yaşamımızın şiiri: kirletilmiş aşk duygusu / SELİM İLERİ
Beni mi sordunuz?
Dünyanın en yalnız erkeğiyim .
Ama fiziki ve ruhsal açıdan değil.
Düşlerim/düşüncelerim/fikirlerim yalnız. Bunları acı. Yani demiryolu rayları üzerinde yürürken her an bir tünel/bir tren…
Kiminle konuşsam….
“vazgeçilemeyen bir aşk”tan söz ediyor.
Ünlü yazarlar da öyle.
İyi de herkes için bunu düşünmek doğru değil.
Benim niye vazgeçemediğim aşk yoktu peki diye kendime sormadan edemedim. Çünkü kimseden “vazgeçmedim” kimse de benden vazgeçmedi. Yani içinde kayıp, terk edilme, reddedilme ve acı olmayan bir aşk olamaz mı? Yoksa bunları biz mi seçiyoruz? Entrikayı diziler ya da gelenekler mi öğretti yoksa bize….
Böyle düşünen tek kişiyim galiba. Yoksa ben mi anormalim?
Aslında kadın ve erkek arasındaki anti-feminal ayrım bu rolleri şöyle belirliyor:
Kadın: “Ben güzelim, beni sevecek kişiyi eğer tespit ettiysem bir ileri-bir geri yapar onu peşimde koştururum. “
Erkek: “Ben bu kadını beğendim uzun süre emek veririm, onu elde ederim….”
Burada bir sahtelik yok mu yani?
Emek eşittir: “onurdan feragat” ise orada yoktum, hiç de olmadım. 87 milyonluk bir ülkede bu düşüncemle yapayalnız olduğumu biliyorum. Ama feminizme göre haklarda eşitlik varsa, sorumluluklarda da eşitlik vardır.
Kadına (ya da erkeğe) nasıl emek verilir? Onu elde etmek için uğraşmak “içgüdülere” emek vermektir, bunun asil bir yönü yoktur. Ancak bir insana kültür, sanat, estetik anlaminda, zekaya katkı ile emek verilebilir. Onu sevindirmek, giydirmek, gezdirmek…Onda yurt bilinci oluşturmak….Onunla kültür mücadelesi vermek. Doğayı, şiiri, romantizmi yaşamak…
Bunlar emek.
Ancak cinsel kimlikle ilgisi olmayan emek. Bir kadını ya da erkeği anlamak, dizine yatırmak, her hüznünü paylaşmak “kıymetli” (bu zarif sözcüğü sakın kimse üzerine alınmasın) bir sevgisel bağ kurmak…
Bütün bunları bir hamle/taktik savaşı sonucu olması mümkün değil: Çünkü işe hesapla başladınız. Sonuç da riya dolu bir ilişki olacaktır. Böyle bir durumda
(sonuçta) içtenlik kalpte niye var olsun ki..
Bir kadının erkeğe aşk ilan etmesinde sakınca yok; evlilik önermesi tabular ortadan kalkarsa doğal bir şey.
Bu yüzden. ..
İlk gençlik yaşlarımdan bugüne kadar tek kadının peşinde koşmadım, hiç kimseye evlilik ya da arkadaşlık teklif etmedim. Ama tersine onlar tarafından yalnız da bırakılmadım.
Aşk acısı?
Aşk acı değil: sevileni kaybetmek acı, sevilenin sizi sevmemesi acı…Ben bunları da yaşamadım.
Ama konu ben değilim, deneyimlerimi sunuyorum: Bu geleneklerin dogmatik yapısına isyan.
Bunları neden anlatıyorum?
Neden, diyor bir psikolog hanım bana: ilişkileriniz sizi üzüyor?
Diyorum ki, ilişki üzmüyor beni: Büyülü bir tanışma ertesi karşıdakinin “değerli anılayım o benim peşimden koşsun” diye davranırken düştüğü acıklı durum üzüyor: Değerliydin. Ama artık değilsin, sözündeki yaralı anlam. Burada içtenliğin ölümü var.
Erkek diyor ki, “kadın dediğin beni peşinden koşturacak, ben zor kadını severim…” Tebrikler! Onurunu pazara çıkardın işte.
Bir ülke yüzünde bu düşünce ve duyguları yaşayan, hisseden ve öne süren tek kişi olmak beni incitiyor. Ne yapalım, bu da kader. Ancak beni kalbine davet eden gerçek feminist kadınları sevgiyle/saygıyla selamlıyorum. Bir de dünyanın en şanslı erkeğiyim, çünkü dünyanın en zarif kadını tarafından sevildim ben!
Aşklar mı demiştiniz?
Aşk’ın çoğulu olmaz. İnsan bir kez sever. Diğerleri gündelik şeylerdir onu da reddetmiyoruz zaten.
Ancak yetsin artık sevmelere hesap karıştırmak. Kimse kimsenin peşinde kendini rezil etmesin. Öğrenilmiş şeyler bizi riyakâr yapıyor. Yapmasın. Hesaptan uzak durun. Birilerinin peşinden ağlayacaksanız onu [ahlakı olması koşuluyla] gereksiz biçimde kaybettiğiniz için ağlayın. Yoksa birini elde etmek için ya da “ahlaktan uzak ilişkilerde elde edilmek için” onurunuzu ve ruhunuzu yerlere sermeyin. Sevgi kirletildi ama siz berrak kalın:
–Olur mu?
Bir Cevap Bırakın