KAHKANIN TARİHİ

“O nasıl gülme öyle?”

“O ne biçim kahkaha?

Uzun süredir düşünüyorum. Kahkahada insanları rahatsız eden ne var diye? “Açık giyme, şöyle yapma böyle yapma, öyle gülme…” Bir tiyatro sahnesini yönetiyormuş gibi insanlara direktif verenler de kimler böyle? Onları rahatsız eden ne? Işığı sevenler insanı görünmez istiyor, ne tuhaf…

Görünüyorum. İşte kahkaham burada. Bir yere saklamam gerektiği aklıma bile gelmedi. İçimden geliyor gülüyorum. Hatta bir kampanya başlatmayı düşünüyorum. Krizantem kahkaha… Haydi, sen de bir kahkaha bırak… Böyle böyle sevinç yayılsın. Tüm o içimizi karartan, bizi karanlığı ile boğmaya çalışan olaylara inat… Üstümüze düşen bombalara inat, bir kahkaha… Başıma ne gelirse gelsin yok edemeyeceğiniz bir kahkaha…

İşte böyle böyle kahkahanın gücünü fark ettim… “Açık giyme. Perdeleri çek. Bugün nereye gittin bakalım… Arayan kimdi?”

Tüm baskıları mutlu bir kedi gibi nasıl da boşlaştırıyor kahkaha.

Kahkahanın bu gücünü sevdim.

Bol bol kahkaha atın… İçinizden geldiği gibi her yerde gülün… “İçimizden gelen” sihirli sözcükler, bunlar… İçimizdeki suları bulandırmaya inat gülün.

Kahkahamdan rahatsız oluyorsan demek ki nefesime düşmansın. Kahkaha, o sonsuz krizantem… Kahkahadan daha güzel ne olabilir. Sonsuz güzellik. Yaşam sevinci. Kahkaha bulaşıcıdır. Haydi hepimiz gülelim… Kahkaha pandemisi! Tiyatronun maskesi niçin gülmek ve ağlamak? Çünkü her ikisinde de benlik, zihin, bilinç ya da ruh (her ne diyorsanız) en canlıdır.

Eteğimizin altından canımız gözüküyormuş gibi, bizi, bizim de bir hayata sahip olduğumuzu yeni etmişler gibi şaşkın bakanlara karşı, haydi hep beraber, içimizden geldikçe gülelim… Günebakanlar gibi gülelim… Saçılsın gülüşümüz, çiğdem olsun… Ölü çekirdekleri çitler gibi çıt çıt, değil, açan günebakanlar gibi gümbür gümbür gülelim. Zehirlenmiş denizlerde ölmemiş balıklar gibi neşeli, oyuncu balıkçıllar gibi şen gülelim. O kocayan çınar ağacı gövdemizden yemyeşil, bizi daha çok biz yapan acar yeşil bir yaprak çıkmış gibi gülelim… Gülüşün karşısında hiçbir öfkeli rüzgar duramaz. Kahkaha atalım… İçimizden geldikçe… Hiçe sayıldıkça, yok sayıldıkça yok saydığımız içimiz, bir tür yaşam sızıntısı şeklinde kahkahalarla görünüyor olsa gerek… Hissizlik, sevgisizlik, yabancılık… Kendine yabancılaşan, herkese yabancılaşır. Kahkaha güven verir… Haydi, durmayalım gülelim. Biri kahkahanızdan dolayı size aşağılayarak baktı mı? Bir kahkaha daha atın. Yas evinde gülün demiyorum. Ama dünyayı bir yas evine çevirenlere inat, içinizden gelen her yerde gülün…

Dünyamıza yeni bir uydu eklenmiş. Kasım 25’e kadar dünyanın çevresinde dönecekmiş. “Kahkaha uydusu” olsun bu yeni uydunun adı… Çevrenizde bir uyduyla geziyormuş gibi yüzünüzde kahkahaların kasımpatılarıyla, günebakanlarıyla gezin… Haydi, şimdi, bu yazının burasında hafif bir tebessümle başlayın… Bakın nasıl yayıldığını göreceksiniz… Kim bilir belki de uzayda halay başlar… Kahkaha halayı… Kahkaha alayları geçer gece sokaklardan, şen kahkahalar duyarız…

Kahkahanın güzel yanı kişinin kendisinin bile oto sansür yapamayacağı bir şey oluşu. Geldiyse kısamazsın… Doğurmak gibi…

Çeşit çeşittir gülüş. İşin içine sadece akciğerlerin katıldığı kirli, toza toprağa bulanmış, neşe saçmaktan paslı bir su akıtmaya benzeyen pis gülüş… Sinsi gülüş, tez gülüş, alaycı gülüş… Kahkaha ele verir. Ne yaşadıysak, ne kadar baskılanmaya çalıştıysak da yaşam sevincimizi ele verir. Gülüş karakterdir. Ruhun rengini gösterir. Gülüş bir sonuçtur… Nasıl gülüyoruz? Bir yılan gibi tıslayarak mı? Bir kurbağa ya da bukalemun gibi yandan yandan kesik kesik mi? Su gibi berrak mı? Ay gibi tertemiz mi? Bir iyiliği herkese dağıtır gibi? Üsteleyerek mi, üstten bakarak mı?

Kahkahanın da çeşitleri vardır. Yerlisi yersizi, zamanlısı, zamansızı… Kırmızısı, yeşili, beyazı sarısı… Güzeli, çirkini, biçimsizi, biçimlisi… Niçin sevilmez bir kadının kahkahası? Çünkü zangır zangır kirli bir sesle hayattan nefret ettiğinin, yaşamakta ne kadar zorlandığının altını çizer gibi, imdat çığlığı gibi… Ağlar gibi kahkaha attığı için. Dışı bir bütün nar olan içi damla damla gözyaşı olan kahkaha… Tüm zorlanışlarını ele veren bir şey olmalı ki (kesilince yaşını gösteren ağaçmış gibi) kahkahasında kadının; rahatsız oluyorlar. Baş etmeye çalıştıkları, susturmakla, bastırmakla önünü alamadıkları bir şey ortaya çıkıyor gibi… Kendini doğuruyor gibi… Doğum sancısı gibi kahkaha atıyor bazı kadınlar. Tüm baskılara rağmen. Yaşamaya başlıyorlar yeniden. Anka kuşunun varış yerinin farkına vardığı, küllerinden yeniden doğduğu, o değişim dönüşüm anını sağlıyor kahkaha…

Gülüşün sahtesi olur mu? Olmaz, gülmek içten gelen bir şeydir. Tiyatro sahnesinde bile zamanla gerçekten gülmeye başlarız, karakter oturunca…

Kahkaha açmış bir çiçektir, tebessüm goncaysa… Kahkaha bu yüzden de korkutucu olsa gerek… Bir goncadan olgun bir çiçeğe… Solmayan, hep canlı kalmayı başaran çiçeğe… Kasımpatı ya da günebakana…

Gülüşümüz ruhumuzun rengidir. Ne kadar kurallara uysak da zamanmış şuymuş buymuş, yaşadığımız çağın getirdiği birtakım zırvalıklara uysak da kahkaha ortaçağdan kalma karanlık bir tabloda alttan bembeyaz iç eteği görünen bir kadının elini tutmaktır. Geçmişi ve geleceği bugün de geçip gidecek olan insan olarak bir köprüden selamlar gibi selamlamaktır…

1900 lü yıllar geçti… Bu yıllar da geçecek… Kahkaha baki kalacak… Bir fotoğrafta görünce bile gözümüzün içini güldüren… Elden ele beyaz bir papatya gibi… En karanlık bir ortaçağ tablosundaki ışık gibi… Koş saksına dik onu… Bembeyaz papatyayı.

Not: Meraklısına gülme üzerine iki güzel kitap *Charles Baudeilaire, Gülmenin Cevheri Üzerine, Can Yayınları, *Henry Bergson, Gülme, İş Bankası Kültür Yayınları

Bir Cevap Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.