Sadece “kelime” anlamındaki söz ise, Johannes’in bana ölüyü diriltebileceğim kelimeleri söyle…” cümlesi ile ilişkilidir ki burada da sözün gücüne, belki dolaylı olarak duyuşun, sanatın gücüne, vurgu yapılmış olabilir… O kadar büyük bir hengâme içinde öylesine çarçur edilmiş malzemeye, gereksiz, olmamış hikâyeye vs… maruz kalıyoruz ki, ister sinemada ister tiyatroda olsun iyi bir sanat eserleriyle karşılaştığımız zaman neredeyse mutluluktan ağlayacak gibi oluyoruz. Yasujiro Ozu, bu sanat eserlerini yaratmış olan yönetmenlerden biri.
Tokyo Monogatari ve Banshun başrol oyuncularının yüzlerindeki sevgi ile insanın yaşama duyduğu güveni, umudu artıran iki film. Setsuka Hara ve Chishü Ryü, Kuniko Miyake yüzleri sevginin ışığı ile aydınlanmış ve aydınlatan oyuncular…
Sevginin ne olduğunu unutanlarımız için çok güzel üç örnek var filmde. Norika karakteri ve Tokyo Monogatari’de kayınpederi oynayan Bansun’daki baba ve Tokyo Monogatari’deki kayınvalide.
Bugün yeniden yeniden izlenmesi bizlere güç verecek filmler bunlar; çünkü gerçekten sevginin ne olduğunu, onun için gösterilmesi gereken sabrın, emeğin ne olduğunu unuttuk…
Her iki filmde de Setsuko Hara’nın canlandırdığı karakter bütün insanı, en baştan hayata, doğaya, birlikte yaşadığı kişilere duyduğu sevgi ile kendi kendine yeterliği, kendinden memnun oluşu çok güzel anlatıyor. Zaten hep mutluysan, her güçlüğü sevginin gücü ile aşmayı öğrenmişsen başka bir şey istemezsin. Bu tam oluş hali dikkat çekici. Kendi içinde kendi kendine sevgiyi yaratabilen insan. Kadına toplum içinde evlilik dışında başka bir seçenek bırakmayan yaşam çoğu kez aslında bir hayat arkadaşı ile tamamlanmak değil de tamlığın, bütünlüğün, kendi kendine yeterliğin bölünmesi oluyor. Çocuk insan diyebileceğimiz bir karakter Norika bir oluş halinde, her türlü etkiye açık, hassas, duyarlı…
Müziği ışık gibi kullanan yönetmen Yasujiro Ozu’nun filmlerinde, hayatın insana baktığı gibi bir bakışı yansıtan lezzet var. Telaşsız sakin, zarif, umut veren, yüzlerinde gerçek sevgiyi görebildiğiniz karakterleri göstererek… Sevgi duyduğumuz kişilerin sahnelerine sıra geldiğinde müziği ince, içten bir dünyayı işleyen nazik bahar dalları gibi, kullanılıyor. Sanki bambaşka bir ışık altında görüyoruz onları.
Çok içsel ve içten kişiler yaratmayı başarmış olması, müziğin ışık gibi kullanılması, (bir tiyatro sahnesinde lokal ışık altındalar gibi karakterleri) alçakgönüllü görüntüler, yönetmenin hayata duyduğu sevgiyi ve bu sevgiyi paylaşma isteğini yansıtıyor. İncelikli bir mizah yaşamı dünyanın neresinde olursak olalım olduğu gibi arı haliyle hissetmemizi sağlıyor. Tokyo Monogatari’deki otobüste rehber eşliğinde şehir içi Tokyo turu buna örnek.
Her iki filmde de yalın gerçeklik içinde yaşamın basit düzeneğini ve insanların sıkışmışlığını hiç kimseye de haksızlık yapmayarak anlatıyor yönetmen. Herkesi kendi gerçeklikleri içinde göstererek. Tokyo Monogatari’de aile düzeninin evlilikle yürüyen bir sistem oluşu ve herkes kendi ailesi ile ilgilenmek zorunda olduğu için yaşlı anne babalarına vakit ayırması için artık evli olmayan Norika’dan yardım istemeleri (eşinin ölümü ile artık o aileden bile sayılamayan) hikâyenin can alıcı noktası… Her zaman aile düzenlerinin devam edebilmesi için aileler içinde böyle evlenmemiş, ya da boşanmış boşta, büyük ailenin devamlılığına vakit ayıracak birine ihtiyaç vardır.
Bir Cevap Bırakın