Ana Sayfa Vizör CÜNEYT ARKIN’IN ARDINDAN

CÜNEYT ARKIN’IN ARDINDAN

CÜNEYT ARKIN’IN ARDINDAN

90’lı yıllar. Kimi zaman okuldan akşamüzeri gelip, annemizin arkadaşlarıyla olan gününden kalan kısırı, böreği, patates salatasını ve daha nice gün ikramını aç karnımıza neşe içinde indirirken kimi zaman da pazar günleri sabah kahvaltısından sonra, bizden önceki kuşağın TRT’de izlediği “vahşi batı” filmlerinden farklı olarak izlerdik onun eserlerini. Elbette daha pek çok zamanda ve pozisyonda izlediğimiz olmuştur ama benim aklımda en çok yukarıda anlattığım anılar yer ediyor.

“Kara Murat”, “Battal Gazi”, “Malkoçoğlu” gibi filmler 90’lı yıllardan sonra tahmin edeceğiniz çeşitli nedenlerle diğer filmlerine oranla çok daha fazla gösterildiği için benim yaşıtlarımın aklında en çok bu filmlerdeki sahneler ve tiratlar kalmıştır. En azından benim için durum bu şekildedir. Ata binişi, kostümlerindeki estetik, karizması ve varlığıyla filmlerindeki türlü hatayı bize mazur gösteriyor ve içinde bulunduğu projeyi sevmemize, o projeye bağlanmamıza neden oluyordu. Kara Murat’ın kostümündeki beyaz, önü açık gömleği ve o gömleğin dağılıp tamamen açılmasını engelleyen kırmızı kuşağı adeta bir simgeydi. Kötüye karşı iyinin galip gelmesinin simgesiydi. Bu filmler tüm hataları bir yana, kötülük yapanların iyiler tarafından yenilebileceğini bize gösterdi. Arkın’ın tarihsel filmleri, ilk yarılarında kılıçtan geçirilen Türk köylülerine, bebeklere karşı bir şeyler yapılmalı, intikam alınmalı hissi uyandırıyordu. İkinci yarılarında ise kahramanımız gelip işi bitiriyor ve intikamımızı alıyordu. Filmin sonunda “oh be” diyordunuz, rahatlıyordunuz. Tarihsel kronoloji gereği Doğu Roma İmparatorluğu bu filmlerde “kötü”yü temsil ediyordu. Büyüyüp kültürel altyapımızı geliştirdikçe ve okudukça içimizde  Bizans’a ve o yıllarda savaştığımız başka devletlere karşı yıllardan beri biriken  öfkeyi, bir şey yapamama duygusunu sağlıklı bir şekilde dengeledik, militan ve hizip taraflara yönelmedik. “Ezeli düşman” gibi ifadelerin gerçeği yansıtmadığını öğrendik. Halkın büyük çoğunluğunun da bir şekilde bu olgunluğa sahip olduğunu düşünüyorum.

Toplumların böyle simge isimlere, kahramanlara ihtiyacı vardır. Gerçek hayatta da vardır sanatta (filmlerde) da vardır. Cüneyt Arkın, bizim için olması çok zor olanı ne yapıp edip oldurabilecek bir solucan deliğiydi. Yani çok uzun soluklu ve başarılması güç bir mücadeleyi tek başına sorumluluk alarak halkı için gerçekleştiren karakterlerin adamıydı o.

Filmlerinin analizini yapmış ve gelecekte de yapacak değerli sinema eleştirmenlerimiz elbette vardır. Ben bu yazıyı yazmaya karar verirken Cüneyt Arkın isminin sosyolojik etkisini belirtmek amacıyla hareket ettim. Derin analizlere girmeden bu etkiyi kısa ve net bir şekilde aktaracağım.

Bir yandan Kara Murat tarzı tarihi filmleriyle toplumun büyük kesiminin milliyetçilik duygusuna hitap ediyor, diğer yandan Öğretmen Kemal, Maden vb. filmleriyle emekten, işçiden, üretenden ve ezilenden yana bir karakter ortaya koyuyordu. Yani sadece toplumun bir kesimine hitap edecek biri olmadı. Ortak paydası vatan, insanlık ve emek olan her kesimin rahatlıkla “bizdendi” diyebileceği bir isimden söz ediyoruz.

Kendisiyle tanışma imkanı maalesef bulamadım. Oğlu, sevgili dostum Kaan Cüreklibatır  ile  birkaç kez Cüneyt Bey’i evinde ziyaret etmem için plan yapsak da pandemi sebebiyle bu planlarımızı erteledik.

Sinema sektörüne girmeden önce ciddi bir edebiyatçı kimliği olduğunu da yine Kaan Cüreklibatır’dan öğrenmiştim. A Dergisi’nin 28. sayısında  (Mayıs,1960) yayınlanan “İnsan Çiti” isimli öyküsünü okuduktan sonra sinemacı olmasaydı Cüneyt Arkın’ın Türk edebiyatının iddialı bir yazarı olacağına inancım  oldukça güçlendi. Kendisine oğlu aracılığıyla ulaştırdığım kitaplardan bile okumayı ne denli seven birisi olduğunu anlayabiliyordum. Vefatından bir süre önce Kaan Cüreklibatır aracılığıyla kaleme aldığı “Benim Kahramanım Türk Halkıdır” (Kırmızı Kedi Yayınları, Mayıs 2022) isimli kısa anılardan oluşan kitap, Cüneyt Arkın’ın tecrübelerini merak eden herkesin rahatlıkla okuyabileceği bir eserdir.

Cenaze merasimleri, vefat eden kişinin şahsiyetini anlamak için önemli ipuçları barındırmaktadır. Arkın için ilk merasim 30 Haziran Perşembe günü saat 10.30’da Taksim Atatürk Kültür Merkezi’nde yapıldı. Katılacak insanları gözlemlemek için saat 10.00’da kültür merkezindeydim. Büyük opera salonu tamamen doldu. Balkonlar da tören başlamak üzereyken doldu. Kendime bir yer bulup oturdum. Siyasi protokol konuşmaları bitip Ediz Hun ve Yılmaz Büyükerşen’in dostları Cüneyt Arkın ile olan anılarını anlatmalarının hemen ardından oğlu Murat Arkın sahnede iken salonda yer yer başlayan ağlama sesleri ile salonu gözlemleme ihtiyacı hissettim. Ağlama sesleri içerisinde en yakından geleni hemen yanımda oturan ve o ana kadar dikkat etmediğim kişiye aitti. Başımı hafif çevirip çaktırmadan o kişiye baktığımda önce bacaklarını gördüm. Kurumuş  beyaz badana boyalarının kapladığı mavi bir tulumun pantolon kısmıydı gördüğüm.  Gözlerimle bacaklarından yukarı doğru çıktığımda çizgili yüzünde yılların yorgunluğunu taşıyan en fazla kırk beş – elli yaşlarında bir emekçi ile karşılaştım. Kalın derili ama yıkanmış, temiz elleriyle gözünden akan yaşları silmeye çalışıyordu. Benim bulunduğum koltuk sırasının başında ayakta duran gazeteci de o adamı gördü ve ona kağıt mendil uzattı. Bir iki sıra aşağımızda giyim ve kuşamıyla kaliteli bir yaşam sürdüğü belli olan – ve belki de sanatçıdır, bilemiyorum- bir hanımefendinin elindeki mendille gözyaşlarını sildiğine şahit oluyorum. Törenin ardından herkes tabuta bir kez olsun dokunabilmek için büyük mücadele içindeydi.  Naaşı AKM’den kalabalıklar eşliğinde çıkartıp cenaze aracına koyduk. Araç tam hareket edecekken içerisindeki imama kalabalığın bir çağrısı oldu. Camiye gelemeyecek olanlar için son kez helallik çağrısında bulunmasına yönelik isteği geri çevirmeyen imam araçtan inerek AKM önünde Arkın için helallik istedi ve kalabalık hep bir ağızdan “helal olsun” diye cevap verdi. Araç tam hareket etmişti ki kalabalığın içinde tanıdık iki yüze rastladım. Bir şeyler gönderip alırken çalıştığım kargo şirketinin iki elemanı da şirket kıyafetleriyle törene gelmişler ve “helal olsun” diye son sesleriyle Arkın’a haklarını helal ediyorlardı.  İkisiyle de selamlaştım. Ve camiye doğru yola koyuldum.

Teşvikiye Camii hınca hınç doluydu. Herkes tabutun bulunduğu ön kısma ilerlemek ve Arkın’ın tabutuna bir kez olsun dokunabilmek istiyordu. Bu arada şu gerçeği de belirtmek gerekiyor. Cenaze törenlerinde fotoğraf çekmek, hele ki canlı yayın yapmak ne kadar saygısız bir davranıştır! Cami içerisindeki izdihamın bir diğer sebebi de bu fotoğraf çekme saçmalığıydı. Orada hepimiz ortak bir acı için toplanıyoruz. İnsanın aklına nasıl fotoğraf gelebilir? Haydi diyelim geldi, iki saniye fotoğrafı uzaktan çek hemen cebine koy telefonu. Dakikalarca uygun açı aramak vs. modern çağın saygısızlıklarından biri haline gelmiş.

Camiyi doldurup taşan kalabalığın arasında Meral Akşener, Mahir Ünal, Ekrem İmamoğlu gibi siyasiler de vardı. Kalabalık arasında başka bir kargo firmasına ait işçiler de saf tutmuş cenaze namazını bekliyorlardı.  Mahir Ünal’ın çevresindeki bir grup ve onlardan bağımsız bazı gruplar namaz sonrası tekbir getirdiler. Fanatik bir sahiplenme idi bu. Bu etkiyi; Diriliş Ertuğrul, Kurtlar Vadisi gibi dizileri elinde silahlar ile izleyen kitleyi göz önüne alarak değerlendirmeliyiz.  Alay etmeden, işin özünü anlamaya çalışarak. Diriliş Ertuğrul’u izlerken ata binip cenk etmek isteyen ve olayı sahiplenen ruh hali ile Cüneyt Arkın filmlerindeki kendini özdeşleştirme esasında aynı kültürel damarın bir yansımasıdır.  Cami girişinde seyyar satıcılar birikmişti. Ne satıyorlar diye yanlarına gittim. Cüneyt Arkın yazılı atkılar satıyorlardı. Bu bana Müslüm Gürses’in cenazesini hatırlattı. Türk halkının damarlarına nüfuz edebilmek işte böyle oluyor. Teşvikiye’de, Nişantaşı’nın kalbinde, kendini kültürel olarak o semte ait hissetmeyen kitleler tekbir getirerek tarihsel kahramanlarına sahip çıkıyordu. Tekbirlerden hemen sonra seküler kesimden olan cemaat ise alkışlarla uğurluyor Öğretmen Kemal’ini, Kara Murat’ını.

“Savulun, Battal Gazi geliyor!”  ve “Kahpe Bizans’ın yiğit güzeli” replikleri benim aklımda kalan ve konuşma dilime de yerleşen cümleleridir.

Cüneyt Arkın bir Türkiye mozaiğidir. Türkiye’nin kendisidir. Türkiye her kesimiyle, her kesimin kendi sözcükleriyle uğurladı onun bedenini. Cüneyt Arkın ise ilelebet bizimle olacak. Zaman mefhumu asıl şimdi onun için olumlu anlamda işlemeye başladı. Artık her saniye halkın kalbindeki yeri daha da sağlamlaşıyor. Sonsuza dek sürecek olan ölümsüzlük saati işlemeye başladı onun için. Ve asıl şimdi söylemek vaktidir: “Savulun, Cüneyt Arkın geliyor!”

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl