Toplumların kaderi, çoğu zaman en görünmeyen ellerle çizilir: Öğretenlerin elleriyle.
Bu yüzden eğitim üzerine konuşurken sözü dolandırmak, kavramları cilalamak ya da günübirlik övgüler dizmek yerine, en temel yerden başlamak gerekiyor: Öğretmenlik dediğimiz şeyin ne olduğundan, daha doğrusu ne olması gerektiğinden.
Ve o noktada aynı soruyla yeniden yüzleşiyoruz:
Bir sıfatı taşımak mı önemlidir, yoksa o sıfatın hakkını vermek mi?
Yok öyle her yazı yazanı yazar kabul edeceğim; yok öyle her sınıfa giren devlet memurunu öğretmen kabul edeceğim. Zaten “memur zihniyeti” denilince entelektüel şalterlerim atıyor.
Eğitim kötüyse öğretmen kötüdür; öğretmen kötüyse devletin öğretmen yetiştirme politikası temelden sakattır. Temeldeki neden devletin yetkin öğretmen yetiştirememesidir. Ve tabii ki tüm kötülüklerin anası (!) saydığımız devletin ehil olmayan ellerde olmasıdır.
Eğitimle çağdaşlık kavramının yan yana durması kadar birbirine yakışan başka ikili yoktur. Gel gör ki Türkiye’de bunlar kadar birbirine yabancılaştırılan kavramlar da yoktur. Tabii ki laikliğin de çağdaş eğitim kavramı içerisinde olduğunu belirtmeye gerek yoktur. Hele bu alandaki fecaatleri düşününce insanın klavyeyi kapatası geliyor. Eğitimin temelindeki esas sorun laiklik sorunudur.
Peki, nedir kafamdaki öğretmenlik ya da benim olamadığım?
Kavramlar düz ve içeriksiz kullanılıyor. Binalar, sıralar bir başına işe yaramaz. Eşyalar, kurumsallaşmanın sadece iskeleti olurlar.
Yine, aile de bir eğitim kurumu demektir. Sokak da öyle. Ailede büyük olan herkes küçüğün eğitmenidir; sokakta ise herkes herkesin eğitmenidir. Karmaşanın hâkim olma riski vardır.
Önemli olan formel eğitimdir. Kamusal olandır. Bir de tabii ki öğretim vardır. İşte formel yani biçimsel eğitim ile öğretimi yani geleceği biçimleyen öğrenmeleri anca ve anca öğretmenler sağlarlar. Kamusal eğitim, demek sırf öğreten/öğretmen öncülüğü demektir.
Demek ki neymiş? Eğitim ve öğretimin öznesi öğretmen imiş. Burada öğretmene bir vasıf yüklenmiş oluyor. O da nedir? Aydınlatan, doğru yolu “gösteren olması” gerekendir. Dikkat isterim! Direkt “gösterendir” demiyor, öyle “olması gerekendir” demekle sıfatı herkesin hak etmeyeceğine illaki yetiştirilmesi gerektiğine vurgu yapmak istiyorum. Yetiştirilemeyen öğretmenler anca ve anca müfredat uygulayıcısı ya da bekçisidirler.
Görüyorum elindeki müfredatı illaki çocuk beyinlere zikretmeye çalışanları ve dahi öğretmenliği sırf bu iş sananları. Örneğin mart-nisan aylarında okumaya geçirilmesi gereken çocukları aralık ayında okumaya geçirmeyi öğretmenlik başarısı olarak görenler var.
Uluslararası ölçümlemelerdeki anlama ve anlatma ile entelektüel okumalarda neden gerideyiz? Öyle ya sakın “okuma” öğretiminde bir yanlışlık olmasın?
Desinatör, çeşitli şekiller verir; kundura tamircisi eline verileni önceki benzerine çevirmeye çalışır. İkisi de şekillendiricidir.
Fakat!
Öğretmenlik “yapmayla” öğretmen “olmak” farklı şeylerdir. Peki, nedir fark?
Eğitim-okul hayatı, insanın yetenekleri doğrultusunda yaratıcılığını ortaya çıkarıp geliştiren ve onun hayat içerisinde başarılı olmasını sağlayan bilimsel içerikli etkinlikler bütünüdür. İnsanın kendisini tanımasını, en azından farkına varmasını sağlayan bir disiplindir. İsteyenler daha başka paralel tanımlar geliştirebilir tabii ki.
Öğretmenlik yapan, demek mevzuata göre kendisine biçilenleri yapan demektir. Yani sınıf içi kırtasiyecilik yapan kişidir. İşte yoklamasını yapar, sus pus deyip müfredatı anlatmaya çalışır, ev ödevini de verir gider.
Öğretmen olmaksa rol model olmak demektir. Örneğin müfredatın paralelinde bir edebi metni inceleyen kaç öğretmen olabilmektedir? Güncel sosyal olayların çözümlemesine yönelip analitik düşün açılımına yönelten kaç öğretmen var? Öğretmen olabilenler toplumsal hasletleri aşılayabilenlerdir. Bunlar insana, ülkeye saygı-sevgi ve dayanışmayı öğretme demektir. Bu tür öğrenmeleri sağlayanlar öğretmen olabilmektedirler.
Müfredat yetiştirme kaygısı içerisinde olan öğretmenlerin sınıftayken birbirlerinin yüzüne tükürenlere müdahale edip sınıf düzenini sağlayamadıklarına çok tanıklığım var. Bu “görevliler” değerler sisteminin abc kadar farkında olamayanlardır. İşte bu görevliler, “öğretmen “olamayıp” öğretmenlik “yapanlar”dır.
Eğitim çok bileşenli bir yaşam sürecidir. İçerisinde öğrenci, aile, okul, müfredat gibi belli başlı unsurların yanında değerler sistemi de var. Bunların tümü öğretmenin koordinatörlüğünde anlamlanır. Öğretmenin önemi şöyle sivrilir ki tüm diğer unsurlar olmasa bile sadece öğretmenin varlığıyla eğitim var olabilir.
Bu gerçekliği gözümüzde canlandıracak olursak deprem yerlerindeki o kaos içerisinde açılan çadır ya da açık alan okullarını örnek olarak gösterebiliriz.


Bir Cevap Bırakın