Ana Sayfa Vizör Djam: Sana Neler İçin Üzülebileceğini Bildireceğim

Djam: Sana Neler İçin Üzülebileceğini Bildireceğim

Djam: Sana Neler İçin Üzülebileceğini Bildireceğim

Kimi zaman hızlı, kimi zaman yavaş bir şeyler akıyor içimde: Dokunmuyorum, bırakıyorum gitsin. Sözcüklere bağlanamadığım için düşüncelerim çoğu zaman karmakarışık. Belirsiz ve hoş şekiller halinde ortaya çıkar, sonra kayboluyorlar, hemen unutuyorum onları. Bulantı – Jean Paul Sartre.

Yaşam içerisinde anlam arayışımız söz konusu olduğunda, bireylerin belli bir noktaya doğru çekilme hızları kontrol edilemez bir hal alır. Kişisel problemlerimiz, sevdiklerimiz ve sevmediklerimiz hepsi başımızın belasıdır. Sevgi ne denli yorucu bir zorunluluk ise, sevgi nesnesinin bertaraf edilmesi de en az onun kadar yorucu olmakla beraber heyecan verici bir oyundur. Yine de birçok dostumuz bu tatlı oyun içerisinden net bir sonuca varamaz. Çünkü kaçınılmaz olarak her insan, hatta en başına buyruk olanlarımız dahi, bu kısır döngü içerisinde kaybolup gitmeye mahkûmdur. Hayatın manasız zorluğu yetmezmiş gibi, sırtımıza ağır ama renkli bir çanta alıp onu yanımızda sürekli gezdirmenin teşvik edildiği bu zamanda, sadece çok hızlı hareket edebilmek gözlerimizi kör eder. Fakat bu çok nadir gerçekleşen deneyim, ortada olan yaygın ‘‘iç boşluğunu’’ telafi edebilecek kuvvette değildir.

Söz konusu yaşamın anlamlandığı o ufak anlar olduğunda, eğer hâlâ saf koşullar altında bu durum kendini mümkün kılabiliyorsa bir şeylere dair umut var demektir. Bir yandan da arzu ettiğimiz bu umut, sadece gayrimeşru korkuların meşru yöntemlerle savunulabileceği bir tutarsızlık denklemi içerisinde kabul görüyor. Çevremizde olan her türlü saçmalığa gözlerimizi kapatmak konusunda hür olmakla beraber, bizim dünyamıza pek etkisi olmayan uzak felaketlere karşı büyük bir tepki duymak zorundayız. Duygularımızın sınırları hiç farkına varamadığımız sebeplerle belirlenmiş durumda. Biz dışında tüm insanların kötülüğün kıyısında gezdiği ama ben olarak asla onlardan birisi olmayacağımız bu iyi niyet çukuru içerisinde dünya nasılsa her daim rengârenk görünecek. Keyfini çıkarmaya bakalım.

Böyle bir kısır döngüye sıkışıp kalmak istiyorsak neler yapmamız gerektiği konusunda gerçekten öğretici sayılabilecek bir filmden bahsetmek istiyorum. Tony Gatlif’in son filmi olan Djam (2017) aradığımız her şeyi karşılamak için mükemmel bir örnek. Filmin konusundan kabaca bahsedersek, Yunanistan’dan İstanbul’a doğru yola çıkan genç bir kadının umarsız maceraları demek en anlamsız tanım olacaktır. Çünkü filmde anlamlı sayılabilecek o kadar fazla şey bir arada bulunmakta ki, hep beraber dünyanın en anlamsız bütünlüğünü oluşturmayı başarıyorlar. Filmin kendisinin de tam olarak neden bahsetmek istediğiyle ilgili bir kaygısı olduğunu söylemek çok güç. Senaryo sayısız karakterin hızlıca bir yerlere doğru koşturduğu ama kimsenin varması gerektiğini düşündüğü yere asla varamayacağı kaotik bir dünya içerisinde, izleyiciye keyif alabileceği bir dram kokteyli olarak kurgulanmış durumda.

Egemen Batı kültürünün güncel olarak kendine dert edindiği tüm hassas noktalar, göçmen sorunları, cinsiyet kimliklerine dair tartışmalar, ırkçılık, sosyal adaletsizlik ve saymaya devam edersem asla sonu gelmeyecek daha fazlası, birbiriyle hangisinin daha çok duyarlılık uyandıracağına dair üzüntü verici bir yarışa girmek adına sahneye dizilmiş piyonlar gibi arzı endam etmekte. Kâh bir cinsel yönelim karmaşasına yönelik yadırgama göndermesi yapılırken, birkaç saniye içerisinde kapitalist bankacılar emekçi insanların mülklerine el koyabiliyor. Bu durumun defalarca tekrarlanması ortaya konan duyarlılığın boş ve anlamsız bir görüntüye bürünmesini sağlıyor. Genç kadının yolcuğu sırasında karşısına çıkan sayısız ilgi çekici karakter ise yüzeysel olarak tanıtıldığından, filmde arka planda ilerleyen anlamlı bir ara hikâyeden bahsetmek mümkün değil.

Bütün bu kargaşa içerisinde, filmin müziklerinden özel olarak bahsetmek gerekiyor. Yunan ve Türk kültürünün en keyifli ezgilerini, Ege’nin gizli bir köşesine saklanıp bizim keşfetmemizi bekleyen eski bir tavernada bulunma duygusunu doyasıya yaşıyoruz. Bunun dışında filmin vaat ettiği pek bir şey yok. Niyet okumak gibi bir zorlamaya girmeden, filmden anlamlı bir amaç çıkarmayı istersek dahi, iyi niyetle bir ‘‘boş verin gitsin’’ çağrısı söz konusu. Madem bize dokunmadığı sürece hiçbir şeyi ciddiye almıyoruz, en azından çok da problem çıkarmayacak durumlar üzerinde duyarlıymış gibi görünmenin kimse için pek bir tehlikesi olduğunu düşünmüyorum.

 

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl