Enis Batur’un 2014 tarihli “Yazboz” denemeler serisi yalnızca “yazı” kavramını dört koldan kuşatan, tarihini felsefesiyle, sosyolojisini antropolojisiyle, estetiğini edimiyle kavuşturan bir toplam değil. Enis Batur; yazıyı kendi nesnesine yönelttiğinde, edimin nesnesiyle edimi birleştirdiğinde ortaya çıkan yalnızca yazının iç yüzüne açılan bir anahtar deliği değil. Bu denemeler serisi, Enis Batur’un bir edebi tür olarak denemeye kattığı bütün incelikleri örnekliyor.
Enis Batur’un yazın dünyamıza kattığı eserler yalnızca nitelik veya hacim bakımından değil, çeşitlilik bakımından da bir eşi yahut ikizi zor bulunacak türdendir. Kendisinin de “Yanılsama” başlıklı denemesinde belirttiği gibi kollarını bir ahtapot şekline bürüme pahasına yazın haritasının her yerine uzanmaya çalışmıştır. Ancak bu bütüne/külliyata uzaktan bakıldığında tıpkı Moore’un ünlü Octopus şiirinde olduğu gibi bu nesnenin gerçekte bir ahtapot değil bir dağ olduğu ortaya çıkar. Kendi topografyasında ısrarcı ve özenli bir dağ. Onun inişli çıkışlı yazın topoğrafyasında işte bu göz korkutan hacim yavaşça iz sürülebilir bir haritaya dönüşür, farklı yazın türlerinin ve biçimlerinin kentler, bulanık sınırlar ve türler arasında muğlak geçişleri olanaklı kılan taşralar oluşturur. O bir yazın kentinden diğerine geçerken yolunuzun düştüğü taşrada Enis Batur çok mevsim konaklamış olsa da biz bu yazımızda daha çok Batur haritasındaki bürokrasinin başkenti olan şiirden uzaklaşıp turistik bir metropol olan deneme istikametinde hareket edeceğiz. Ancak denemeye odaklanırken Batur’da denemenin kuru bir yazı türü olarak şiirden yalıtılmış bir yapı olarak belirmediğini de söylemek gerekir: Batur’un yazınının ekseri özelliği şiirin yöntem ve dokusunu paylaşmalarıdır. Öyle ki roman bile özünde şiirle denemenin birbirine indirgenemeyen tözlerinin harmanlanmasıyla meydana gelir, getirilir (Elma’yı düşünmeden edemeyiz burada). Enis Batur denemeciliğinin vurgulunması en gerekli yanı onun deneme janrasını yalnızca bir iletişimsel medyum olarak değil doğrudan iletinin özgün yapısının ön plana çıktığı yazınsal bir tür olarak inşa etmesidir. Yazınsallığın koşulunu iletinin “ileten ve iletilen” ilişkisinden özerkleşerek yarattığı otonom alan olarak görmek hala geçerliyse eğer Batur’un denemeciliğinin baskın yanı eserin iletisinin nasıl inşa edildiğinin iletinin hedefe varıp varmadığı sorusunun önüne geçerek egemenliğini kurmasıdır, kendini etik olanın mekanizmasından kurtararak estetiğin koşullandırdığı alana varmasıdır.
“Budur, bana kalırsa, yazı hastalığı: Yazboz tahtasında kurmak ve çözmek.”
-Enis Batur
Hiçbir zaman tek bir konu yoktur Batur’un denemelerinde, nereden çıktığı belli olmayan konu’lar gelir, asıl konuya sürtünür, onu gerer, kızdırır, hızlandırır ve aniden çekilir; ana konu ona yan konularla sürtüşmekten ihsan edilen bir süratle devinir zirveye varana dek. Tek konu illüzyonu yaratılmak istenildiğinde bile iyi saklamaya çalışmaz Batur bu konular ağını, hiçbir nesne onun için ilişkisiz var olamaz, dallar gövdeye dahildir, her şey ancak bir diğerine benzediğinde, benzediği ölçüde kavranabilir denemede, anca öyle denenebilir. Öbür türlüsü, eğer Batur için mümkün olsaydı bile, artık denemenin kapsamı içinde kalmayacaktır, deneme olmanın şartlarını sağlamayacaktır. Kimi zaman ikinci konu, sürtünme kuvvetini arttıran bir araç olarak geçiş anında çıkmak yerine denemenin sonunda ilk konunun toslamayacağı ancak önünde gelip duracağı, karşı karşıya kalacağı, yüzleşeceği bir duvar gibi çıkacaktır; ilk konu bu duvarın boyundan kendi boyunu hesap etmeye çalışacaktır (“Saray Şairleri ve Şiir Sarayların”da olduğu gibi, saray şairleri birden, aniden, en sonunda şiir saraylarıyla boy ölçüşür). Bir yandan Batur denemeyi yalnızca yaptığı, kapsadığı, ele aldığıyla değil ama kapsamayı ve ele almayı reddettiğiyle, ihtiyari bir eylem olarak harici kıldığıyla da kurar. Tıpkı şairin bilinciyle hareket eden denemeci uzun, soluklu cümlelerine ve kendi çevresinde dönerek ivme kazanan paragraflarına rağmen söylemeyi reddettiğinin musallat mevcudiyetini de metne şekil vermek için imdata çağırır. Örneğin denemecinin Pier Loti üzerine kalem oynatırken erken 20.yy Osmanlı-Türkiye entelijansiyasında ünlü Fransız hakkında yazılıp çizilenlere Baha Tevfik’ten Yahya Kemal’e kadar yer verirken Nazım Hikmet’in ünlü şiirini atlaması unutkanlığından değildir. Hayır, bu şiiri unutmuş veya göz ardı etmiş olamayacak olan yazar bilinçli bir ikona kırıcılık faaliyetine girer, İsa’nın suratı daha boyanmadan önce kazınmıştır ve metinde mevcudiyetinin eksikliğiyle mevcut bir ağırlık kazanmıştır. Birçok denemesinde gözlemlenen bu “harici tutma” atılımı (nerede bilinçli nerede bilinçsiz olduğu saptanamaz elbette) bizi aslında önemli bir ayrım noktasının eşiğine getiriyor: Batur’un denemeci karakteri özünde örneklerine sık rastladığımız bir araştırmacı-denemeci değildir, daha seyrek tanışma fırsatı bulduğumuz bir denemeci soyundandır: denemenin kendisini diğer yazın türleriyle eş bir ontolojik katmanda gören denemecidir o. Denemenin kendisi bir düşüncenin doğruluğunda kanıtlayıcı ve ısrarcı bir metinden ziyade yazınsal bir gerçekliği “dokuyan” bir metindir. Kendisiyle konuşmanın özneye yönelik retoriği ile hatipçe konuşmanın retoriğinin arasındaki dramatik dengeyi gözeten Batur’un bu farklı konuşma biçimleri arasında istikrar sağladığı bir söylem özelliği var ise o da ısrarla soru sormaktır: bir konuya dair sorular birbiri ardına bir dağılma hareketinin görüsüyle sıralanırken merkez düşüncenin sorularla uzayan sicimleri gittikçe çoğalır. Melih Cevdet’in bir dizesindeki bir şiir olayına benzetme yoluyla açıklamaya izin varsa: “Darı gibi dağıldım …” derken Anday’ın “de” sesiyle bir fikirde ısrar ederken şiirin oluşturduğu imajla bizi bir dağılma fikrine sürüklediği gibi, Batur’un soruculuğu/sorguculuğu da bir fikrin merkez çekim kuvvetine sırtına dayayıp oradan aldığı süratle soru soruculuğunun ivmesine kendini kaptırıp özgürce dağılabilir. Shakespeare’in bilge soytarısı Feste gibi Batur için de sorunun sorulmuş olması yeterlidir, soruya yanıt verilmesi tamamlanmanın ölçütü değildir. Yanıt sonraya da bırakılabilir hiç de zuhur etmeyebilir.

Eğer edebiliğin ne’liğini yabancılaştırma (defamilirization) fikriyle yakından ilintili gören güruhtansanız , Batur’un denemelerinin edebiliğini görmek için gözünüz kılavuz istemeyecektir. Denemelerinin ortak paydasında ele alınan, çizgilerle ve harflerle kuşatma altına alınan nesnenin, deneme ediminin serüveninin sonunda görüntüsündeki yabancılaştıran değişimdir. Nesnenin görüntüsü ya bu süreç içinde bir metamorfoza uğrar ya da nesneyi görme açıları eş zamanlı ve yatay bir biçimde birbirlerine eklemlenerek çeşitli açıların senkronize bütünlüğünde bir çiçek dürbünü mekanizması veyahut bir kübist bakışlar dizisi inşa eder. Eninde sonunda mürekkebin savrulmalarının sonucu tanıdık veya yeni bir konunun başlangıçtaki görüntüsüne yabancılaşmış özgün kompozisyonudur.
Örneğin “Kulak” söyleşi denemesinin değeri deneme türünün edebiliğin kurgulanmışlık niteliğini yücelten tasarısıdır. Deneme türünün edebi olma gereksiniminin ağırlığını çoğunlukla üslup sütünün taşıdığı yazınsal geçmişimize bakıldığında Batur’un denemesi söylemin konfor alanına çatışmayı (hatta gerçekçi çatışmaları) davet ederek bu ağırlığı farklı metinsel seslerin dramatik zemininde dağıtmayı beceriyor. Böylece deneme türünün kurgulanmışlığı, Barthes’ın “ağız dalaşı” fikrini hatırlatırcasına, ön plana çıkarılır ve artık söz konusu olan yalnızca söylem dilinin edebiliği değil aynı zamanda denemenin yapısının belirgin düşselliğidir.
Ancak Batur’undeneme türünün yazınsallığındaki ısrarı yalnızca üslupta olmadığı gibi yalnızca kurgunun ön plana çıkarılmasında da değildir, belki daha “olgucu” denemecilerimizin tercih ettiğinin aksine Batur denemenin kendisini yine imgeselin alanında kurar. Kılıç imajının etrafında inşa ettiği denemesinde olduğu gibi tıpkı uzatılmış bir metafordan beslenen bir şiirin çeşitli sembolik/teşbihî olanaklara açılması gibi bu imgenin ışığı altında özel ve sınırlı coğrafyaların eklemli alanına açılır deneme, göstermeden işaret etme ve aynı nesneye dair algı olanakları dizisini yatay bir hiyerarşide geliştirme konusunda yetkindir. Bazı denemeler ise doğrudan bir denemenin alışık olduğumuz izlencesini bilinçli bir şekilde ihlal ederek bizi yine türler arası muğlaklığa davet eder: “Kalem Uçları” denemesinde Batur’un kişisel kalem koleksiyonunun fotoğrafı üstünde yer alan “deneme”de çarpıcı olan kurgunun bir şiir yapısıyla benzerliğidir.
Monolitik bir Enis Batur denemeciliği profili çıkartılamaz elbet, bu her denemeci için zor olsa da Enis Batur gibi sandığında yüz maske taşıyan (kendi başına bir Commedia Del’ Arte kumpanyası gibi) bir denemeci için daha zordur. Enis Batur’un bugüne kadar yazdığı sayısı zor saptanacak denemelerin tümüne dair detaylı bir inceleme ancak doğrudan bu metinlerin analizine dayanan bir dosya kapsamında mümkün olabilir. Ancak yapılabilecek şey Batur’un denemeyi sürdürürken arkasında bıraktığı mürekkep izinin genel hatlarını çıkartmak, coğrafyanın fiziki ve idari şekillerini hata payını hep saklı tutarak belirginleştirmek olabilir.
Belki de edebilik ve konu(suzluk) ekseninde beliren şudur: Enis Batur, yazıyı yazı üzerine çevirdiğinde en kuvvetlidir; mürekkebe kalemi değil mürekkebi bandırır, sözün ucundaki iğne döner Söz’e, kendisine batar, özne kendisini nesne edinerek nesneleşir. Kendini yazıya öylesine adamış bir kalem ki kağıda sığmayıp kendi üzerine yazar uzatıp ucundaki kurşunu. Konunun önemini giderek yitirdiği bu Barthes’çı ağız dalaşının en isabetli tarifini denemecinin kendisinde buluruz “Sanki sonsuz bir ne yazık ki sonlu mürekkep fışkırıyor içimden.” diye yazdığında “Hapşu” denemesinde. Bu oyunculuğun, denemenin bir yazın türü olma yönünü ispat eden bu kalemşörlüğün en iyi ifadesini bulduğu yönlerden biri de bu denemelerinin çekirdeklerinde yatan “şiir”e sadık kalarak sanki bir Shakesparean sonenin son beyiti gibi ani bir kopuşun bıraktığı soru/n ile noktalanmalarıdır. O yüzden bu denemeyi Enis Batur’un “Ölesiye Sanat” derlemesinden çekip kopardığım bir alıntıyla bitiriyorum, ki bu alıntının kendisi Enis Batur denemeciliğinin de bir panaroması gibidir:
“Sorup, çekiliyorum.”


Bir Cevap Bırakın