BİR KAR GECESİ (ÖYKÜ)

O siluet de karda eriyip gidiyordu. Kalbimde bir eksiklik vardı ama nedenini bilmiyordum.

O kış, sanki gökyüzü çok derin bir yaraya düşüp acısını karla gizliyordu. Ne havada ne yerde tek bir temiz alan vardı, her şey beyazdı ama bu beyazlık öyle bir beyazlıktı ki insanın içine düşen yalnızlıkla kararmış durumdaydı. Her bir kar tanesi düşerken sanki birer yıkıma neden oluyordu. Yıldızsız gece, neredeyse karın üstünde boğuluyordu. Kar, insanın hem içindeki hem dışındaki bir şeyleri temizlemek isterken geçmişin izlerini de silip süpürüyordu.

Yıl 1986. Kar başka bir şekilde yağıyordu. İnsanlar birer gölge gibi siliniyorlardı. O kar tanelerinin altında, eski zamanlarda kaybolmuş bir hatıra vardı. Ankara’nın kenar mahallelerinde çocukların mutlulukla koşturduğu sokaklar birer hayalet gibi sessizdi. O soğuk gecede, arka planda bir telaş vardı ama kimse kimseye yardımcı olmuyordu. Herkesin yalnızlığı, karın sessizliğiyle daha da derinleşiyordu.

Bir an, bir kuyunun başında durduğumu fark ettim. Kar, kuyunun içine düşerken sanki orada bir şeyler saklıymış gibi bir yankı yaratıyordu. Kuyunun derinliklerinde kaybolmuş bir şey vardı ama ne olduğunu bilmiyordum. O an geriye baktığımda fark ettim ki hep bir şeyleri eksik bırakmıştım. Kar tanelerinin her biri bir hikâye anlatıyordu ama bu hikâyeler eksik parçalarla doluydu. Bir yol vardı önümde fakat bu yol nereye ulaştığını bilmediğim bir boşluğa doğru uzanıyordu.

O geceyi kar soğuğuyla sarılmış bir şekilde geçirirken içimden hep aynı soruyu sordum: “Nereye gidiyorum?” Bu soruyu kendime sormaktan kaçındım. Çünkü o kar, bana başka zamanları hatırlatıyordu; eski bir yerde, bir insanın eksik kalan hatırası gibi. Sanki kar, gökyüzünden düşerken beni barındırıyor ve içinde bir dünya saklıyordu.

Bir ara, o karla dolu sokakta herkesin siluetini farklı görmeye başladım. Ama onu tanıyordum. Sanki her gün görüyormuşum gibi tanıdık ve bir o kadar yabancıydı. Kar, aramızda bir perde gibi duruyordu; ona doğru ilerlemek istedim ama ayaklarım yerden kesilmiş gibiydi. Kar her şeyi örtüyor, siluetleri belirsizleştiriyordu. Gözlerim bir şeyleri arıyordu ama neyi aradığımı bile bilmiyordum.

Tam o anda, bir adım daha atmak isterken kar daha da yoğunlaşarak çevremi sarmaya başladı. Yavaşça her şey kayboluyordu. O siluet de karda eriyip gidiyordu. Kalbimde bir eksiklik vardı ama nedenini bilmiyordum. Yine de yürümek zorundaydım çünkü kar her adımımı daha da örtüyordu. Belki de bir yere varamayacaktım ama yine de devam etmeliydim.

Bir anda içimde farklı bir duygu belirdi. Yalnızlık mıydı, hasret mi, yoksa başka bir şey mi? Kim bilir… Ama bir şey kesindi: Kar, her şeyin üzerini örttüğü gibi duyguların da üzerini kapatıyordu. Adımlarım karda kaybolurken uzaklardan gelen bir fısıltıyı duydum.

“Sen!..”

O an, içimde bir şeyin yerine oturduğunu hissettim. Kar, hayatın acımasızlığıydı ama aynı zamanda bir şeylerin geri dönüşüydü. Belki de kaybolan her şey, sonunda bir şekilde bulunacaktı.

Ve o an kendimi başka bir zamanın ortasında buldum. Kar, her şeyin üzerini örttüğü gibi geçmişi de silmişti. Bir yandan her şeyin durmak bilmeyen bir döngüde kaybolduğunu hissediyordum. Bir yandan da o kaybolmuş zamanın içine adım atmaya başlamıştım. Karda bir çeşit derin boşluk vardı. Her kar tanesi, beni o boşluğa biraz daha çekiyor gibiydi.  Adımlarım yavaşça daha da derinleşti, içimde bir yerlerde bir boşluk oluştu. Belki de bu boşluk, kaybolan her şeyin yankısıydı.

İlk defa karın içinde bir anlam buluyordum. Geçmişin yüküyle hissedilen derin bir his vardı ama kaybolmanın da bir tür huzuru vardı. Adımlarımı yavaşça atarken düşüncelerim, geçmişim, varlıkla ilgili her şey birbiriyle çarpışıyordu. O an, karda kaybolan her şeyin bir şekilde kendi içine döneceğini fark ettim. Her kar tanesi bir başka yoldan geçip geri geliyordu; her kayboluş, bir dönüşün parçasıydı. Sanki geçmişin acısı da zamanın izleriyle birlikte toprağa karışıyordu.

Yavaşça ilerlerken birden bir ses duydum. Biri beni çağırıyordu. Bir yerden, çok uzaklardan… Sesin sahibi o kadar tanıdıktı ama bir o kadar da yabancıydı. Gözlerimi karanlıkta gezdirirken sesin kaynağını bulmaya çalıştım. O ses, bir zamanlar uzaklarda kalmış fakat bir şekilde içimde hep var olan bir hatıradan geliyordu. Kar, her şeyin üzerini kapatmışken bu sesin kaybolmasını istemiyordum. Kafam karışıktı ama bir şekilde ilerlemek zorundaydım.

Sesin geldiği yeri bulduğumda o siluet bir kez daha karşıma çıktı. Ama bu defa karın içinde değil, neredeyse görünmeyen bir uzaklıkta duruyordu. Kar, aramızdaki mesafeyi daha da artırıyordu. O siluetle aramızda bir engel vardı ama bir şekilde birbirimize yaklaşıyorduk. Her adımda aramızdaki mesafe artsa da kopmaz bir bağın varlığını hissediyordum. Bir şey beni o siluete çekiyordu ama her adımda kar daha da yoğunlaşıyor, her şeyin belirsizleşmesine neden oluyordu.

Ve o an içimde bir şey kırıldı. Karın bu yoğunluğunun içinde bir kez daha kaybolmuş olan her şeyin bir zaman sonra geri döneceğini düşündüm. Bir şeylerin ne kadar kaybolursa kaybolsun nihayetinde yerine ulaşacağına inandım.

Siluet, karın içinde kaybolurken sanki bir anlığına bana baktı. O an içimde bir şey kırıldı ama aynı zamanda bir şey tamamlandı. Ne kadar kar engellese de yolumu, içimde bir yerlerde bir şeyin beni doğru yolda tuttuğunu biliyordum. Belki de kaybolan her şey, bir gün bir şekilde geri dönecekti.

Karla örtülen yolları takip ettikçe adımlarım hızlanmıştı. Zihnimdeki karanlık da artık bir aydınlığa dönüşüyordu. Bir zamanlar kaybolmuş olan her şey, karda bana kendini hatırlatıyordu. Bu gece bir son değil, bir başlangıçtı. Çünkü her kayboluşun ardından bir buluş gelecekti.

Ve böylece, kaybolan her şeyin ardından karın içindeki yolculuğum sona erdi. Bir şeyin geri dönüşü, hiç ummadığım bir şekilde, sonunda beni buldu.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl

Bir Cevap Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.