“Hayatınızda bazı şeylere vakit ayıramıyor ya da hep geç mi kalıyorsunuz? Bırakın sizin yerinize hayatınızı biz yaşayalım! Yani, isteyin biz, siz olalım!”
Potansiyel müşterilerimize gönderdiğimiz mail bülteninde şirketimiz kendini bu satırlarla tanıtıyordu. Biz kim miyiz? Cosbirey. Yani, isteyen müşterilerimize hayatlarının istedikleri alanlarında cosplay hizmeti sunan bir asistanlık şirketi. Ya da şirketiydik demem artık daha doğru olur.
Sanırım hak verirsiniz ki, ülkemizde özel sektörün hâlâ rayına oturamaması ve devletimizin vergilendiremeyeceği sektörleri masadaki kuş boku gibi görüp ortadan kaldırmasından dolayı bu sözleri bir TEDx konuşmasından değil de şartları hiç de fena olmayan bir hapishane hücresinden yazıyorum. Açıkçası buraya tıkılana kadar yazı yazmayı hiçbir zaman aklımdan bile geçirmemiştim. Gerçekten girişimcilikten anlayan bir hakimin önüne çıkana kadar, kendimi süresiz ücretsiz bir tatil olarak görmeye zorladığım bu süreci girişimci gençlere ne yapmamaları gerektiğini anlatan yazılar yazarak geçirmeye çalışıyorum.
Kafanızda iyice otursun diye isterseniz size bu dahiyane fikrin altında işleyen sistemden biraz bahsedeyim. Ne dersiniz?
Örneğin, siz zengin bir iş insanısınız. Günlük plan çizelgeniz aralardaki boşluklara bir kağıt bile giremeyecek kadar sıkı. Bir yandan da ilgilenmeniz gereken aileniz, doğum günlerini unutmamanız gereken şımarık ve doyumsuz çocuklarınız var. İşte tam bu noktada biz devreye giriyoruz. Sizi tanımak için kaydı sadece bizde mahfuz toplantılarla sizi analiz ediyoruz ve hayatınızda yöneteceğimiz alanlarda size kendinizden bile daha çok benzeyen cosplaylerinizi pardon, cosbireylerinizi devreye sokuyoruz. İş ve aile hayatınız en az siz varmış gibi yürürken siz de metresinizle güzel bir güney tatilinin keyfini çıkarıyorsunuz.
Tabii ki hizmetlerimiz sadece iş dünyasıyla kısıtlı değil. Çok gizli portföyümüzde ne bürokratlar, ne milletvekilleri ne yüksek mevkili insanlar var bilseniz! Yoksa Millet Meclisi ve genelde yürütme organımız neden böyle sanıyorsunuz. Tabii ki şirket olarak bizim bunda bir dahlimiz yok. Oralar hep öyleydi. Neyse, bu gereksiz bir bilgiydi, devam edelim, siz de bu son cümleyi hiç okumadınız varsayın!
Gördüğünüzde başınızı döndürüp, zaman-mekan hissinizi ortadan kaldıracak kadar bol sıfırlı banka hesaplarına sahip bu insanlara sunduğumuz bu hizmetin ‘özel’ olduğunu söylememe gerek yok sanırım. En azından işin başlarında öyleydi.
Saat gibi işleyen sistemlerde bile zamanla bozulmalar görülür. Bizim sistemimizde de oldu bu. Sistemimize anlayamadığımız bir şekilde orta gelirli kişiler de dahil oldu zamanla. Fakat bu durum bir süre sonra toplumsal bazda bazı küçük infiallere sebebiyet verdi. Şöyle örnek vereyim: Bir üyemizin noterde işini hallettiği sırada üyemize tesadüf eden bir arkadaşı, üyemizin aynı anda İnstagram’da Pierre Loti’de sevgilisiyle kahve içerken fotoğrafını görünce, bu ve buna benzer birkaç olay bazı küçük evliya hikayelerinin doğmasına sebep oldu. Hatta olaylar küçük küçük ulusal basında da yer almaya başlamıştı ki, şükür, hizmet sunduğumuz bazı medya patronları durumu toparladı. Dediğim gibi bu yine de ‘özel’ bir hizmetti ve bazı küçük suç ortaklıkları zamanla yüzeysel de olsa bir kardeşlik yaratır. Sonuçta, biz sadece bir asistanlık şirketiydik.
Başkasının parasını çarçur etmek için amansızca konuşan bir girişimci sunumu yapar gibi anlattığımın farkındayım. Biraz başınızı ağrıttım. Fakat bu işe lisede sınava giren adaya benzeyen sahte adaylar sokarak başlayan bir girişimci olarak, şarap gibi zamanla posasını ata ata damıttığım bu sistem söz konusu olunca ister istemez çenem düşüyor. Sonuçta bu sektörü ben kurdum ve eğer bir şeyi yoktan var etmediyseniz bu öfkemi anlayamazsınız. Kendime sektörel panteonda bir tanrı diyebilirim.
Neyse! Sistemimizin köküne kibrit suyu döken ilk olayı anlatmak isterim. Zira, acısı hâlâ kalbimde ve banka hesabımın tedbir konulan bakiyesinde saklıdır.
Operasyonlarımızı yürütmek için Mecidiyeköy’deki Profilo AVM’ye yakın bir apartman dairesini merkez olarak kullanıyorduk. Bilindiği gibi Profilo AVM, 90’ların yitip giden ekran ünlülerinin belki yeniden parlarım ümidiyle sık sık tiyatro oyunlarını sergilediği bir yerdi o günlerde. Buralardan şirketimize ekmek çıkacağını düşünmüştüm. O sıralar 90’larda çok ünlü olup daha sonra dünyadan varlığı silinmişçesine ortadan kaybolan, gece kulüplerinin artık aranmayan yıldızı Dr. Celal’in kariyerini düzeltmekle meşguldük ve açıkçası Celal’in bırakın kariyerinde, hayatının her alanında faaliyet yürütmemize rağmen büyük sıçışlardaydık. Dr. Celal’in hayatını o kadar kontrol ediyorduk ki, Dr. Celal sadece tuvalete kendisi olarak gidiyordu diyebilirim. O kendisi olarak sıçıyordu biz de Cosbirey olarak ondan aldığımız tam yetkiyle onun iş hayatında sıçıyorduk. Hayatı ve kariyeri fazla su verilmiş bir pilav gibiydi, toparlanamazdı. İlan edemesek de başarısız bir operasyondu ve rotayı başka bir işe yöneltmenin zamanı gelmişti. Sonuç olarak zamanında her duvarı süsleyen kuşe kâğıdı parlak poster, zamanı geldiğinde tuvalet kağıdı olacaktır.
Operasyon ekibinin, çıkarma planlayan bir kurmay karargâhı gibi Dr. Celal’in dosyası üzerinde tam performans çalıştığı bir günde sekreterimiz Sevgi, kapıyı çalmadan odaya daldı ve bana dönerek: “Abi yeni bir sucuk geldi.” dedi. Kafamı masadaki raporlardan kaldırmadan “Hakiki sucuk mu?” diye cevapladım. Sevgi, ellerini sadece dirseklerinden kırıp bir uzunluk ölçüsü belirtir gibi yaparak “Hem de nasıl! Tam hizmet almak istiyormuş” dedi. Herhalde anlamışsınızdır, ‘sucuk’ Cosbirey olarak danışanlarımızın hangi gelir seviyesinden olduğunu anlatmak için kendi aramızda kullandığımız bir koddu. Peki bunun sucukla ne alakası var derseniz, bildiğiniz üzere gerçek bir kasap sucuğunun değeri asla fiyat-performansa vurulamaz. Ve bunu bilmiyorsanız üzgünüm, ama danışanımız ya da ‘sucuğumuz’ olamazsınız. Bu arada portföyümüzdeki o koca koca iş insanları, bürokratlar, milletvekilleri kendilerinden ‘sucuk’ diye bahsettiğimizi bilseler ne hissederlerdi acaba?
Cosplay hizmeti sunacağımız yeni sucuğumuzla ilk görüşmemiz gayet olumlu geçmişti. Beraber çalışabileceğimizi görmüştük. Kendisi 2000’lerin ortalarında müzik sektörüne göğsü açık bırakılan transparan gömleklerle girmiş bir fantezi şarkıcısıymış. Daha sonraları fantezi demode olunca, kendisine sıçacak yer bulamayan köpekler gibi her tarzı deneye deneye, içinde bol öpücük atmalı, cinsel göndermelerin olduğu ucuz popa kadar kaymış. Bu kayışının sonunda da ‘Kare Orhan’ isimli bir yapımcının şirketine kadar düşmüş. Açıkçası, adına Tayanç diyeceğimiz bu arkadaşın zirveyi göremeden fosseptikte biten kariyerini çok sevmiştim. Çünkü şirketimiz Zincirlikuyu’da branda altında yatacak kadar düşen eski yıldızları daha uzun ömürlü yol arkadaşları olarak görmüştür hep.
Tayanç ile daha sonraki toplantılarımızda yanında Kare Orhan’ı da görmeye başladık. Hatta daha sonraki toplantılarımızda Tayanç’ı masadaki bir peçetelik konumuna indirgeyip sadece Kare Orhan’la muhatap olmaya başladık diyebilirim. Çünkü Orhan, Tayanç’ın abisi, hamisi, yapımcısı ve en önemlisi yaşadığı düşüşte kurtarıcısı olarak tüm inisiyatifi eline almıştı. Tayanç artık nasıl bir sözleşmeye imza attıysa Orhan “Git oğlum şu sopayı getir!” dese ikiletmeden yapacak durumdaydı.
Gece hayatı, sosyal hayat, aile ilişkileri vs. alanlarda Tayanç’ın yerine geçecek adaylar sunduğumuz bir toplantıda, Tayanç terzi provası için kısa bir süre aramızdan ayrılmıştı. İlk defa Kare Orhan’la baş başa kalmıştık. Kendimi bir anda ilk buluşmasında karşısındakiyle ortak konu bulmaya çalışan bir ergen gibi hissettim. İnsanla elbette bir süre sonra ortak bir konu bulunabilir, ama karşınızdaki kare şeklinde yontulmuş bir kütükse, bu durumla ilk kez karşılaşmıştım. Aslında konu da hazırdı: Tayanç’ın cosplay operasyonu. Fakat dediğim gibi Orhan hisli bir kütüktü. Masadaki sessizlik o kadar uzamıştı ki artık Orhan’ın önünde ben olmama rağmen arkamdaki duvarı izlediğime emindim. Sadece bu sabır oyununa son vermek için “İçinize sinmeyen bir cosplay profili oldu Kara Orhan Bey” diye sordum. “Kare canım kardeşim, Kare Orhan!” diye yanıtladı iki işaret parmağıyla havada görünmez bir üçgen çizerek. Kare Orhan, ilkokul geometri bilgisinden bile yoksun jestinin yanlışlığına aldırmadan devam etti: “ Şimdi bu kadar zamandır toplanıp ediyoruz, ama ben de bir iş insanıyım yani. Bu Tayanç’a bu kadar yatırım yaptıktan sonra inşallah en kısa vadede getirilerini görürüz. Yoksa…” Tam bu esnada dışarıda havlayan bir köpeğin sesi odada çınladı. Sesten rahatsız olan Orhan, odanın kapısının önünde bekleyen adamına birazdan kuracağı cümlede hiçbir anormallik yokmuşçasına: “Şu köpeğe söyleyin sesini kessin.” emrini gönderdi. İşte o an Kare Orhan’dan gerçekten korkmam gerektiğini anladım. Köpek kendisine gönderilen emri anlamış gibi sesini kesti. Karşımdaki insan öyle ya da böyle herkese iradesini geçirebilecek kudrette bir insandı ve bu iradenin kudretine insan olmayanlar da dahildi.
O toplantıdaki üzeri kapalı gibi görünen açık tehditten sonra vakit kaybetmeden Cosbirey operasyonlarına başladık. Geçen süre zarfında Tayanç da yeni bir single ile piyasaya bomba gibi döndü. Fakat şarkının başarısına rağmen ne yaparsak yapalım Tayanç’ın etrafında istenilen ilgiyi yaratamıyorduk. Bomba belli ki elimizde patlayacaktı. Tayanç’ın cosplayleri her yerdeydi. Galalarda Tayanç vardı, müzayedelerde Tayanç vardı, tanıtım toplantılarında Tayanç vardı. Hatta sokak röportajlarında bile Tayanç’ın cosplayleri mikrofona konuşurken, arkadan geçen insanların arasında bile Tayanç’ın cosplayleri vardı. Tüm bu çabalara rağmen geçen üç ayın sonunda küçük bir magazin sitesinin bile dikkatini çekememiştik. Aceleye getirilmiş bir operasyon oluyordu, ama hedefi bu kadar ıskaladığımız hiç olmamıştı. Aslında karşı cepheden bakarsak durum stabildi. Tayanç, hayatı boyunca hiç yıldız olmamıştı ki, bu sefer medyada biraz daha görünür olmaya çalışarak yıldız olamıyordu. Kare Orhan faktörünü de çıkarırsak durum son derece normaldi yani.
Her yanımızın Tayanç kaplandığı yorgun geçen günlerin birinde ofisten çıkıp arabamın olduğu otoparka gitmek için sokağa dönerken siyah bir Passat önümü kesti. Aracın içinden inen Orhan kadar keskin hatlara sahip dört yarmadan biri kibarca Kare Orhan’ın davetlisi olduğumu beyan etti ve Orhan’ın adamları tarafından araca tıkıldım.
Araçtan adeta tükürüldükten sonra genişçe bir salona girdik. Sanırım Orhan’ın sahibi olduğu bir düğün salonundaydık. Orhan pistin tam ortasına bir masa koydurmuş, oturduğu yerden yine o donuk bakışlarıyla bana bakıyordu. Düğün salonunda sadece kırmızı loş ışıklar açıktı. Orhan’ın düş dünyasını bilmediğim için korkudan popo kaslarımı o kadar sıkmıştım ki arasına bir tüy bile giremezdi. O esnada dışarıdan belli olmasa da içimden “Allah’ım inşallah Orhan heteroseksüeldir, Ya Rabbim!” diyerek dua ediyordum. Çünkü mekanın ve ışığın insanlığın en kadim zamanlarından beri mesaj içeren semboller olduğunu biliyordum ve korkularım bir anda gerçek olabilirdi.
Kare Orhan küçük bir el hareketiyle karşısındaki sandalyeyi işaret etti. İşaret ettiği yere oturdum. “Ne olacak böyle? Tayanç hâlâ parlamadı. Bırak parlamayı bir kıvılcım bile yok.” dedi. “Kare Orhan Bey, şimdi biz stratejimizi orta ve uzun vadeli…” diye anlatmaya girişmişken, zaten fazlasıyla büyük olup burnumun dibinde daha da büyüyen eliyle sözümü kesti. Nefes darlığı krizini andıran derin bir nefes aldıktan sonra: “Strateji falan anlatıyorsun, yok uzun vade falan filan, ama ben sana bendeki vadeni anlatmak için satrançtan bir örnek vereyim mesela” dedi ve sol eliyle bir zar sallama hareketi yaptı. Jesti karşısında makarnaya dönen beynimin etkisiyle: “Abi, bununla birlikte iki oldu. Yaptığınız jestlerle verdiğiniz örnekler tutarsızlık gösteriyor.” demiş bulundum. Ağzının içinde bir şeyler geveleyip –sanırım kallavi bir küfürdü bu geveleme- ciddi bir şekilde devam etti: “Mesela kale düz gider, sadece düz.” Bir nefes daha aldı. “Piyonlar mesela, düz gider, çapraz yer. Allah’ın hikmeti. At büyük l(L) şeklinde gidiyordu değil mi?” diye sordu bana. Şaşkın bir şekilde “Evet abicim. Zaten küçük l(L) aynı zamanda büyük I’dır.” diye cevapladım. Ben zaten absürt giden diyalogu daha da don lastiğine çeviren bir cevap verince bir sifon çekilmiş gibi söyleyeceğini uzatmadan bir çırpıda söyledi: “Bir ayınız var. Tayanç işini çözdünüz, çözdünüz! Çözemezseniz işi ben devralırım, ama sen olmazsın, tabii ki hayatta da”
Bu başı sonu belli olmayan, anasız babasız kıssanın bana düşen hissesi, Kare Orhan’ın şirketimizin çalışma prensiplerini hiç anlamamış olmasıydı. Ve daha da kötüsü canımı alma tehdidini sırf havalı olsun diye, hiç anlamadığı satrançtan metaforlar seçerek aktarması oldu. Gerçekten korkulacak adammış doğrusu! Bu kadar lafı aşureye çevirip, bu kadar keskin bir sonuca bağlaması su katılmamış bir psikopatlıktı.
Lafı fazla uzattığımın farkındayım, ama Kare Orhan’ın o tehdidinden sonra stratejimizi daha da sıklaştıramazdık. Zaten antrenman taytı kadar sıkı bir program izliyorduk. Daha fazla Tayanç cosbireyinin işleri toplayacağı düşüncesiyle piyasaya daha fazla Tayanç sürdük. Nicelik niteliği düşürür prensibine bağlı olarak, bu Tayançlar çok kısa sürede olduğu kadar eğitilip sahaya sürülmüştü. Burada bir parantez açmak isterim. Normalde Cosbirey, cosplayini yapacağı danışanlarının istedikleri alanlarda en ince ayrıntısına kadar eğitir cosbireylerini. Şartlar olağanüstü kötü seyredince, bir kereye mahsus bu prensibimizi atlamak zorunda kaldık.
Piyasaya sürülen koloni koloni Tayanç, ilk zamanlarda gözle görülür bir popülerlik yarattı. Galalarda Tayanç, açılışlarda Tayanç, sokak hayvanlarına mama dağıtma etkinliklerinde Tayanç. Hatta Cuma namazı çıkışlarında da Tayanç… Artık her tuşa basıyorduk. Üç kişinin grup oluşturduğu yer insan öbeğinden bir Tayanç fırlıyordu. O kadar ki bu sonsuz enerji bir vitamin markasının dikkatini çekmiş olmalı, vitamin reklamlarında bile kadın voleybolcular değil, Tayanç vardı. Kare Orhan da haliyle gidişattan memnundu. Haftalık Tayanç raporlarını gülerek okuyordu artık. Şirketimize karşı takındığı katı tutum yerini güler yüze bırakmıştı.
Her şey rayına oturmuş gibiydi. Hatta insanı korkutacak kadar yolundaydı. Şimdiye kadarki en batak operasyonumuz en parlak operasyonumuz haline gelmişti.
En kârlı cosplay operasyonumuzun keyfini sürdüğümüz o günlerde küçük bir muhasebe hatası MASAK’ı harekete geçirdi ve tüm sucuklar mangaldan yere devrildi. MASAK operasyonunu yediğimiz ilk zamanlarda hâlâ elimizde kalan tüm Cosbirey operasyonlarını yer altından yönetmeye çalıştık. Fakat sahadaki cosbireylerle iletişim kopmuştu artık. Durumu Tayanç üzerinden anlatmak gerekirse, Tayanç, cuma namazını kılıp aynı gün Amsterdam’da Red Lights bölgesinde çılgın partilerde beliriyordu. Cosplaylerin aralarındaki irtibat ve koordinasyon bu kadar yok olmuştu yani.
Daha önce çok nüfuzlu ve zengin bir portföyümüz olduğundan bahsetmiştim. Bu baskın o kısımlardaki operasyonlarımızı da çözüp yerle bir etti. İstemeden memlekette bir kodaman enflasyonu da yarattık. Birçok özel kurumu ve kamu kuruluşunu işlemez hale getirdik. Aklınıza gelebilecek her bir kurumun yönetim kurulu üyelerinin her birinden en az dört tane vardı piyasada. Tüm devrimci yeraltı örgütlerinin bu ıslak rüyasını biz sadece para uğruna yaptığımız küçük bir salaklıkla başardık. Bu yüzden salaklığın itici gücünü asla yabana atmayın!
Yazının en başında bu metni tek kişilik bir hapishane hücresinden yazdığımı belirtmiştim ya size. Mesela, Kare Orhan da orada burada beni öldürdüğünü anlatıyormuş. Kare Orhan’ın aklı da vücut şekli gibi dümdüz ve köşeli. Türkiye’nin en kalburüstü insanlarına bu fazlasıyla dahiyane hizmeti sunan şirketin sahibi de kendi yarattığı bu hizmetten faydalanmaz mı sizce?
Resim: Giorgio de Chirico
Bir Cevap Bırakın