Tolstoy, sanat nedir sorusunun yanıtını on beş yıl arar. Sanat Nedir[1] isimli yapıtındaki denemelerinde en çok bu soruya yanıt bulmaya çalışır. Verdiği yanıtsa; “Sanat, bir duyguyu yaşayan insanın, o duyguyu bilerek ve isteyerek başkalarına aktarma olayıdır.” der. (s.10)
Tolstoy’un, gayet basit bir tanımla yaklaştığı bu soruya, Bernard Shaw’ın çok basit ve bir o kadar da gerçek olan yanıtını anımsayalım: “Sanata gerçekten aşina insan, kendini, yalnızca sanatkârın sesinde bulur.” (s.11) Tolstoy, bir eserin sanat eseri sayılabilmesi için sanatın tüm inceliklerini taşıması gerektiğine inanır. Bir sanat eserinde olması gereken öğelerin en önemlisinin biçim olduğunu söylüyor. Biçimi, içerikten yoksun bir biçim değildir. Yazarın anlattığı konuya dair tüm gerçekleri çok iyi bilmesi gerektiğine inanır. Biçimin önemini şöyle belirtir: “Biçim uygun değilse, hiçbir hikâye, şarkı, melodi, resim, heykel, dans, oyun, süsleme ya da yapı, yaratıcısının duygusunu seyirciye ya da dinleyiciye taşıyamaz. Bir şeyin sanat eseri olup olmaması biçime bağlıdır. Faydalı ya da zararlı bir duygu, biçiminin etkileyiciliğiyle yaygınlık kazanıyorsa o sanat eseridir.” Tolstoy’a göre, bir sanat eserinin konusu ne olursa olsun, etkileyici biçimiyle dinleyiciyi ya da okuyucuyu etkileyebiliyorsa gerçek bir sanat eseridir. Onun sanat eserinde aradığı özelliklerin en önemlisi biçimdir. Bu, gerçekte de öyle değil midir? Yazar ve şairler de yıllarca bıkmadan usanmadan yazarak veya araştırarak kendilerini ifade edecek en uygun biçimleri aramıyorlar mı? Biçim ve içerik dengesi, ustalık işidir. Aynı zamanda gerçek bir yazın emekçisinin de alfabesidir. Yaşamın yeni bir yönünü tanıtan böylelikle de yaşamın bilinmeyenlerini bilinir yapan ve yaşama bakışımızı değiştirebilen her eser, gerçek bir sanat eseridir.
Yazar, bir sanat eserinde mutlaka olmasının önemine değindiği ikinci özellik ise, samimiyettir. Tolstoy’un, asıl anlatmak istediği bir sanat eserinde yazarın gerçekçiliği içtenliğiyle okura en uygun biçimde anlatmasını bilmesidir. Kendisi, bu duygularını şöyle ifade etmiştir: “İçten gelmeyen, bununla birlikte mükemmel ve önemli bu tür görüşlerin arkasında gizlenen küçük bir doğru, gerçek bir sanat eserinin temel ilkelerinin yerini alacaktır: Gerçek duygu ve uygun biçim.” (s.14)
Gerçek bir sanat eserinde aradığı üçüncü özellik ise şudur: Bir sanat eserinin insanlığa hangi duygu ve düşünceleri yaydığı, o sanat eserinin niteliği açısından diğer sanat eseriyle arasındaki farkın ne derece önemli bir fark doğuracağı gerçeğidir. Bunu Tolstoy’un, değerlendirmesiyle anımsayacak olursak: “Gerçek bir sanat eserinin, dışarıya yaydığı duyguların insanoğluna yarar sağlaması ya da zarar vermesinin, eserin değerlendirilmesinde büyük bir fark doğuracağı açıktır.” (s.14)
Aradığı dördüncü özellik, sanatın sadece teknik bir el becerisi olmadığının bilinmesidir. Tolstoy, sanatın bilimle eş değer bir konumda olduğunu da belirtir. Yazara göre bir sanat eseri şu özelliğinden dolayı teknikten ayrılır: “Çünkü genel yaygınlığıyla ve sanatçının ifade ettiği duyguları başkalarına geçirebilmesiyle insan duygularını biçimlendiren, oluşturan ve geliştiren şey sanattır. Bu gerçekten yola çıkan yazar Saltounlu Fletcher’dan şu alıntıya yer verir: “Bir adamın bütün balatları yazmasına izin verilseydi (Fletcher’ın hayatı müzik, şiir ve sanat demekti) o, bir ulusun kanunlarını kimin yapması gerektiğiyle ilgilenmeyecekti.”
Okuduğu bir eserde en çok yazarın içtenliğinden etkilendiğini öğreniyoruz. Yazarların gerçeği ve içtenliği, sanat kaygısından daha önemli tutmalarını bilmeleri Tolstoy’u etkiler. Sanatın en gerçekçi görevi, yaşamın tüm gerçeklerini olduğu gibi sahneye aktarabilme yetisidir. Sanatçının bilgeliği anlatılmak istenen ana öğenin, yaşamın sahnesinde sahne almasını sağlamasıdır. Bir sanatçının başarısı da biçemi ile gerçekliği arasında kurduğu köprüdür. Yazılanlar ve yaşananlar arasındaki farkı hiçe indirgemesini bilendir gerçek sanatçı. Tolstoy, burada yaşamla yazılanı özdeştirmiştir.
Onun, sanat anlayışına biraz daha yakın olduğunuzda, asıl neyi ön plana çıkarmak istediğini daha iyi anlıyorsunuz. Tolstoy, yaşamdan beslenmeyen ve hazır bilgi kalıplarıyla yazanların unvanları ve konu hakkındaki yetkinlikleri ne olursa olsun, yazdıklarının yarınları olmadığına yürekten inanır. Sanatsal kaygılardan kendisini arındırabilmiş ve yaşamın gerçeğiyle yakınlaşmış elini uzatsa tutacağına olan inancını okura hissettirebilmiş bir sadeliği savunur. Sırf bu yüzden kendisiyle konuşmak ve iç dünyasını paylaşmak için yazılan bir günlüğü, birçok akademik araştırmadan daha çok önemser. Onun önceliklerini bu kadar çok netleştirmesi, günümüzde yaşanılan yapay sanat kargaşaları içinde üstünlük taslayanlarla aranızdaki farkı daha net görmenizi sağladığı için, büyük yazara teşekkür ediyorsunuz. Bu eseri, usundaki sanat kuramını haklı ve en gerçekçi yere taşımanız için yapmanız gerekenleri de görmenizi sağlıyor. Onun da bir sanat eserinde aradığı gerçek, yaşantıdan beslenen öğreticiliktir.
Sanat Nedir isimli yapıtı okuyunca insan, günümüzde yaşanan anlam ve kavram kargaşasını da daha net algılayabiliyor. O, konuya şöyle yaklaşıyor: “Ve bu yüzden, açık kesin ve doğru bir dünya görüşüne sahip olmayan ve özellikle bunun istenmeyeceğini düşünen bir adam, sanat eseri üretemez. Hayranlık verici pek çok şey yazabilir, fakat bunlar, bir sanat eseri olmayacaktır.” (s.74)
Okura; öncelikle yaşamı aydınlatacak yeni bir bakış açısını, yaşadıklarını, yaşanmışlıklarla kazanmış bir yazarın verebileceğine inanır Tolstoy. Sadece güzel şeyler üreterek günün modasına uyan birçok eserin, yaşamla arasındaki bağın gerçek dışı olması; o eserin, yarınının olamayacağını sanatın tarih kuramı içerisinde kanıtlanmıştır. Yaşamın içine girememiş, yazarıyla eseri arasındaki içten bağı geliştirmemiş eserler, zamanın gerisindeki yerini almaya mahkumdur. O, gerçek bir sanat eserinde olmazsa olmazları arar. Onlar arasında okura yeni bir bakış açısını kazandırmasını, içerik-biçim birliğini duyurmasını içtenlikli olmasını ve duyumsatmasını öne sürer. Bununla da yetinmeyen yazar, gerçek bir sanat eserinde içeriğin derinliğinin olması gerektiğine inanır. Gerçek bir yazarın, eserini yazarken, önce sırtını, kolaycılığa ve taklide çevirmesini ister. Tolstoy, yazarın yazdığı her eserinde bugüne kadar kaleme alınmamış farklı bir biçim zenginliğiyle okurla buluşmasını gerçekçi bulur. Öncelikle topluma eseriyle hangi mesajı ilettiğini bilmelidir. Yazarın eserinde okurun anlayabileceği bir anlatımı tercih etmesini, o yazarın bu alandaki yetkinliğinin göstergesi olarak algılar. Gerçek bir yazarın, yazdığı bir eseri herhangi bir dışsal etkiden kaynaklandığı için değil; sırf içinden geldiği için, ‘yazmasaydım ölecektim’ dedirtecek kadar yazarla eseri arasında içten bir bağ olduğunu okura hissettirmesini ister.
Onun, gerçek bir sanat eserinde aradığı en belirgin özelliklerden birisi de şudur: Bir sanat eserinde yazarın mutlaka bilmesi gereken gerçekler vardır. Bunların başında da toplumların kötüye ve yanlışa değil, iyiye ve ahlaki olan güzelliğe ihtiyacı vardır. Yazarın içerikte aradığı en üst gerçekse, iyi ve ahlaki olandır. Yine yazara göre, içeriğin en alt kısmında var olansa kötü ve ahlak dışı şeylerdir. O yüzden bir sanat eserinin anlaşılır olması iyi ve ahlaki olan değerlerin anlaşılır bir dille ifade edilmesi olarak algılar. Bu düşüncenin aksine anlaşılamayan belirsiz olan şeydir. Yazar, bir sanat eserinin anlaşılır olmasını ciddi bir şekilde önemser. Ayrıca; bir sanatçının kendisine sorması gereken soru şu olmalıdır: İnsanlar sanata niçin gereksinim duyarlar? Yazara göre; işte bu sorunun yanıtını eserinde veren bir yazar, eseriyle içten, açık, doğru ve güzel bir ilişki geliştirmeyi başarmıştır.
Kitabının sayfalarını çevirmeye devam ettiğinizde görüyorsunuz ki yazar, sanat nedir başlığı altında, sanat kuramına değin önemli yirmi konuya farklı bakış açısıyla yaklaşır. Birinci bölümün ilk konu başlığı şöyledir: Sanata harcanan Vakit ve Emek-Sanat Uğrunda Kısıtlanan Yaşamlar-Sanata Feda Edilen Ahlâk- Bir Opera Provasının Anlatımı.
Bu yazı başlığıyla sanat kuramının özünü içeren birçok soruların yanıtını bulmaya çalışır yazar; bulur da… Bir okur olarak yazarın izlediği bir opera sahnesindeki gözlemlerine tanık olunca, gerçekte kendi kendinize şu soruyu sormadan edemiyorsunuz: Sanat niçin, ne zaman, nasıl halktan bu kadar uzaklaştırıldı? Bu sorunun yanıtını, günümüz yazınını gözlemlediğinizde verebilirsiniz. Gören gözünüz, duyan kulaklarınız, bir de duyarlı bir yüreğiniz varsa. Tolstoy, sanatla halk arasında aşılması güç olan setlerin olmaması gerektiğini anımsatır bizlere.
İkinci bölümde ise şu sorularla gerçekleri aramaya devam eder: “Sanat Kötülükleri Giderebilir mi? Sanat Nedir? Kavram Karmaşaları-Sanat Güzelliği yaratan Şey midir? Rusya’da Güzellik Kavramı–Estetikte Karmaşa.”
Bu bölümde, öncelikle bilimsel sanatta, güzelliğin ve estetiğin sanatsal tanımını ve sanata anlam kazandıran kavramların duruş yönlerini belirler ve bu kavramlar üzerinde düşünce yürütür ve önemli yazarların görüşlerine yer verir. Veron, J. Mithalter, Baumgarten, Kant, Schelling, Schiller, Fichte, Winckelmann, Lessing, Hegel, Schopenhauer, Hartmann, Schasler, Cousin, Levegue gibi insanlığın önemli öğretmenlerinin görüşlerini bizlerle paylaşır. Paylaşmakla da kalmaz, bu görüşlerin niçin geçerliliklerini hâlâ koruduklarını ya da niçin koruyamadıkları gerçeğinin ışıklarını yakar. Tüm bu sorulara aranan yanıtlar bana şu gerçeği anımsattı: Sanatın bugün geldiği yer önemli bir gelişmedir. Bununla birlikte bu gelişmelerin sanat kuramı çerçevesinde ne kadar yetersiz kaldığını ve de bu kuramın gelişmesine katkıları olan gerçek sanatçılara olan gönül borcumuzun ne denli önemli olduğunu düşünmemi sağladı.
Tolstoy, sanat nedir sorusunun yanıtını, öncelikle sanat felsefesinin içinde arar. Sanata bu bağlamda emeği geçmiş önemli yazarların görüşlerini belirtir. Asıl amacı, sanata giydirilen ve her biri kendi içinde önemlilik arz eden kavramların, gerçek bir sanat kuramı içerisindeki yerinin ne olması, nasıl olması, hangi ölçütlerde değerlendirilmesi gerektiği konularında okuru aydınlatmaktır. Sanat etrafında dönen ve sanata giydirilmeye çalışılan yalanı gerçekten, kötüyü iyiden, içtenliği samimiyetsizlikten, abartıyı sadelikten, güzeli kötüden ayırabilme bilincini verir. Bir sanat eserinin en gerçekçi eleştirmenleri, gerçekten de bilinçli bir okur kitlesidir. Bu yüzden okurun mutlaka aydınlanması gerekmektedir. Bu konuya dair düşüncelerini şöyle özetler: “Sanat, metafizikçilerin söylediği gibi; esrarengiz bir güzellik ideası ya da Tanrı’nın tecelli etmesi değildir. Sanat, estetik fizyologların söylediği gibi; insanın depoladığı enerjinin fazlasını açığa çıkardığı bir oyun da değildir. O, insanın duygularının dışsal işaretler yoluyla ifade edilmesi de değildir. O, hoşa giden objelerin üretimi değildir. Her şeyden önce sanat, bir haz değildir. Aksine, insanları aynı duygu etrafında birleştiren yaşam için, bireylerin ve insanlığın sağlık ve mutluluğuna doğru süren ilerleyişte, insanlar arasında vazgeçilmez bir birlik ve beraberlik vasıtasıdır.” (s.175).
Tolstoy’un: “Zevk Amaçlı Sanat Nasıl Değer Kazandı? Dinler İyiyle Kötünün Ne Olduğunu Gösterir? Kilise Hıristiyanlığı, Rönesans, Üst Sınıfın Şüpheciliği, Onlar Güzellikle İyiliği Birbirine Karıştırırlar,” başlıklı bölümde sanat kuramının kilise öğretisindeki yerini sorgulamakla kalmaz; çoktanrılı, tek tanrılı dinlerin, Hıristiyanlığın, Yunanların, Yahudilerin, Hinduların, Mısırlıların, Romalıların, Çinlilerin vs. ulusların din öğretilerinin hepsinin sanata bakışının aynı anlamı taşıdığını belirtir. Bir sanat eserinin iyi olabilmesinin koşulunun, mensubu olduğu din öğreticiliğini anlatması ve halkı da bu öğreti etrafında öğütlemesi olduğunu anımsatır. Bu amaca hizmet etmeyen hiçbir sanat eseri iyi ve güzel değildir, din öğretileri için. Yazar dönemin kilise doğmasının etkilerini ve Rönesans’la şüpheciliğin hangi boyutlara ulaştığını açıklar. Gerçekte din adamları dinini, kendi amaçlarına ulaşmak için bir araç olarak kullandıklarını belirtir. Yazarın dinin mutlak bir dogma olduğunu söyler ve dogmanın sanata bakışını ise şöyle özetler: “Bu yüzden o devrin en üst sınıfına dahil çoğunluk, hatta papalar ve kilise mensupları bile, gerçekte hiçbir şeye inanmıyorlardı. Bu insanlar, kilise öğretisine inanmadılar ve bu yüzden onun iflasını gördüler. Fakat onlar, Fransis of Asisi, Peter of Chelczic ve bunun gibi çoğu insanı takip etmediler ve İsa’nın ahlaki sosyal öğretisini, sosyal konumlarını zayıflattığı için benimsediler. Böylece bu insanlar, herhangi bir dinsel yaşam görüşüne bağlanmadan kalakaldılar. Hiçbir şeyleri yoktu. Neyin iyi, neyin kötü olduğuna karar verecekleri bir ölçüleri yoktu; bireysel zevk dışında… Avrupa toplumunun üst sınıfına mensup bu insanlar, iyinin ölçüsü olarak zevki, yani güzelliği kabul etmekle, Platon’un zaten eleştirdiği ilkel Yunanların çirkin sanat anlayışına geri dönmüş oldular: Bu yaşam anlayışına uygun olarak da bir sanat kuramı icat edilmiş oldu. (s.188).
Tolstoy, farklı konu başlıklarıyla ele aldığı sanat nedir sorusuna yanıt aramayı sürdürür. Konu başlıkları ne kadar da farklı olursa olsun; özde, içerikte, biçimde, kısacası sanatın gerçeğini yozlaştıranların öncelikle üst sınıfa mensup insanlar olduğunu belirtir. Bu sanat bakışının iki tür sanat anlayışının ortaya çıkmasını sağladığını belirtir: Halkın sanatı ve soyluların sanatı. Sonuç: Gerçek sanatın yok oluşu.
Ortada olması gereken gerçek sanat nasıl olmalıdır, sorusuna yazarın yanıtıysa şudur: “…Fakat, sanat önemli bir konuysa, bütün insanlar için temel olan ruhsal bir kutlanma/lütufsa (sanat düşündüklerinin çok hoşlandıkları söyleyiş biçimiyle din gibi) o halde sanat herkese ulaşabilmelidir. Günümüzde olduğu gibi, bütün insanlara ulaşamıyorsa, o halde sanat, ya gösterildiği gibi hayati bir mesele değildir ya da sanat adını verdiğimiz şey gerçek değildir.” (s.206)
Tolstoy, eskilerin sanat üzerine yaptıkları akıl yürütmelerini sanatsal estetik öğretilerini yeterli bulmadığı gibi, güzellik öğretisiyle de çeliştiğini belirtir. Farklı görüş ve düşüncelerin ışığı altında, güzellik bilimine emek vermiş filozofları da şöyle anar: Bununla birlikte Schasler’den Knight’a bütün estetikçiler, güzellik biliminin (estetik biliminin) eski çağ düşünürleri Sokrates, Platon ve Aristoteles’le başladığını, bir ölçüde Epikürcüler ve Stoacılarla (Seneca ve Plutarch’tan Plotinus’a kadar) devam ettiğini vurgulamışlardır.” der (s.193)
En sağlam düşünme metodu soru sormaktır. Sorduğun soruların yanıtlarını bulmak için ısrarlı olanlar, varsayılan ve çoğulluğun kabulünü almış konular hakkında kendine ait yorumları olan insanlardır. Öncelikle Tolstoy’un karşı çıktığı konunun içeriği nedir?
Tolstoy’un belli konu başlıklarıyla sorduğu sorular şunlardır: “Anlaşılabilirliğin Kaybolması, Dekadan Sanatı, Günümüz Fransız Sanatı, Sanatın Kötü Olduğunu Söyleme Hakkına Sahip Miyiz? En Büyük Sanat Daima Normal İnsan Tarafından Anlaşılabilir Olan Sanattır, Normal İnsanı Etkilemeyen Şey Sanat Değildir” (s.217)
Tolstoy, Avrupalı yazarlar tarafından taklidi en çok yapılanların tabii ki Fransız yazarları ve şairleri olduğunu belirtir. Bu gerçekten yola çıkan yazar, öncelikle Fransız edebiyatında bir döneme damgasını vuran anlayışı yerer. Yazarın ciddi bir şekilde yerdiği anlayışsa, sanatsal şehvettir. Bununla da kalmaz, bu tavrın anlaşılır bir yanını bulamayan Tolstoy, bunu şöyle adlandırır: “Erotik mania hastası insanlar. Bu hastalığın pençesinde olan yazarlar, yaşamın bir başka gerçeğine odaklanamazlar. Yaşamlarını ve sanatlarını şehvetin büyülü atmosferi içerisinde kendilerine yer edinen zavallılardır.” Bu satırları yazarken günümüz yazınında da bu anlayışın ne kadar revaçta olduğunu üzülerek anımsadım.
Yazar; şiirde, öyküde, tiyatroda vb. sanatın her dalında, niçin kurgunun olması gerekenden fazla olduğunun anlaşılmazlığını sorgular. Öncelikle şiiri ele alır. Fransız edebiyatından üç şairin şiirlerinden örnekler verir. Kimdir bu üç büyük şair: Baudelaire, Verlaine ve Mallarm‘e’dir. Tolstoy, bu şairlerin öncülüğünde kabul gören şiirsel bakışı algılamakta zorlanır. Şiirde dolaylı anlatımın gerekliliğini, anlaşılmazlığın gizemini, asıl önemi olanın, ona bir anlam vermek olduğu gerçeğinin temellendirdiği kabulleri kanıksamaz. Şiirde varlıkların düşünce dünyasında tasarlanması, o varlığın canlandırdığı hayallerin gerçek şiir sayılmasına da karşı çıkar. Bu gizemden yoksun şiirin hayat damarlarından dörtte üçünün de niçin yok sayıldığı görüşünü onaylamak bir yana anlamakta da zorlanır. Bu şairlerin şiirlerindeki imgelerin gerçeklerden bu kadar uzak ve kurguya bu kadar yakın olmasına da bir anlam veremez. Bu tür şiirleri içtenlikten yoksun bulur. Yazar, hiç çekinmeden, bu tür şiirleri gerek biçim gerekse içerik yönünden en kötü şiirlere örnek oluşturacak şiirler kategorisi içinde görür. Bu düşüncelerini şu temeller üzerinde oturtur: “Öteki şairlerin örneklerinden bahsetmeden önce, büyük şairler olarak kabul edilen Baudelaire ve Verlaine’in şaşırtıcı ününe dikkat çekmek için bir an durmalıyız. Chenier, Musset, Lamartine ve her şeyden öte Hugo’ya sahip olan, son zamanlarda sözüm ona Parnasyenlere (Leconte de Lisle, Sully-Prudhomme vs.) ev sahipliği yapan Fransızların nasıl olup da hem biçim açısından yeteneksiz hem de içerik açısından çok bayağı ve sıradan bu iki şaire böylesine önem verdikleri anlayamadığım bir konudur.” (s.228) Tolstoy’un görmezden geldiği bir gerçek de şiir bir yapı olduğu ve kurgu olmadan sanatın da olamayacağı gerçeğidir. Tolstoy’un kızdığı, hatta kınadığı bu şairler, şiirin gerçek kurtarıcılarıdır. Bu gerçek bugün de yarın da hak ettiği saygıyı görecektir. Gerçek bir sanat yapıtı halkın sorunlarını konu edinmelidir. Nâzım gibi. Ama basitleştirilmemelidir, estetik değeri yok sayılmamalıdır. Sanat basit olunca sanat olmaz. Tolstoy’un gerçekçiliğinin, estetik değeri yok sayılmıştır. Gerçekçilik önce bir dil sorunudur. Önemli olan, toplumsal sorunlardır. Nasıl sunulacağı da sanatçının öznel yönelimine bağlıdır.
Yazar, bu eleştirilerini şu doğrularla temellendirir: “Büyük halk kitlelerini düşündüğümde, o insanların yeterince eğitimli olmadıkları için, benim kesinlikle iyi olarak gördüğüm şeyi anlayıp sevmediklerini görüyorsam; o halde benim de niçin yeni sanat ürünlerini anlayamayıp sevemediğimin sebebini inkâr etmeye hakkım yok. Bunun sebebi, hâlâ onları anlayabilecek ölçüde yeterince eğitilmiş olmamamdır. Ben ve beni destekleyen insanların çoğunluğunun, yeni sanatta anlaşılacak bir şey olmadığı ve yeni sanatın kötü bir sanat olduğu için, bu sanatın ürünlerini anlayamadığımızı söyleme hakkına sahipsem, o halde aynı şekilde, daha büyük bir çoğunluğun, benim takdire değer gördüğüm sanatı anlamayan, çalışan sınıfın da beni iyi sanat olarak saydığım sanata kötü sanat diyebilme ve onda anlaşılacak bir şey olmadığını söyleme hakkına sahip olduğunu da kabul edebilmeliyim.” (s.237)
Yazarın bu değerlendirmesi günümüz edebiyatına bakışını etkiliyor insanın. Gerçekte sanat, halkın içine girmeyi ve günlük yaşantısının bir parçası olmayı başarabilmiş midir? Başaramamışsa, bunun nedenleri nelerdir? Öncelikle sanatın halktan kopukluğunu, bir sorun olarak görmemizin vakti gelmedi mi? En önemlisi günümüz edebiyatı, evrenselliğin neresindedir? Yönü halka mı, yoksa toplumun üst tabakasına mensup insanlardan yana mı?
Onun en büyük yanılgısı, çağımız sanatının bir din öğretisi altında aydınlığa kavuşacağına olan inancıdır. Tolstoy, çağımız sanatının Hıristiyan sanatı olması gerektiğini şöyle savunur: “Çağımızın sanatı, özellikle bu noktada eski sanattan farklı bir biçimde değerlendirilmelidir. Çağımızın sanatı, yani Hıristiyan sanatı (insanların birliğini isteyen dinsel anlayışa dayalı sanat olmalıdır.” (318)
Ve yazarın sanata dair bir başka değerlendirmesi: “Sanatın, bir duyguyu yaşayan bir insanın, isteyerek başkalarına aktarılmasına dayalı bir eylem olduğu doğruysa, o halde kaçınılmaz bir şekilde, aramızda sanat diye adlandırılan her şeyin, (üst sınıfın sanatının) sanat eseri olduğu ileri sürülen romanların, hikâyelerin, tiyatro oyunlarının, komedilerinin, resimlerin, heykellerin, senfonilerin, operaların, operetlerin, balelerin ancak yüz binde birinin yazarın hissettiği duygudan doğduğu, geri kalanların ise ödünç alma, taklit, etkiler ve ilginin duygu aktarımının yerini aldığı üretilmiş taklit sanat eserlerinden oluştuğunu mecburen kabul etmek durumundayız.”(s.290)
Evet, günümüz sanatının olması gereken yerini ve o yere niçin gelemediği gerçeğini önemseyen, sanat nedir sorusunu kendisine soran ve sorularının yanıtlarını bulmayı önemseyen her okur, ilk fırsatta okumalıdır Tolstoy’un yapıtını.
[1] [1] Tolstoy, Sanat Nedir? Şule Yayınları, 2000
Bir Cevap Bırakın