uzandım nisanına ağ yırtığında balıkçı sudaki cinayetle ciltlerken bir sevişme risalesini yakamozuna sataştım, külledi paçavramı iğne delirdi.
sonsuza dek parmak ucuma batıran hayatı
kehanet gibi sun kuytuma.
mesela tam yerini bilmiyorum, ama Rilke’de bir kutu yeşilini bulacak şimdi, bir kapak onu gözüne kestirecek, tam bilmiyorum, ama kaçıncı kez o metruk dilin hiç susmayan yağmurunda Lorca’dan bir harabat çisesi içini içime dökecek,
ölümün yumurtalarını bırakacak yarama.
ve amansız bir kavs-i kuzah ansızın serenimde. ilk değil, ama.
kuzahı uyarsam hangi kavste sendeler kir kadranında?
Meydan şehrin kalbinde bozuk saat, durmadan kulesi onarılır.
kalbimde Kule gezdirilen bir şey ve sorularla uğuldayan.
Kule en az kırk soru yanıtlıyor sabahları. akşamüstü daha çok. güneş batarken daha bir sivri Çatalkaya’da iki tepecik.
sol omzuna dövdürtmüştür rüzgâr etekleri havalanan bir amazon/
şehir ve bir mazgalı taşıyordur balıkçılar/
onu oradan ancak bir yangın çıkartabilir
aynada yakılan hayale hayatta çürük / damar damar çatlıyorken iskelede bir nar.
akşamüstü saat dört
akşamüstü saat beş
akşamüstü saat altı
akşamüstü saat/
şarap kızılı uzak sevgili,
kollarında suyu tanımamış balıklar/
sahilde bir ikindiyi kaydırıyor, gölgeler sessizliği manolyalar…
sahilden medet umar gibi,
Kırkmerdiven’den indi. eski kortejo şimdi kutsal apartman. yıkılan sinagog, temelinde bir cami, musalla taşsız. avluda çınar kesik. Bitcoin serbest. Haşhaş yasak. Manikürcü Deya kayıp. mersin çiçeğe durmuş. cennet. ahiret.
Pers ile Purim arasında bir Ester.
altından kalkılamayacak bir Karataş.
kavrayamaz taş, istenen nedir?
minik tıkırtılarla geçti. Kız Lisesi’nin kapısında bekledi. havayı kokladı. mezar taşlarıyla örülmüş duvara baktı. tık. bir taşın altındaki oyuktan girdi. tıkır. başka taşın altındaki oyuktan çıktı. tıkır tıkır tıkır tıkır.
kışlada baharla ürperen Paşa. KBÜP.
Taif’te kesik baş. TKB.
gıcır gıcır İttihat Terakki çizmeleri. ggİTÇ.
siyah beyaz yol çizimleri. ESHOT-İZBAN-BİSİM.
gerilmiş bir rayda kavşak. Gbrk.
dön baba dön.
çiçekçide tesbih ağacı. tıkır tıkır. geçti. dilenenler. mülteciler. yapboz bir hükümet konağı. geçti. tıkır. karşısında İngiliz Ayşe Hatun. bakışlarında Firuze Mimar. geçti.
havayı kokladı. martılara miss bir buse. tıkıırrr. bir OHH!
Ohhh! dedirten bıyık burma, kazı kazan bir dişil enerji. “bulduk ben’i”,
ben çok kazılı bir roman.
kördüğüm bir karbonotu içimde göğü örüyor/ içimi kapatıp dışımı açıyor.
tıkır tıkır. nefes nefese cümlesi devrik bir buluşma. KONAK MEYDANI’nda.
açlığın çark-ı felek ile karşılaşması. tesadüf ile sınırlanmış aylaklık. parçabaşı şiir çalışır av’a.
akşamüstü saat dörde,
akşamüstü saat beşe,
akşamüstü saat altıya şöyle bir kesik bakış. üç ayrı postaneden üç ayrı zarf atış.
üç leş sahife damarın tırnağa değdiği yerde bir balona nişan alış.
sürttü burnunu.
tek tek evirdi çevirdi hepsini.
kiminin üstünde kedi köpek, kiminde kuş boku; kiminde kâğıt mendil, kiminde kopuk lastik, don, maske, kiminde sidik lekesi, kiminde kusmuk, kiminde boş şişe,
kiminde çiğdem çekirdek fıstık kabuğu, kırıntı gevrek, midye dolma.
bir dörde,
bir beşe,
bir altıya…
derken
yapıştı bakışları akşamüstü saat beş’e. ters açı zoom.
gün batımı yaklaştıkça buram buram ergenlik. otuzbirle taburenin fuhşu. karşısında sere serpe akşamüstüsaatbeş. bir bacağını yelkovana dolamış, bir bacağını Karşıyaka’ya dayamış.
Nergislemiş bir zokayı, kalçasına takmış. Kontralto bir opera.
aklının bütün tahtalarını söküyor kamuflajdan bıkmış bir kontrgerilla.
göz göze geldiler mi geçmişin falezinden sarkıyor. deli turnusolü dipsiz kuyulardan
Karantina İskelesi’ne çıkıyor.
yangının kibirli simetrisi sızıyor hâlâ Agios Metamorphosis’ten
dille oyulan taş. kartal katarı bir cenaze.
kenara çekildikçe dağılıyoruz
+fallik muskalarla haritalanmış + yırtmacında Despina
+boş mücevher kutusu + kadife zehirlenmesi +
loş panayırlarda yuvarlanıyor
oyulan gözde bir gölge.
durmadan G TELİNE vuran orkestra
sanki Zeus ile Ganymedes, sanki Copin’de Rubato
-daar!
diye bağırdı.
kırıldı fresk. sol besleyen
notadan döküldü yere.
görünüp kaybolan sere serpe kızarıp duran akşamüstü saat beş’i seyretti bir süre.
derin bir off.
kasıklarından bir tramvay geçti. OFFff!
içinde yıllar makas değiştirdi. off!
mahmur bir çingene kayışları tutmuş.
içinden dalgalana dalgalana geçti vapurlar.
içinden toz duman iki pelikanın sarmaş dolaş dansı.
içinden bir kadehin bumbuz akışı.
içinden bir suyun fıkır fıkır kaynayışı.
içinden bir çift dişten gönlün yaralanışı.
içinden ana baba bacı kardaş def darbuka zurna sallanışı…
çene keseleri seğirdi. ön pençeler gerildi.
akşamüstü saat beş’i önce burnuyla iteledi.
saçlar saldı kendini suya. bir sarkaç çıplaklığını örttü. Körfez kızardı, gün batımında, yandı, söndü, yandı.
yeşil bir elma dilimledi, tabağa bıraktı. narsistlikten tıkanan bir ayva tanrısal limonu emiyor.
kabardı tüyleri, gerildi gövdesi. bir voyeur oldu, elma diliminden bir kuğu oydu, aynı anda egzibiyonist oldu, ayvaya tarçın doldurdu. yelkovan şiddetlendi.
gelmişini geçmişini bir akrebe mühürledi.
ön pençelerini geçirdi akşamüstü saat beşe. yuva kazar gibi birkaç darbe…
yatırdı, kaldırdı, kirletti, kemirdi, karaladı, sildi, tokatladı, tırmaladı, yıkadı, sıktı, sıkıştırdı. sürükledi. bıraktı. – bahisleri yükseltti palmiyeler ibne hakem, tek kare maç. ıslık tufanı– çırpınan akşamüstü saat beş’i bir o yana, bir bu yana. çekiştirdi gel gitli bir oyunda.
döktü gövdesini içine, içini dışına. bazen gözlerini dişledi, bazen etlerini didikledi, bazen karnını deşti, tuttu. fırlattı. tuttu. fırlattı. tuttu.
aldı altına gökyüzünü, uçurumuna raptiyeledi… indi kemirdi. çıktı kemirdi.
balet tasvirleri cambaz aynalarda. sütlü sarhoşluğunda piyanist Faruk, Şükran Otel’de yankılanan Matkap, Pisuvar Hasan, ölü şerbetçisi Adem, fırça Ali, alemlerin ortasında patlayan Çiban, dürük Erdinç, kavste sendeli; terebentsiz bir kıç arıyorlar Çaka Bey’in tek renk filosunda kendi kendisinin tuzunu yalamaya mahkûm.
Flamingolar kuzahdan geçiyorlar. Sil tuşları taşın rengini tartışıyorlar. atma tutma kalıyorlar geriye.
bir an’a saplanırken balondan seken kurşun.
hipermetrop mercekte karıncalaşan bir zaman.
koltukaltında upuzun bir kıl. çektikçe çırpındı. dişlendikçe çırpındı.
didiklenen ette ince bir gök sancısı.
dişine yapışan bir damar parçası.
çekti. attı.
rakı beyazı bir akşamüstüne yeşil bir kapak kapattı
ters yüz etti çene kesesini, temizledi ağzına bulaşan kanı
suretin yanık sözler biriktiren suaresinden
bir kırık küllüğün yangınından kurtarıldığı o yerden
oradan…
Saat Kulesi Faresi’nin anlattığıdır:
kronos
gövdemden boğulanın oyuntusu
suya denizler tasarlamış
korkunç geçiyor vapurlar
fakat hâlâ içinden çamurun
yapraktan sökülmüş rüzgâr
rüzgârdan sökülmüş bahçe
duyumların çetrefil sorusu
varız derken herkes
nereden nereye yokum
arzuların kar kuyusu
bozuk saatte devşirme zaman
yanlış yazılan şehirde kendine varamayan
bir sardunyayı sevince
hep bir sardunya
balkonda çürüyen bisiklet
gitarların kırılırken söylediği blues
arzu tende kar
kuyu ruhta tekerrür
örselenen encam o fırıldak zemberek
duramaz kirpiklerinde
mahrem dili akşamın
kıyıya vuranı solumaktan yorgun
dinle Kronosoğlu: içinden büyür
gök, bitirilememiştir ilk yalandan beri
ölüler kendini yıkayamaz.
““apollonun faresi – gotik hayatta ölüm var mı” adlı dosyadan ııı. bölüm “kronos””
_____
ERKAN KARAKİRAZ’IN YORUMU
Nevzat Erkmen, Türkiye’de yayımlanan ilk Ulysses çevirisinin en başında yer alan üç önsözden üçüncüsü olan -ilk iki yazı Enis Batur’a aittir- Çevirenin Sözü başlıklı yazısının son satırlarında şöyle der: Bir de dileğim var: Joyce’un Dublin’i anlattığınca, çağdaş İzmir’i anlatacak çıksın bir yazar daha!
Erkmen’in beklediği, ama görmeye ömrünün yetmediği yazar, büyük ihtimalle, Pandora’nın kutusunu açan ve o kutudan çıkanlarla şiir dünyasında kaotik bir ses yükseltmekte olan Ayşen Deniz Onaral.
Erkmen, sonucu göremese de, ben, ortaya çıkan sonuca tanıklık etmekten çok memnunum. Okuduğunuz şiir, nehir-şiirlerin bir araya getirildiği, çeşitli bölümlerden oluşan, İzmir üzerine Joycevari, bulmacamsı, canlı bir dille kurulduğunu gözlemlediğim Apollonun Faresi – Gotik Hayatta Ölüm Var Mı isimli henüz yayımlanmamış şiir dosyasının üçüncü bölümü. Onaral, şiirin uzandığı sınırları genişleterek kendi sözcükleri, yaklaşımı, tekniğiyle girişiyor şiire elbette; ancak Kronos başlıklı şiirin dille kurduğu, yenilikle ve şimdinin estetiğiyle karşılığını bulan bütünlüklü aidiyet, Joyce’un yazdıklarının yanında eğreti ya da yavan durmayacak denli güçlü. Joyce’un şiir başlığı altında yazdıklarını pek önemli bulmamışımdır; düzyazısında daha şairdir bana kalırsa. Onaral ise taptaze bir yerden yakalıyor şimdinin şiirini; sokakla, mekânla, dilin farklı yüzleriyle, zihnin açmazlarıyla, kişisel deneyim katkılarıyla, tanıklıklarla, tarihsellikle ve politikayla ilişkilendirmeyi es geçmeden hem de. Onaral’ın şiire dair teorisi, hayatın ta içindeki pratiğin dinamiğinde buluyor karşılığını. Onaral’ın dosyasının tamamını okumayı sabırsızlıkla bekliyorum.