Namibya: Çölün Metafiziği

Afrika sizi, doğanın hüküm sürdüğü, geleneklerin canlı olduğu bir dünyaya götüren bir rüya: kastettiğim, tabii ki Conrad’ın Afrika’sı değil.

“Namib” ülkeye de adını veren bir çöl: yerel Nama dilinde “hiçbir şey olmayan yer” anlamına geliyor. Namibya’da çöl hiçbir haritada işaretli değil; çünkü kayboluş/ yitiklik mekânları, haritalarda işaretli olmazlar.

Namibya’da çöl ile, dilsizliklerle, konuşan bir hikâye kurabilirsiniz. Çöl sizi önce konuşamaz hale getirir, sonra bir hikaye anlatıcısına dönüştürür. Namib, suskunluğun imparatorluğu çünkü; her kum tanesi, söylenmemiş bir sözcüğü saklar içinde.

Namibya, uzam ve doğal kaynaklar açısından zengin, ancak nüfus ve su açısından fakir bir ülke. Ülkenin büyük bir kısmı kumdan bir dünya.

Windhoek’te uyanıyorum ; karşımda, o acımasız gerçeklik yatıyor: o hüzünlü, amansız ben, kaçtığım ben. Gezginin fiziksel ve entelektüel gezintilerini, Namibya’da gerçekleşen ebedi dönüşün mistik vahyine giden bir yol olarak gören Nietzscheci ân…

Siyasi ve ekonomik başkent Windhoek’ta, eşitsizlik, yolsuzluk ve AIDS’in pençesindeki bir ülkenin güç ve büyüme sorunlarına dair tezahürleri üstüme üstüme geliyorlar.

Kentin çevresini saran çöl, ülkenin bilinçdışı gibi: unutulan ne varsa’nın oraya sürüklendiği…

Bence her kent önce büyür, sonra kaçınılmaz olarak bir çöle dönüşür. Çünkü her düzen, sonunda kendi boşluğuna akar. İmgelerin kalabalığından kurtulmak için çöl gerekir; çünkü boşluk, düşüncenin nefes almasıdır.

Düzen demişken; Namibya bende sosyalizm nostaljisini depreştiriyor.

Ülkenin bağımsızlık mücadelesinin tarihi partisi olan SWAPO (Güney Batı Afrika Halk Örgütü), 1990’dan beri Namibya siyasetinde hegemonik konumunu koruyor. SWAPO, bireyciliğin yıkıcı ruhuna karşı önlemler alan, özgür, demokratik ve birleşik bir Namibya’da ekonomik yeniden yapılanmanın itici gücü; sınıfsız bir toplumun kurulmasının partisi.

Parti iktidarı boyunca Namibya demokrasisini sağlamlaştırmış ve bu genç Güney Afrika ülkesinin hiçbir zaman bir darbe veya hükümete karşı şiddetli bir meydan okuma yaşamadan kıtadaki istikrarlı demokrasilere sahip ülkeler arasına yükselmesini sağlamıştır.

Sosyalist bir söylemi olan SWAPO, tüm Namibya halkını, özellikle işçi sınıfını, köylülüğü ve ilerici aydınları, ulusal bağımsızlığı koruyabilecek ve bilimsel sosyalizmin idealleri ve ilkeleri temelinde sınıfsız, sömürüsüz bir toplum inşa edebilecek öncü bir partide birleştirmek hedefi güdüyor.

Uluslararası siyasi izleme kuruluşları, Namibya rejimini özgür, seçimli demokrasi olarak tanımlıyor. Özellikle özgür seçimlerin düzenlenmesi, siyasi çoğulculuk, ifade, basın ve din özgürlüğüne saygı ve bağımsız yargı gibi siyasi hakları ve medeni özgürlükleri koruyan önlemlerin sağlamlığını övüyorlar (Tomuschat 1990: 95). Sonuç olarak, Dünya Bankası’nın yönetişim göstergeleri, Namibya’yı kıtanın en iyi demokratik performans gösteren ülkeleri arasına yerleştiriyor.

Namibya’da çok partili siyaset anlayışı eski sosyalist müttefik Doğu Alman hükümeti tarafından Güney Afrika’da kabileciliği kışkırttığı ve devam eden işgal için bir sis perdesi olduğu gerekçesiyle reddedilmişti.

Güney Afrika’da, Doğu Almanya’nın güvenilir bir ortak olarak itibarı 1970’ler boyunca istikrarlı bir şekilde artmıştı. Marksist ideolojinin öngördüğü gibi tarih, “devrimci dünya süreci”nin tarafındaymış gibi görünüyordu.

Namibya ve Angola, bölgedeki Soğuk Savaş çatışmasının en yoğun olduğu yerlerdi.

Sosyalist eğilimler ve anti-emperyalist dayanışma söylemleri, sömürge ekonomisinde göçmen işçi olarak çalışmaya zorlanan ve ülkeleri için daha iyi bir gelecek arayan genç kadınlar ve erkekler için mantıklı bir tercihti.

Diğer yandan, işgalci, ırkçı apartheid rejimi, Namibya’yı Güney Afrika’nın beşinci eyaleti olarak gördü ve Angola’da Marksist rejimin güçlenmesine veya Namibya’da aynı rejimin kurulması fikrine boyun eğmeme arzusuyla komşu ülkelerdeki SWAPO kamplarına defalarca saldırılar düzenledi.

SWAPO, ezilen bir halkın Güney Afrika’daki apartheid rejiminin baskıcı koşulları altında yaşama isteksizliğini ifade etmesinin en etkili yolunu temsil ediyordu.

Dünya komünizminin çöküşüyle birlikte parti, çok partili bir sisteme ve piyasa odaklı bir ekonomiye doğru kaydı. Partinin 1991 tarihli tüzüğü (1998’de revize edildiği şekliyle) sosyalizme hiçbir atıfta bulunmuyor. Sadece partinin kuruluş ilkelerinden biri olarak sosyal adaletten bahsediyor. Bu yeni çizgi, SWAPO’nun Güney Afrika işgaline son verme arayışında pragmatizminin bir işareti olarak görülüyor.

Ancak post-sosyalist SWAPO’nun tek partili yönetimi altındaki sömürge sonrası Namibya’da, anayasal yaşam ve siyasetin gerçekleri oldukça farklı görünüyor.

Namibya’nın ekonomik refahı (yıllık ortalama %4,6 büyüme), derin sosyal eşitsizlikleri maskelemeye devam ediyor. Ülke hâlâ daha zengin “Beyaz kuşak”[1] ile ağırlıklı olarak yoksul siyah nüfus arasındaki servet eşitsizliği belasıyla mücadele ediyor.

SWAPO lideri Sam Nujoma insanda karmaşık hisler uyandıran, ideolojik olarak tutarsız biri. Bir yandan Sovyetçi kampın bir militanıyken aynı zamanda, “Mao Zedong’un kırmızı kitabını askeri üniformamın göğüs cebinde her zaman hazır bulundururum” şeklinde demeçler veriyordu (Kern:16). İnanın, Marx’la sokakta karşılaşsaydı onu tanıyamazdı bile.

Hala devlet kurumlarında ve duvarlarda yer yer, “Yaşasın yoldaş Sam, Tek Namibya, Tek Millet, Tek SWAPO, Tek lider” sloganlarına rastlanıyor.

Namibya, eski bir Alman sömürgesi. Namibya’nın muazzam maden ve balıkçılık kaynakları var. Ülke mineraller (elmas, bakır, kurşun…) ve stratejik madenler (uranyum, germanyum, selenyum…) bakımından zengin olduğu için Alman sömürgeciliğinin radarına girmişti. Çünkü bir yer cennet ününe kavuşmaya görsün, doğruca cehenneme gider.

Windhoek, Alman sömürge döneminin (1884–1915) izlerini mimarisinde hâlâ açıkça taşıyor. Bu mimari, sömürge döneminin hem idari hem de misyoner faaliyetlerinin merkezileştiği dönemde şekillendi.

Christuskirche (İsa Kilisesi), tipik bir Alman neo-Gotik/Lutherci kilisesi. Alte Feste (Eski Kale), askeri garnizon olarak inşa edilmişti. Bugün bir müze olarak hizmet veriyor. Tintenpalast (Mürekkep Sarayı), sömürge döneminde Alman idare binasıydı; bugün Namibya Parlamentosu olarak kullanılıyor. Kısacası Windhoek, hem Almanya’nın taş ve çatı estetiğini, hem de Namibya’nın toprak renklerini ve coğrafi dokusunu bir arada taşıyor.

Bağımsızlık Anıt Müzesindeki Sam Nujoma biyografisi ve Kahramanlar Alanı, SWAPO muhalifleri tarafından tarihsel revizyonizminin en çarpıcı örnekleri olarak değerlendiriliyor. Çünkü, silahlı mücadele ve sürgün yılları boyunca  SWAPO’nun, kendi üyelerini çok sert bir şekilde cezalandırdığı ve üyelerinin hayatının her alanını kontrol ettiği ileri sürülüyor.

Namibya’nın kültürel kaleydoskopuna dalmak ve nefes kesici manzaralarını keşfetmek istiyorsanız, yolculuğunuza çölden başlamalısınız.

Çölü seyreden Windhoek, kumların birbirine benzediğini görür; oysa hiçbir kum tanesi ötekiyle aynı değildir. Sonsuzluk, farkın sabrıdır çünkü.

Namibya, dünyayı ‘kapaksız’ görmenin ülkesi: hem uçsuz bucaksız çölün hem acımasız bir sosyo-politiğin çıplak kıldığı insanların ülkesi olarak kapaksız…

Her karşılaşma büyüleyici bir hikayenin yeni bir sayfası gibi; her karşılaşma, sarhoş edici bir dans gibi halkının bulaşıcı sevincine kapılmak demek. Yoksulluğa rağmen bu sevinç, sömürgecinin öğrettiği çaresizliğe, kastın belirlediği yazgıya karşı yaşamın, içerden bir onaylanışı; bedenden, ritimden fışkıran bir direniş biçimi.

Gerçek keşif yolculuğu yeni manzaralar aramakta değil, yeni gözlere sahip olmakta: Namibya, sizi rüyalar ve huzur dolu bir dünyaya götüren eşsiz bir mücevher.

Bu mücevhere yeni gözlerle baktığınızda, Atlantik’in serin Benguela akıntısıyla karşılaştığı yerde çölünün bal sarısının, güneşinin kırmızısının, plajlarının beyazının, Brandberg dağlarının ve Kavango’nun yeşilinin, savan ve steplerinin kavruk kehribar tonlarıyla mükemmel bir uyum içinde harmanlandığı bir renk senfonisiyle karşılaşırsınız.

Kıyıyı gözden kaybetme cesaretini göstermeden yeni okyanuslar keşfedemez insan. Namibya, Atlas okyanusunun dalgalarının size hikayeler fısıldadığı ve mercan resiflerinin göz kamaştırıcı bir manzara sunduğu bir macera çağrısıdır.

Namibya üzerine yazılan bir yolculuk günlüğü muhtemelen, Candide’in iyimserliğine ve Voltaire’in edebi iddialarını yakalayan bir tona sahip olurdu. Zira günlüğün sayfalarını karakterize eden şey, önyargıların yokluğu ve dünyaya yeni bir bakış açısı olurdu. Namibya sizi daha alçakgönüllü yapar. Dünyada ne kadar küçük bir yer kapladığınızı görürsünüz.

Namibya’da Almanca ve İngilizce yaygın diller. Orada bir Fransız tanıdığa rastlamıştım: Camembert peyniri gibi seyahat ediyordu. Bu seyahat şekli, Fransızlar arasında belli bir oryantalist kültürel bıkkınlığı da açıklıyor. Tefekkürle derin derin bakmaya zaman yok, sadece fotoğraf çekmeye yetecek kadar zaman var. Sonuçta herkes Hemingway değil.

Karakterlerini Dionysos’un işareti altına yerleştiren Nietzsche gibi; Doğu bilgeliği üzerinden bir sapma yaparak Batı kültürünün çöküşünü sorgulayan Halil Cibran ve Hermann Hesse’te olduğu gibi yolculuk, Batılı insanın Doğu’ya seyahat ederek dünyayı şiirsel bir şekilde deneyimlemesini ve unutulmuş değerleri yeniden keşfetmesini içerdiği ölçüde, paradoksal bir şekilde kültürel merkezden uzaklaşma yerine yeniden merkeze dönme deneyimidir. Candide’imsi masum bir iyimserin, dünyadaki kötülükleri deneyimleyerek gerçekleri keşfetme ve olgunlaşma serüveninin Avrupa-merkezci ‘Bengi dönüşü’ gibidir.

Afrika, her adımın bir keşif, her bakışın bir tevazu dersi olduğu, duyuları ama aynı zamanda travmaları da (sömürgecilik, apartheid) uyandıran bir kıta.

Bütün Afrika’nın özünde aynı ruh var: hayatta kalabilmek için, şeyleri anlamanın entelektüel ve maddi araçlarında köklü bir yenilenme gerektirdiği; geçmişte ne olduğunu mümkün olduğunca unutmanız gereken enlemlere tutunmak. Bu yüzden sanırım, sömürgeciliğin ve ırkçılığın travmalarını konuşmayı çok sevmiyorlar.

Afrika’da zaman, ağırlığınca altın değerinde değil; çölün sayılamayan kumları kadar devasa bir yapbozun, kayıp bir parçası sadece.

Ancak Afrikalıları bir Parmenides veya Hegel’e sahip olmadıkları için suçlamak yanlış. Mantıksal akıl yürütmenin şeylerin köküne inemeyeceğini biliyorlardı sanki; bu yüzden asla rasyonalist ya da pozitivist olmadılar. Onlar, üstün zekânın illa ki akılcılığa yol açmadığı ve yüksek düzeyde mantıksal içgörünün illa ki saflığı ortadan kaldırmadığı dersini insanlığa hediye ettiler.

Avrupalılar benzer bir şeyi fark ettiklerinde, hemen metafiziğe savaş açarlar. Sanırım doğa ne kadar zenginse, zengin bir deneyime o kadar ihtiyaç duyuyor.

Afrika’dan ayrıldığınızda, uçak havalandığı anda, bir kıtayı terk etmenin yanı sıra bir zihin durumunu da terk ettiğiniz hissine kapılırsınız. Yolculuğunuzun sonunda sizi bekleyen her şey, bambaşka bir varoluş düzenine sahip olacaktır.

Afrika’dan ayrıldığınızda çölün, hafifliğin sınavı olduğunu; orada her şeyin ağırlığını kaybettiğini ve yalnızca başkaca bir hatırlama şeklinin kaldığını anlarsınız. Namib’in, hikâyelerin sustuğu ama anlamın yankılandığı yer olduğunu; kulak kabartırsanız size asırlık sırları fısıldadığını fark edersiniz.

Başka hayatları, başka ruhları aramak için seyahat ederiz; en azından kendi adıma öyle. Tüm denizlerin, tüm sınırların, tüm ülkelerin, tüm inançların ötesine gitmek için… Ne kadar uzağa giderseniz, kendinize o denli yaklaştığınız bir Odyssea’yı gerçekleştirmek için…

Yurt dışında olduğunuzda, ziyaret ettiğiniz ülke hakkında olduğundan daha çok kendi ülkeniz hakkında bilgi edinirsiniz: Bu, memleketinize yeni bir bakış açısı getirmek için uzakta bir yabancılık aramak gibidir.

Seyahat her zaman güzel, her zaman rahat değildir: Bazen canınızı yakar, hatta kalbinizi kırar. Her yolculuk bir saldırıdır: sizi yabancılara güvenmeye; alışkanlıklarınızın, yargılarınızın ve evinizin tanıdık konforunu kaybetmeye zorlar. Maceranın tehlikeli olduğunu düşünüyorsanız, rutini denemenizi öneririm; ölümcüldür!

Üç çantayla seyahat etmeli insan: biri vermek, diğeri almak, üçüncüsü ise, keşfedilmemiş bir gerçekliğe girmenin kapılarının anahtarları için.

Seyahat, varmakla ilgili değil, ayrılmakla ilgili sanırım. Bir sonraki durağın beklenmedikliğiyle, sürekli yeni bir şey keşfetme arzusuyla ilgili.

Ve bir yolculuğun uzun ve ağır olması, geride bıraktıklarınız kadar içinde taşıdıklarınızla ilgili. Homeros’un Odyssea’sında olduğu gibi, bazen yolculuğun kendi içinize olmasıyla ilgili.

 

Kaynakça:

Kern, Thorsten. West Germany and Namibia’s Path to Independence, 1969‑1990: Foreign Policy and Rivalry with East Germany. Basel: Basler Afrika Bibliographien, Basel Namibia Studies. 2019.

Melber, Henning. Understanding Namibia: The Trials of Independence. London: C. Hurst & Co. Publishers, December 2014.

Tomuschat, Christian. Die Verfassung Namibias. Zeitschrift der Deutschen Gesellschaft für die Vereinten Nationen, Bonn: 1990.

Peter H. Katjavivi, A History of Resistance in Namibia. London / Addis Ababa / Paris: James Currey 1988.

[1] Doğu Avrupa’da entelektüeller için kullanılan bir terimdi.

 

Bir Cevap Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.