Sinemanın Bağımsız Nefesi: Jim Jarmush

Dünyanın en eski film festivali olan Venedik Film Festivalinin 82. si geçen pazar günü tamamlandı. Gösterimi bitiminde beş dakikaya yakın bir süre ayakta alkışlanan Father Mother Sister Brother filmi  en büyük ödül olan Altın Aslan Ödülünü aldı. Elli yıldır senaryosunu kendinin yazdığı ve yönetmeni olduğu toplam sayısı 20’yi geçen filmleri yapan Jim Jarmusch bence sinema tarihinde çok önemli yeri olmasına rağmen fazlasıyla tanınmamaktadır. 72 yaşında olan Jim Jarmusch kendisini anlatıyor:

17 yaşındayken Ohio’dan ayrılıp New York’a yerleştim. Filmleri her zaman sevdim, her zaman. Edebiyat okudum, New York’taki Columbia Üniversitesi’ne gittim ve bir yıllığına Paris’e gidip orada kaldım. Orada derslere girmedim ama Sinematek’e gittim ve orada dünyanın dört bir yanından çeşitli filmler izledim. Tamamen yaşamımda yeni bir bakış açısı kazandım.

Yazar olmak istemiştim ve New York’a döndüğümde müzisyen olarak da çalıştım, o zamanların East Village deki en ünlü müzikhollerinde her gece sahne aldı.  Yazılarımın giderek daha çok sinemaya gönderme yapmaya başladığını fark ettim. Düzyazı şiirler yazıyordum ama bunlar film senaryolarını değil, sahnelerin sinematik bir şekilde tasvirlerini yansıtmaya başlamıştı. Sonra hiç param kalmadı ve ne yapacağımı bilemedim. New York Üniversitesi’nde yüksek lisans film okuluna başvurdum.

Jim Jarmusch burada Spike Lee ile sınıf arkadaşı oldu. New York Üniversitesi’nin Lisansüstü Film programında sinema eğitimi aldı.

Hiç film çekmemiştim ama bir senaryo gönderdim ve sanırım öğrenci grubunu potansiyel yazarlarla doldurmak için “mali yardım” programına başvurdum ve kabul edildim. Aslında başvurup iki yıl orada eğitim görmem tamamen bir hevesti. Orada diploma almadım. son yılımda tez filmim için “Permanent Vacation” adlı bir film çekmiştim ve bana Louis B Mayer bursu vermişlerdi. Ama bir hata yaptılar. Bursu okul ücreti için okula göndermek yerine doğrudan bana gönderdiler, ben de filmin bütçesine harcadım. Film okulu yaptığım filmimi beğenmedi, ayrıca okul ücretini ödemeyip parayı film için kullanmamı harcadığıma çok kızdılar beni mezun etmediler. Ama daha sonra ben tanınan bir film yönetmeni olunca okulun reklamlarında adımı kullanmaya başladılar ve bir röportajda ” filmimi beğenmediler ve bana derece vermediler” dedim. Sonra bana bir derece gönderdiler. Permanent Vacation ardından başlangıçta yarım saatlik kısa film olan Stranger Than Paradise’ı çektim o film yaklaşık 7.000 dolara maloldu. Bana çok büyük bir ün sağladı..

Hollywood sinemasına karşı olan John Cassavetes‘in New York’ta başlattığı Bağımsız Sinema akımı bütün dünyaya yayılmıştır. Kurulu sinema düzenine karşı çıkan bu sinemacılar ABD’de New York’ta yeni bir sinema anlayışı başlatmışlardır. Türkiye‘de Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan bu akımın en önemli örnekleridir.

Her film yapım heveslisi gibi Los Angeles’e gidip ilk filmini yapan Martin Scorsese ilk filmini yapınca filmini ilk olarak John Cassavetes’e göstermiştir. Filmi stüdyoda izleyen John Cassavetes “Marty Hollywood’u terk et. New York’a git orada kafana göre filmler yap” demiştir. Scorsese Hollywood’u terk ederek New York’a dönmüş, filmler yapmaya başlamıştır. Hollywood sistemine karşı, sadece New York ta film yapan bir başka kişi Woody Allen’dir. John Sayles’ la devam eden bu akımın bugün için en önemli film yapımcı-yönetmeni Jim Jarmusch dur

Holywood’da filmleri finanse etmekle ilgilenen kişiler, bana senaryosunu yazdığım film projelerimde  bu işi onlar için mümkün kılacak oyuncuların listelerini vererek geleneksel film yapım yolunu-Hollywood Sitemini –  dayattılar. Ama bunlar benim birlikte çalışmak istediğim veya hayal ettiğim oyuncular değildi.

Ben bir stüdyo film yapımcısı değilim, hiçbir zamanda olamam. Birden “Vay canına, böyle bir yapıya giriyorum” gibi hissettim. Bu yüzden sinirlendim ve senaryoyu bir çekmeceye kaldırdım. Onlar için film yapmayı reddettim. Ben hiçbir zaman storyboard hazırlamam, çekim listesi yapmam, ancak çekime başlamadan önce, tasarımcım, kameramanım ve oyuncularla konuşarak üzerinde anlaşılmış bir stilistik yaklaşım, bazı temel kurallar belirlerim.

İşin garibi, çekimler ilerledikçe bunların her birini ince ayar yapıp netleştiririz.. Yani kesinlikle bir şey arıyoruz, ancak çekim bitene kadar bunun ne olduğunu tanımlayamıyoruz. Senaryo yazma konusuna gelince, yine kendine has bir anlayışı vardır.

Benim için senaryo sadece bir haritadır; önceden oluşturulmuş ve çalıştıkça gelişmesi gereken bir yol. Filmin ne istediğini en başından bilirim, çünkü onun kendini bulmasını istiyordum ve aynı zamanda çalışırken her şeyin değişebileceğinin ve yeni fikirlerin gelebileceğinin bilincindeyim.

Bence filmin önemli olan bölümü yazım değildir, kurgudur. Bana göre film çekmek, bir şeyleri yakalamaktır ve kurgu da bunlardan bir film oluşturmaktır. Elbette bir senaryom ve fikirlerim var, ama asıl mesele kurguda filmi oluşturmak. Bana göre bir film kurgu odasında oluşur. Bu söylemleri aynı Fransız Yeni Dalga akımının “film kurguda yazarın kalemini kullanması gibi yazılır. Film kurguda oluşur”  diyerek sinema dünyasına armağan ettikleri -auteur- kavramını hatırlatıyor fakat…

Bence auteur meselesi bir saçmalıktır. Film çok kollektif bir oluşumdur. Tamam doğru, film üzerinde sanatsal bir kontrolüm var. Bu, birlikte çalıştığım insanları seçtiğim anlamına geliyor; ama filmi birlikte yapıyoruz. Başkalarının parasını finanse edip kullandığımız bu dünyada işbirlikçilerimi seçme yeteneğimi korumak için jenerikte “[Jim Jarmusch]’un bir filmi” ifadesini kullanıyorum. Ama sürekli iş birliği yapıyoruz, bu yüzden film her gün keşif yaparak, her gün çekim yaparak ve prova yaptığımızda, ne anlama gelirse gelsin, sürekli değişiyor, değişiyor, değişiyor.

Kendisini  tamamen bir marjinal olarak tanımlayan Jim Jarmusch ana akım olmayı ret ettiği gibi, hiçbir zamanda underground/yeraltı bir sanatçı olmamıştır. İki kavramın arasında gezinir adeta

 Jim Jarmusch film yapımcısının her konuya açık bir kişilikte olmasının gerekliliğine inanır. Aslında kendisinin bir yönetmenin herkese açık, herşeye ilgili biri olması anlayışı diğer ünlü film yönetmenlerinin de bana söylediği bir gerçektir. Behind The Camera programımı yaparken, Joseph Losey, Agnes Varda, Elia Kazan, Fellini hep aynı cümleyi kullandılar: “Film yönetmeni her konuya ilgili ve hatta o konularda bilgili olmak zorundadır.”

Jim Jarmusch’un başka çok önemli bir konuda da ilginç düşünceleri vardır.

Film çekiyorsanız amatör olmak faydalıdır, çünkü filmlerin içinde başka birçok form vardır. Sevdiğim birçok harika yönetmenin amatör ruhla olaylara yaklaştığını  görüyorum. Buna en iyi örnek Nick Ray dir. Kendisi; Frank Lloyd Wright ile mimarlık okudu, Bertolt Brecht’in kanepesinde uyudu, 30’larda Appalachian müziği ve kırsal blues üzerine bir radyo programı yaptı, ressamdı yazardı. Doymak bilmez bir  meraklıydı. Howard Hawks’ın inanılmaz çeşitlilikte ilgi alanları olduğunu biliyorum. Ve tabii Buñuel’in de….

 Hayal gücünüzün ne kadar kontrol edilebileceğinin de sınırları bulunur.. Filmin benim için asıl konusu da bu. Hayal gücünüz, kimsenin size “İşte gerçek bu” demesiyle kontrol edilemez. Ve şimdi gerçekliğe tosluyorsunuz çünkü “Fosil yakıt fikrinden hoşlanmıyorum, tefeciliğe inanmıyorum, bu yüzden kredi kartına inanmıyorum, şuna buna inanmıyorum…” diyebiliyoruz.

Ama bu, sözde gerçeklik modelinin yapısıdır. Yani bir film yapımcısı olarak uçakla seyahat etmeden, araba sürmeden veya kredi kartı kullanmadan duramam, anlıyor musunuz?

İnsanlık tarihindeki her güzellik hayal gücünden gelir; belki bunu yapmanın bir yolunu icat edebilirim veya bu şekilde yaşamayı hayal edebilirim .Ve bence gerçekten ilginç bir dönemde yaşıyoruz, bir tür düşünce kıyametini çoktan başlattık çünkü bize gerçeklik olarak sundukları tüm bu eski modeller tek tek çöküyor. Dünya ekonomik sistemi gülünç bir sistem halini aldı ve dağılıyor.

Film yapımcıları aynı hedefi, aynı kaderi paylaşırlarsa birbirlerine yardım etmekten çekinmezler. Wim Wenders kendisi gibi Hollywood sistemine  karşı kendi filmlerini yapan Jim Jarmouch’a finansal yatırımcı bulamadığı bir dönemde bir filmini yapmasında büyük destek olmuştur. Ne de olsa halden anlamıştır. 1982 yılında sekiz ay süreyle Wim Wenders elinde Sam Shepard ın yazdığı Paris,Texas film senaryosu, hem de Nastasia Kinski ve Harry Dean Stanton’ın başrollerinde olduğu kadrosuyla Hollywood’da filmine yatırımcı aramıştır.Bütün kapılar yüzüne kapanmıştır. Sonunda Almanya’ya dönerek filmine oradan yatırımcı bulmuştur. 2025 yılının eylül ayına gelecek olursak;

Venedik Festivalinde Altın Aslan ödülünü alan son filmim olan “Baba, Anne, Kız Kardeş, Erkek Kardeş” adlı film oldukça gözlemsel. Üç hikâyeden oluşan bir üçleme. Bunları üç çiçek aranjmanı olarak tanımlamam gerekiyor. Bu filmin anlaşırlığını oluşturmak çok hassas bir süreçti. Kamera, insanları yargılamadan, çok dikkatli bir şekilde gözlemliyor ve belirli karakterlere veya onların dünya görüşlerine odaklanmayan bir dünyayı nasıl hassas bir şekilde yaratacağını buluyor. Anlatıyı tanımlayan bir kahraman yok.

Aslında ne güzel bir bakış açısına sahip ki Jim Jarmusch; “hâlâ öğreniyorum” demekte; bence öğrenmeyi her türlü ifade biçimine uygulayabilirsiniz, dünyaya karşı açık olursanız her zaman yeni şeyler öğreneceksiniz.

Büyük Japon yönetmen Akira Kurosawa 90’lı yaşlarındayken kendisine “Film çekmeyi bırakacak mısınız?” diye sorulmuş ve o da “Evet, nasıl yapılacağını öğrendiğimde bırakacağım” demiş. Çok doğru bende her bir filmimi yaparken yeni bir şey öğreniyorum

 

 

Bir Cevap Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.