Leppert’in sanat tarihi üzerinden nünün ve çıplaklığın izini sürdüğü kitap, birçok bölümüyle gizemli ve şaşırtıcıdır. Okurun ufkunu açacak bu metin, Türk okuru için de; Türk Hamamına dair bölümleriyle ilgi uyandıracaktır.
Son Yazılar:
KEREM QOSARÎ: “DİLERİM ÇOK DİLLİ SAHAFÇILIK HEDEFİMİZE ULAŞIRIZ.”
Hologram Etler
BİR KAR GECESİ (ÖYKÜ)
Sinemanın Sırları: Louis Malle
AŞK’IN KANAYAN HİKÂYESİ
Hasan Kıran’ın “Abuzambak” sergisi Brieflyart Galeri’de
Beyoğlu Film Günleri başladı
Yeni Dalga’nın Büyükannesi: Agnes Varda
KAÇ DUA BAĞIŞLATIR (ŞİİR)
“Arkası”–Nihat Özdal ve Ebru Ceylan’dan Fotoğraf ve Metin Arasında Bir Diyalog
RESSAM – TASARIMCI ROZA TULGA İLE SÖYLEŞİ
LABİRENT SANAT’TAN YENİ SERGİ “SUPERNATURA”
Hüzün Boşluğunda Bir Dünya: Kazan mı Yoksa Kaynayan mı?
Elif Karaosman: FIRTINAYI HİSSETMEK
SIR: WERNER HERZOG – SİNEMADA GERÇEKÇİLİK
İdeolojik Bir Tekrarın Kurgusu: Tienanmen’de İsyan
BENTO’NUN TUHAF HUYLARI
“SOLO BOTTER: BURHAN UYGUR” SERGİSİ, CASA BOTTER’DE ZİYARETE AÇILDI!
Adorno’yu Yanlış mı Anladık? Eleştirel Teorinin Günümüze Etkisi
Yazar: Dağhan Dönmez
ÇOCUKLUĞUMUN, SUYA BIRAKTIĞIM AYAK İZLERİ
Sis perde gibi kentin semasına çekilmiş. Sanki göğün tenhalarında sevişen çiftler var da, ardına gizleniyorlar. Aynı kentin sokaklarında, sağımdan ve solumdan insanlar yürüyor. Yüzler ifadesiz. Mimikler tiyatral bir kurguya hizmet ediyor. Her sabah aynı saatte aynı yerden geçmek, törensel bir mahiyet kazanmış adeta. Güneşin düşüş açısını dahi bu geleneksel geçiş törenine göre ayarladığını düşünüyorum. İçinde...
Şahsiyet aslında kimdi?
Türkiye’nin modernleşme sürecinde, ne Hristiyan Batı ile din/inanç uyuşmazlığı, ne de yaşantı farklılığıdır ayağımıza değen ilk taş. Açmazın temelinde, kadın meselesi olduğunu düşünürüm. Modernleşme, yontusuz tarifiyle tebayı birey kılmaktır. Birey olma hadisesi, yalnız erkek için değildir öte yandan; kadın da payını alır bu yeni dünya ganimetinden. Hal böyle olunca, erkeğin kadın üzerindeki mülkiyet hakkı da...
Hepimiz Siyah Poşetten Çıktık…
Uzun zamandır söylemek istediğim bir şey bu. Kendi kendime düşünüp durduğum, abartmış olacağım ihtimalini göz ardı edemediğim, alalede bir şey… Bilirsiniz, “felsefe yapmak” dilimize olumsuz manada girmiştir. “Amma felsefe yaptın” deyiverirler alnının ortasına. Öte yandan, kahve köşelerinde, ayak üzeri sohbetlerde, ağız bulan konuşur. Dostoyevski, Gogol’e atfen; “Hepimiz onun Palto’sundan çıktık,” der. Ben de şöyle eğiyorum...
KÜÇÜK KIZIN ZİHNİNDEKİ EV
Şiir, hislerin ve fikirlerin dünyasından ayrılır mı olgunluk çağında? Hayır. Başkalarının tesirinden kurtulup şahsiyetini bulur. Yağmur, ürkek adımlarla yağıyor. Camlarda kesif buğu… Pencereye yanaşıyor küçük kız. İşaret parmağıyla, dumanı andıran cama ev resmi çiziyor. Altı yaşında; plazalarla, gökdelenlerle, hiç olmadı toplu konutlarla büyümüş kız, “Bak anne” diyor; “Ev çizdim!” Dikkatinizi çekmiş midir bilmiyorum; bugünün çocukları...
Aşkın kapitalizmle bir ilgisi olabilir mi?
Birincisi o incecik, o dal gibi kız, Şimdi galiba bir tüccar karısı. Ne kadar şişmanlamıştır kim bilir. Ama yinede de görmeyi çok isterim, Kolay mi? İlk göz ağrısı. Orhan Veli “Bugün zengin olsaydım kendimi suçlardım. Fakat hiçbir şeyim yok, her şeyi çarçur ettim; bu beni biraz avutuyor ve yaptıklarımı haklı çıkartıyor.” Tarihin en şöhretli çapkınına...
Beşir Fuad: Bundan tatlı ölüm tasavvur edemiyorum…
Nihilist kavramı, edebi külliyata ilk kez bu romanla girmiştir. Aşkı, şiiri, gelenekleri reddeder Bazarov; Puşkin’i alaya alır. Bilimsel soğukluktan kastedilen de budur. Tüm duygulanımlardan arınmış, coşkunluğun yerini ölçüye bıraktığı, mesafeli bakış… Mum ışığının cılız aydınlığında, çehresiz siyah canavarlar gibi gölgeler vuruyordu duvara. Nesnelerin gölgeleriydi bunlar; boşlukta sallanır gibi gözüken divit, mürekkep hokkası, kitaplar, karalanmış ve...
Hazzın günahı mı yoksa çalışmanın mı?
Tıpkı “Yengeç Dönencesi” kitabındaki gibi, “Clichy’de Sessiz Günler”de Henry Miller’ın Paris yıllarının izlerini taşır. Serseri bir hayatın hikayesi anlatılır bu kitaplarda. Nereye savrulacağı belli olmayan ama savrulacağı yerin nasıl olacağının bilindiği bir hayat… Max Horkheimer ve Theodor Adorno’nun 1956 yılında yeni bir Komünist Manifesto yazma niyetiyle gerçekleştirdikleri, üç hafta süren tartışmaları bir kitapta toplanmış ve...
Peki Ama Hangi Akışta?
Havasını soluduğumuz gök kubbe altında her şey değişedurur. İklimler, sesler, kuşların göç yolu bile… Yaşamıma dönüp baktığımda, bir istisnayı değişmez bulurum. Çocukluğumuzun önlüklü yıllarında, kulağımıza üflenen o sihirli ezgiyi… “Daha dün annemizin kollarında yaşarken, çiçekli bahçemizin yollarında koşarken, şimdi okullu olduk, sınıfları doldurduk, sevinçliyiz hepimiz…” Bu şarkıyı en tiz sesimizle söylediğimiz yılların üzerinden dört nala...