Ölümün bile gülümseten bir hali vardır
Gülümseten, ince, yakıcı.
Hiç kullanılmamış gümüş takımların
Satılacağı antikacı kadar belirsizdir
Bir kaplumbağanın sırtında yanan mumun ışığı
Bir kaplumbağanın sırtında yanan mumun ışığı gibidir
Akşam birden olur, birden yanar evlerde lambalar
Anahtarlar çıt çıt çıt. Sessizlik duyulabilir bir şeydir yani
Duyulabilir, bir arkadaşın ölüm haberi gibi sarsıcı.
Ve kozasından hoşnut tırtıl gibi
Dutlukta uyuyan babalar evreninde
Ve lastik ayakkabılarımızla mahcup,
Kirli tırnaklarımızı kemirirken külhani
Deniz kumuyla karılan harç kadar zayıfmış meğer kurduğumuz hayaller
Kemerin kenarına gömülü bisturi kadar keskin
Dip sularında gezindiğimiz göllere çekilen dereler gibiyiz oysa.
Annemin ovduğu bakır bakraça benzetirdim
Bütün mevsimleri birbirlerine düğümleyen güneşi
Sarı mimozayı düşünün, olgun yastık gibi yumuşak bir iğdeyi
Bir gül dalının sırtında gezinen altın renkli böceği
Bunları düğümleyen annemin ovduğu bakır bakraçtır derdim.
Ay kaç tur atar, kaç tur atar güneş unuttum.
Unuttum bir çekiç bir murca vurunca neresi acır bir çocuğun
Kireç kuyusundan yükselen dumanın yaktığı ciğer
İnce ince dökülürken, kireç badanalı evin üstüme çöken duvarlarını
Kırmızı pazen perdeler arasından sızan ışığı unuttum.
Yaşı aşka denk gelmeyen annelerden yapılma
Aşka küfreden babalardan yapılma bir ülkedir
Acının evde beslenen vahşi bir hayvana benzetildiği
Küfrün külle ovarak bakırı temizlemek kadar masum sayıldığı
Bir nedeni olmalı elbette inatlaşmanın ve hoyrat bir bel kemeriyle
Yoksa aşk kadar yakıcı, aşk kadar devrimci olur mu
Direnmek, baş ucunda uyuyan olmasa bile.
Ve tüm bunları birbirlerine düğümleyen o bakır bakraç
Ağuya kesse de içindeki suyu, dudakların dokunuşuyla
İç çekişler arasında duran an kadar muazzam
Kuyusudur Yusuf’un. Yusuf’tur annemin elleri.
Resim: Fikret Otyam (ayrıntı)
Bir Cevap Bırakın