluk duygusuyla yüzlerimize yerleştirdiğimiz bir çocuk bahçesidir’. Nilgün’e göre yalnız iki tür insan iyiydi; gömülmüşlerle doğmamışlar. Ancak bu odaktan baktığı dünya ; onun şiirine ışık akışını sürdürmüş ve yepyeni bir dil yaratmasını sağlamıştır. Şiirinin öz cevheri duyumsayışlar ve akıl yürütmelerdir. Onun şiiri; yakınmaların, gereksiz isyanların, umut temasının, gevezeliklerin, birbiri içinde boğulan imajsızlıkların şiiri değildir. O dünyaya yönelik tehdit oklarına hep hafif bir gülüşle bakmıştır. Kendisinin de söylediği gibi eğer ortada bir dilsizlik varsa ; yaşamsal dilsizliğini uzam ve insanın eksikliğinden almıştır. Ancak bu dilsizlik; kullanılan eski dilin suskunluğudur. Şaire’ye Şey’ler deposundan akan enerjik sözcükler varoluş özünün yeni işaretleridir ve ana programdır. Şiir evrenin kara maddesiyle ilişkilidir. Nilgün’de bu akışı yaşarken izlemekle görevliydi ta ki kendini dünyasal ölümün yani bir başka hayatın içine bırakana dek. Jung’ın saptadığı gibi ve bana göre de “Anneler Tanrısal’ın uçurumudur”. Ve Nilgün kendini bu uçuruma bırakmamak için çok zorlanmıştır.

Bir Cevap Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.