Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya’nın yenilmesi ile 1917 yılından beri savaş karşıtı tutum sergileyen sosyalist örgütlenmelerin 1918 yılının sonbaharında başlatmış oldukları barış yanlısı ayaklanmalar başarıya ulaşmış, Almanya 11 Kasım 1918’de ateşkes imzalamıştır. 11 Ağustos 1919’da Weimar’da toplanan meclis, yeni anayasayı kabul ederek Weimar Cumhuriyeti kurulmuştur. Sadece on dört yıl süren ve kâğıt üzerinde kalan bir demokrasi olmuştur. Kısa sürede sona ermesinin birçok çeşitli nedenleri bulunmaktadır. Ancak temel nedeni, toplumun çeşitli kesimlerinin Cumhuriyeti desteklememiş olmasıdır. Anayasanın kabulünden önce 15 Ocak 1919’da komünist lider Rosa Lüksemburg ile Karl Liebknecht’in hükümet güçlenince öldürülmesi, komünist örgütler ile Cumhuriyet arasında güven bunalımına neden olmuştur. İktidardaki sosyal demokratlar, komünistleri Rus ajanı olarak suçlanmışlardır.
Komünistler ise sosyal demokratları sosyal faşist olarak nitelemişlerdir. Weimar Cumhuriyetinin en önemli hatası, imparatorluk zamanından kalan yargı, gizli servis, ordu gibi kurumları yeni rejimin görüşü altında değiştirememiş olmasıdır. Yargının sağ örgütlenmeleri desteklediği yapılar, istatistiklerden anlaşılmaktadır. Demokrasi taraftarı cumhuriyetçiler, monarşi yanlıları ile mücadele etmekten çok Sovyet Cumhuriyetini benimseyen spartakistlerle mücadele etmişler, askerler hükümetin sadece spartakistlere karşı tutumunu desteklemişlerdir. Hükümet karşıtı bir davranış sergilemişlerdir. Cumhuriyeti destekleyenler ise yalnızca iktidardaki sosyal demokratlar, bir takım işçi örgütlenmeleri ve liberaller olmuştur. Burjuva değerlerinin ortadan kalkmasıyla birlikte daha yaşanabilir bir dünyanın başlangıcı olarak düşündükleri için savaşı desteklemiş olan birtakım entelektüellerin endişesi, kurulan cumhuriyetin ekonomik ve siyasi başarısızlığından ziyade burjuva yaşam tarzının en yoz halinin Almanya’nın büyük kentlerine hâkim olmasıdır.
28 Haziran 1919 tarihli Versailles Antlaşması, bütün sömürgelerini Almanya’nın elinden aldığı gibi devlete ağır bir tazminat yükü getirmiştir. Bu ekonomik çöküntüden kurtulabilmek için 1925 yılında ABD’nin yardımını kabul eden Almanya, bu tarihten itibaren Amerikan kültürüne açılmış, bozuk gelir dağılımından büyük paylar alan küçük kesimin gösterişli yaşamı önem kazanmıştır. Weimar Dönemi, I. Dünya Savaşı’ndan sonra feshedilen monarşinin ardından kurulan ve Adolf Hitlerin şansölye olmasına kadar süren Weimar Cumhuriyeti dönemdir. Versailles Antlaşmasına karşı olan sağcı partiler büyük bir kampanya başlatmışlardır. Bu çöküşün suçlarını demokratlar, sosyalistlere, Yahudilere yüklemişler, milli enerjiyi tükettiklerini savunmuşlardır. Bu sebeple ve Weimar Cumhuriyeti kurulur kurulmaz iki tehlike oluşmuştur: İktisadi buhran ve milliyetçilerin aşırılıkları. 1929 yılında ABD’de baş gösteren mali krizin Almanya’yı da etkilemesi sonucunda, 1930’lu yıllardan itibaren ülkede sosyal ve ekonomik yönden kriz başlamıştır. Buhran yüzünden krize giren burjuva ve halk kitleleri, giderek ümitlerini Adolf Hitler (1889-1945) ‘in partisine bağlamışlardır. Bu bağlamda da Hitlerin Nasyonal Sosyalizminin devleti halkçı ve milliyetçi bir temel üzerine kurmayı vaat etmesi de etkili olmuştur. Buhranlarla karşı karşıya kalan, ancak sanat üzerinde baskı uygulamayan Weimar Cumhuriyeti’nin sağ duyulu kültür politikası, karşıt görüşlerin bir arada yaşamasına imkân tanıdığından farklı görüşlerde sanat grupları ortaya çıkmıştır. Baskı rejimi ile sonlanan Weimar Cumhuriyeti’nin döneminde oluşan “Yeni Nesnelcilik “akımı, adını 1925 yılında düzenlenen sergiden almıştır.
Yeni Nesnelcilik ya da Yeni Nesnellik (Neue Sachlichkeit), 1920’lerde Alman sanatında dışavurumculuğa karşı bir tepki olarak ortaya çıkmış bir harekettir. 20. yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkmış bir harekettir. Ekspresyonist çalışmaların içe dönük ve öznel yanları bulunmaktadır. Bu nedenle ekspresyonist üslup I. Dünya Savaşı sonrasındaki sosyal problemleri ve benzer temaları da objektif bir açıyla işleyememiştir. Yeni Nesnellik ve Weimar, Almanya’daki kamusal yaşamı ve buna uyum sağlamak için yaratılan sanatı, edebiyatı, mimari ve resmin tutumunu karakterize etmek için kullanılan bir terimdir. Yeni Nesnellik, 1933’te Weimar Cumhuriyeti’nin çöküşü ve nazilerin iktidara yükselişiyle sona ermiştir. Yeni Nesnellik, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Almanya’da George Grosz ve Otto Dix tarafından başlatılan 19430-1940’lara kadar devam eden bir dışavurumcu akım olmuştur. Gerçekçi bir tarz ile iğneleyici ve sosyal eleştiri niteliği taşımıştır. Mannheim Devlet Müzesi müdürü Gustav Friedrich Hartlaub (1884-1963) Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’nın sanat ortamında savaş öncesinden çok daha farklı eğilimler olduğunu gözlemleyerek buna dair büyük bir sergi düzenlemek istemiştir. “Yeni Nesnelcilik” terimi, resim alanında ilk kez Hartlaub’ un sergi kataloğu için yazdığı metinde kullanılmıştır.
1925 yılında Mannheim devlet sanat Müzesi’nde “Yeni Nesnelcilik” adıyla açılan sergide 32 sanatçının eserleri sergilenmiştir. Oskar Kokoschka, Otto Dix, George Grosz, Carlos Mense, Georg Scholz, George Schrimpf gibi sanatçılar yer almıştır. Olumlu olanı idrak ettirebilmek için kötü ve çirkinin altının çizilmesini gündeme getirmiş olan Yeni Nesnelcilik, insan gerçeği ile ilgili temaların üzerinde yoğunlaşmıştır. Gerçekçi bir biçemde çalışılmış olan Yeni Nesnelcilikte, soyutlama ve dışavurumculuğun yaygın olan çeşitlerine karşı çıkılmıştır. Şiddetli toplumsal yergi ortaya konulmuştur. Yalın, soğuk ve devinimsiz imgeler göze çarpmaktadır. Portre betimlemelerinde de baskın bir ifadeye rastlanmamakta ve tam anlamıyla bir duygusuzluk olgusu egemen olmaktadır. Birinci Dünya Savaşının korkunçluğuna eleştirel bir bakış açısı getirmektedir. Olağandışı iri kafalar, kamburlar, deforme olmuş bedenler, patolojik fetişistler bir çeşit yaşayan karikatürler olarak ortaya çıkmaktadır. Günümüzde “Yeni Nesnellik terimi daha ziyade Otto dix (1891-1969), George Grosz (1893 1959), Max Beckman (1884-1950) gibi sanatçıların Weimar döneminde ürettikleri eserleri tanımlamak için kullanılmaktadır. Yeni nesnelci sanatçılar dışavurumculuğu çok öznel ve akıl dışı görmüşlerdir. Kübizm ve fütürizm de sadece formal (biçimsel) konulara takılmış ve yorgun düşmüş akımlar olmuşlardır. Yeni Nesnelci sanatçılara göre, savaş sonrası sanatçılar özelliklerini bir kenara bırakıp akıl dışına saplanmadan ve sanatın yalnızca plastik değerlerinde kaybolmadan içinde yaşadıkları toplumun gerçekliğini nesnel bir şekilde yansıtmayı amaçlamışlardır.
Yeni Nesnelciliğin önemli ismi George Crosz, I. Dünya Savaşı’ndan önce karikatür dergileri için genellikle cinayet, felaketler gibi konuları işleyen çizimler yapmıştır. 1914 yılında gönüllü olarak pek çok sanatçı gibi cephede yer almıştır. I. Dünya Savaşı öncesinde Alman entelektüellerinde Alman kent yaşamına hâkim olan burjuva değerlerinin savaşla beraber yıkılacağına dair bir inanç yaygın olmuştur. Bu inancın getirdiği savaş taraftarlığı doğrultusunda da pek çok sanatçı ve aydın, gönüllü olarak cepheye gitmiştir. Auguste Macke, Franz Marc gibi sanatçılar, savaşta ölmüşlerdir. Bauhaus ‘un kurucusu Walter Gropius (1883-1969) ise, savaşın ortasında bir şekilde savaşmaktan kaçınmıştır. Grosz‘un cephede geçirmiş olduğu süre, dünya görüşünü ve dolayısıyla sanatını da değiştirmiştir. Savaş karşıtı olan ve Alman milliyetçiliğinden nefret eden Crosz, 1918 yılında Alman komünist partisine katılmıştır. Grosz, aynı yıl “Cenaze” (Oscar Panizza’ya itham) adlı resmini tamamlamıştır. Oscar Panizza, 1853-1921 yazmış olduğu şiirlerle ve oyunlarla dini aşağılamak suçundan 1895 yılında hapse girmiş, bir sene tutuklu kalmış bir edebiyatçıdır. “Cenaze” resminde Grosz‘un bu dönemde fütürizmden etkilendiği gözlemlenmektedir. Fütüristlerin 1913 yılında Berlin’deki Sturm Galeri’de açtıkları sergiyi pek çok Alman sanatçı görmüş ve etkilenmiştir.Grosz, aynı yıl dada hareketine katılmıştır. Grosz ve Heartfield, fotomontaj tekniğini kullanarak dönemin çağdaş sanat ortamını eleştirmişlerdir. Aynı yıl dada hareketini bırakmış, fotomontaj yerine tuval resmi ve çizime yönelen sanatçı, politik görüşlerini ifade etmeye devam etmiştir.
1920’li yıllarda George Grosz, Almanya’nın önde gelen eleştirel sanatçılarının arasında gösterilmiştir. Grosz, 1926 yılında başyapıtı sayılabilen “Toplumun Temel Dayanakları” isimli resmini yapmıştır. Weimar Almanyasının toplum yapısına ilişkin sert bir eleştiri olan resmin konusu, ülkeyi yöneten gerçek unsurlar olmuştur. Kompozisyonda yer alan dört figürden bir tanesi, açık olan kafatasından silahlar fışkıran, kravatında Nazi simgesi olan “Siwastika” işareti bulunan iş adamıdır. İş adamının solunda Alfred Husenberg yer almaktadır. Alfred Husenberg, toplumun her kesimine hitap eden yayınlar çıkaran, ancak gizli olarak Nasyonel sosyalistleri desteklemiş bir medya patronudur. Bu iki figürün arkasında dönemin devlet başkanı Friedrich Ebert görülmektedir. Elinde bir Alman bayrağı olan Ebert’in kafatasından dışkı fışkırmaktadır. En arkadaki figür, halka vaazlar veren bir din adamıdır. Fonda ise yanmakta olan Almanya görülmektedir. Grosz’un amacı, toplumun yapısını ortaya çıkarmaktır. Haksızlıklar, sömürüler ortaya konularak halk bilinçlendirilmeli ve toplumsal değişim sağlanmalıdır. 1933 yılında Nasyonel Sosyalist partinin iktidara gelmesiyle ABD’ye göç eden Grosz, sanatından siyaseti çıkarmış, New York tiplemeleri üzerine karikatürler üretmeye başlamıştır. Sanatın toplumsal değişim süresince etkili olduğunu kabul edenler, yalnızca devrimci sanatçılar değil,nasyonalist Alman sanatını destekleyen sanatçılarda da Weimar Cumhuriyeti’nin sağladığı hoşgörüden yararlanmışlardır. Diğer bir önemli sanatçı Otto Dix’tir. Savaş esnasında 600’den fazla resim yapan sanatçının bu dönemdeki resimlerinde etkili bir fütürizm ve dışavurumculuk söz konusu olmuştur. Dix’in sanatındaki fütüristik etkilere sadece savaş sırasında yapmış olduğu resimlerinde rastlanmıştır. İtalyan fütürizminin savaşın dinamizmine olan bağlılığı, yıkımın ardından yaratıcılığın geleceğine duyduğu inanç, Dix‘in cephedeki yaratımlarındaki fütürist etki arasında paralellik bulunmaktadır. Otto Dix, cepheden döndükten sonra sanatındaki fütürist etkilerden kurtularak hiciv içeren karikatürlere yönelmiştir. 1924 yılı, savaşın başlangıcının onuncu yılında Almanya’daki kültürel faaliyetlerin ana konusunu savaş oluşturmuştur. Siyasileşmiş bir kültürel ortamda sol düşünceye sahip olanlar savaşa eleştirel bakışla yaklaşırken, sağ kesim, kahramanlığı vurgulayan milletçi bir anlayışı benimsenmiştir.

Resim ve edebiyatta olduğu gibi mimaride de Yeni Nesnellik, 1920’lerin başındaki Weimar kültüründeki geçiş yıllarına ait Alman çalışmalarını ekspresyonist mimari üslubun aşırılıklarına ve ulusal ruhun değişimine direk bir tepki olarak tanımlanmaktadır. Bruno Taut, Erich Mendelson, Hans Pıelzig gibi mimarlar Yeni Nesnelcilik’in Almanya’da Neues Bauen (yeni bina) olarak bilinen direkt olarak işlevsel açıdan düşünülmüş, gerçekçi inşaat yaklaşımına yönelmiş lerdir. Taut ve Ernst May’ın devasa kent planlarını, toplu konut projelerini ve etkili deneyleri kapsamıştır. Bu yüzden Avrupa’da Yeni Nesnellik akımına ait çok sayıda mimari örnek bulunmaktadır. Dix, hiçbir zaman aktif bir siyasi tavır ortaya koymamakla birlikte, sosyal olarak antimilitarist bir kesimin içerisinde yer almıştır.
“Savaş” serisi resimlerini bir takım savaş malulleri, pasifistler ve solcular savaşın lanetlenmesini ve Weimar toplumunun giderek daha çok militarizme kaymasına eleştiri olarak yorumlamışlardır. “Savaş” 1924’te Berlin’de Ernst Friedrich‘in kurduğu “Uluslararası Savaş Karşıtı Müze”de sergilenmiştir. Dix, 1937‘de Nasyonel Sosyalistler tarafından yoz sanatçı olarak değerlendirilmiştir, resim yapması yasaklamıştır. 1939’da Hitler’e suikast tertibine katıldığı iddiasıyla hapse girmiş, 1945 yılında tekrar cepheye gönderilmiş ve Fransız ordusuna esir düşmüştür. 1980’li yıllarda Dix üzerinde çalışan bazı sanat tarihçileri, sanatçının savaşla ilgili resimlerini psikolojik açıdan yorumlamışlar ve savaş tecrübesinin sanatçıda yaratmış olduğu travmadan kurtulmak için ürettiği kanısına varmışlardır.
“Savaş” serisindeki resimlerde işlenen konular cephe yaşamı, çatışmanın vahşiliği, zalimliği ve cephenin ardındaki kent yaşamının yozluğu olmuştur. Otto Dix’in “Savaş” serisinin yanı sıra en bilinen resimlerinden birisi de 1920’de yaptığı “Prag Sokağı”dır. Almanya’nın Dresden kentinde bulunan Prag Sokağı, o dönemde savaşta uzuvlarını kaybeden gaziler için protezler satan dükkanların bulunduğu bir sokaktır. Dix, savaş gazileri üzerinden toplumdaki eşitsizliği gözler önüne sermiştir. Halk, tepki olarak gittikçe daha inançlı bir biçimde Nasyonal Sosyalist görüşe kaymış, 1932 seçimlerinde birinci parti olmuştur. 30 Ocak 1933’te başkan Hindenburg, Adolf Hitler’i şansölyeliğe atamış ve kısa süre sonra ve Weimar Cumhuriyeti yerini III. Reich’e bırakmıştır. Modern sanatın Avrupa’daki gelişim sürecine Nasyonal sosyalist ideoloji darbe vumuştur. Nasyonal Sosyalist ideoloji ortaya çıktığından beri Almanya’nın kültürel temizliğe ihtiyacı olduğu düşüncesi oluşmuştur. Ekim 1936’da Berlin Ulusal Galeri’deki modern sanat bölümü kapatılmış, Nazi ileri gelenlerine göre toplum, modern sanatı benimsememiş ve modern sanat popülaritesi basının yanlış yönlendirmeleri ile oluşmuştur.
19 Temmuz 1937’de Münih’te Arkeoloji Enstitüsü’nün koleksiyonunun sergilendiği Hofgarten’de bir “Dejenere Sanat Sergisi” açılmıştır. Serginin amacı ise, Alman halkına sanatın nasıl olmaması gerektiğinin gösterilmesi olmuştur. Bu serginin açılmasından bir gün önce de Münih’te Nasyonal Sosyalist ideolojinin benimsemiş olduğu eserlerden oluşan “Büyük Alman Sergisi” açılmış ve halkın estetik anlayışlarının kıyaslanması istenmiştir. Dejenere “Sanat Eserlerine Değer Biçme Komisyonu” kurulmuştur. Komisyonun amacı toplanan eserlerin yurt dışında satılmasını sağlamaktır. Komisyonun görevlendirdiği dört sanat tarihçisi Mart 1939’da 4829 eserin ayıklanmasını sağlamış ve bu eserler 20 Mart 1939’da Berlin’de itfaiye merkezindeki bir alanda yakılarak yok edilmiştir. Adolf Hitler’in 31 Ocak 1933 tarihinde iktidara gelmesinden, III. Reich’in çökmesine kadar süren dönem boyunca yaklaşık yarım milyon insan Almanya’yı terk etmiştir. Göç edenlerin yaklaşık yüzde 90’ı Yahudi olmakla birlikte, siyasi tutum, ideolojik görüş Nasyonal Sosyalist ideolojinin dayatmacı normlarına uyum sağlayamama gibi faktörler göçün nedenleri arasındadır. Alman sanatçılar Londra’da. Paris, Prag gibi demokratik rejim altında yönetilen ülkeleri tercih etmişlerdir.
Wassily Kandinsky, Max Ernst, Hans Hartung gibi sanatçılar Paris’e gitmişlerdir ilk Çekoslavak Cumhuriyeti’nin başkenti olan Prag, Alman sanatçılarına kapılarını açmıştır. Oskar Kokoscha, John Heartfield gibi sanatçılar Prag’a yerleşmişlerdir. Almanya’nın 1938’de Bohemya’yı işgal etmesi ile Prag, Alman sanatçılar için güvenilirliğini kaybetmiştir. 1939’da kent işgal edilmiş, Londra, tasarımcıların, grafikerlerin ve göçmen mimarların merkezi haline gelmiştir. ABD’ye sanatçı göçü ise daha çok II. Dünya Savaşı’nın başlaması ile gerçekleşmiştir. Moholy Nagy, Marc Ernst, Herbert Bayer gibi sanatçılar ABD’ye göç etmiştir. Ernst Barlach, Kathe Kollwitz, Emil Nolde, Oskar Schlemmer gibi sanatçıların dışında çok sayıda Alman sanatçılar “içsel göç” yaşamış, bu sanatçılar her tür baskıya rağmen yaratımlarına gizli olarak devam etmişlerdir. Almanya dışına göç eden sanatçılara göre çok daha zor şartlarda yaşamış olan bu sanatçılar, Nasyonel Sosyalizmin yok etmeye çalıştığı çağdaş Alman sanatının sürekliliğini sağlamışlardır.
Kaynakça
- Gay, P., The Weimar Culture, New York Harper, Row Publishers, 1970
- Erden, O., Modern Sanatın Kısa Tarihi, Hayalperest Yayınları, İstanbul 2016
- Antmen, A., 20.Yüzyılda Batı Sanatında Akımlar, Sel Yayıncılık İstanbul, 2013
- Öndin, N., Modern Sanat, Hayalperest Yayınevi, 2019
Bir Cevap Bırakın