Post-antroposofik yaklaşımları irdeleyecektim. Ama emojilere hapsolmuş “özgür” yaşamlarımız, ihtiyaçlar hiyerarşimizi yeniden sorgulamaya itti beni! Maslow amca yaşasaydı küplere binerdi herhalde bu müdahalemden. Asosyal medyadan bahsediyorum pek tabii.
Polifonik bir etkinlikteyiz. “Ambivalent” bir bağlanmadan ne beklenir ki zaten! Dumura uğratır. Parçalar, böler, yakar, yıkar! Günlük rutinden, inanç sistemlerine…
“Yüksek değerlere sahip bilge ve dengeli bir insan Hades’in kapısını nasıl aralar?”
Peki ben sorayım: Hakikat zorbalığı, tahakkümü tehlikeli midir?
“Mesenler ve sorumlulukları nelerdir sence?”
Mesensiz kalalım dostum! Onlar bizi terk etsin! Feleklerini şaşırsın! Günceli kovalayıp dursun! Ellerinde kalsın hepsi! Buna göz yumalım lütfen! İthal ikâmeci politikaları tekrar düşünelim ekonomi alanından ödünç alarak. Evirip çevirelim! “İhracatımız” hiç olmasın sanatta! Entegre olmayalım. Tozu da dumana katmayalım ötesinde Edirne’nin! Mevcut durum için daha ne söyleyebilirim ki? Üretirsen “ihracat” yaparsın değil mi? Yoksa kimse yutmaz senin apartılmış, başkalarının diktesiyle yapılmış sanatını! “Sanattan” bahsediyorum, dikkat et! Yâni daha henüz Türkiye’de konuşabileceğimiz bir şey değil “sanatın ekonomisi”, piyasası vs. Manipülasyonla yapay bir şekilde oluşturulmuş bir sistem var. Kendi çalıp söylüyor, söyletiyor. Şeffaflığa, dürüstlüğe, kendi içine dönmeye; toparlandıktan sonra da belli bir plân-program dahilinde bu topraklarda yaşandığı da unutulmadan özgün bir strateji ile açılım sağlanabilir. Yoksa, paran kadar yaparsın dijital, çağdaş, kavramsal sanat. Akıl hocaların ve paran bittiğinde ise kalakalırsın! Artık sanatçı olarak mı, tüccar olarak mı konumlandırırsın kendini bilemem! Ama bir ipte iki cambaz oynamaz! Karar vermek lâzım!
“ O halde Edirne’den de çıkmayalım mı? Berisinde mi top çevirelim hep yani!”
Eh, nasıl uygun görürsen!
“Tehlikeli ve onur kırıcı olandan nasıl uzaklaşabilir bir ‘sanatçı’?”
Büyüyebilecek miyiz? Özgür bilinçler olarak? Buna bak sen!
“İmgelerimiz?”
Ah, imgeler… Birleşerek kararsız bir nutuk çekerler bize hep… Çoğullukta son sözü söylemekten imtina eder, yeni varlık alanlarına doğru uçucu ama belleklere bir sır gibi kazıyarak o “notayı”.
İmgeler bize yaklaşır. Uzaklaşarak hem de. Hem de hesapsız. Bir gün aralığında. Kendiliğinden. İmgeler saçılır, dağılır… Bizanstan Osmanlıya ve günümüze. Kent ve devletler…
“Kent devletleri de hiç olmasaydı? Nâib-i saltanat hüküm sürseydi peki hep? Hiç ‘büyümeseydik’?”
Ama buyruk büyük yerden; “Aklını kullanma cesareti göster!” “Ölçüyü de kaçırma ha!”
Lakin ölçüyü çoktan kaçırdık! Dışa bağımlı bir sanatımız var. Az önce de bahsettiğim “ithal ikameci yaklaşım”, yerli-millî kayda değer bir şey yok iken ortada, sanat alanında toparlanmamıza yardımcı olabilir. İroni değil bu! Deneyelim! Ne kaybedeceğiz? Hiçbir otorite ile gerçekten çelişmeyen ortodoks “güncel sanat pratiklerine” yeni bir soluk getirebilir. Vasatın sürmesi-tekerrürü için katkı sağlayan kimi küratör, eleştirmen, sanat yazarı, sanatçı-akademisyen vd. de konumunu koruma derdinde zaten. Bildiği halde susma yemini içmiş gibi!
“Madem ki rahatsızlık yaratan bir durum var, bundan çıkış mevcut içeriklerle mi aşılacak? Kendileriyle çelişmiyorlar mı?”
Oligarşi, oligarşi diye kafamızın etini yediler yıllardır! Gelinen nokta bu işte!
“Kendi kurdukları ve gayet de mutlu-mesut götürdükleri oligarşilerini sorgulamak hiç mi akıllarına gelmiyor sanatta?”
Hiçbir iktidarla, hiçbir sorunlarının olmadığı ortada! Bu işleri gözden düşmesini istedikleri kişileri azmettirerek, başkalarına yaptırırlar. O yüzden elleri çok temiz görünür, beyaz eldivenler içinde. Yıllardır karargâhlarından “ustalıkla” yönetip manipüle ettikleri sanat piyasasının durumuna bakıldığında; “vasatın” canlı tutulması için yaptıkları olağanüstü katkı nedeniyle “ …özel ödülüne” rahatlıkla aday gösterilebilirler.
“Ortodoks ekonomi politikası terkedilecekse, bu ekonomi dışı alanlara da yansıyabilir mi?”
Bunu ümit ediyorum. Örneğin otomotiv sektöründe, bu politikada ısrar eden dayatmacı zihniyet, yıllarca keyfi olarak banttan kaldırılması gereken bazı arabaları, alternatifsiz bir şekilde iç piyasaya sürdü. Tüm dünyada standart olan her bir donanım için, yüklüce paralar ödedik onca sene. Yukarıda önerdiğim “İthâl ikâmeci uygulama”nın kötüye kullanılması idi bu. Tüm bunlardan ders alarak yeni bir hamle öneriyorum sanat alanında çok ciddi olarak.
“Otomotiv v.d. sektörlerdeki çip krizi aklıma geliyor hemen?”
Global çapta baş göstermiş olan çip krizi vurduğu için dibi boylamadı çoğu ülke. Halen de yaşanmakta olan kriz geliyorum diyordu zaten. Ama pandemi kadar etkilemedi iç piyasayı. Belki iyi de oldu. İnsanlar düşünme fırsatı buldu.
“Plan mı, pilav mı?” Kim söylemişti? Hatırlıyor musun?
Rahmetli bir bürokrat veya seçime giderken siyasi propaganda sürecinde plandan, adaletten yana olduğunu söyleyen bir siyasetçi tarafından sanıyorum. İktidara geldikten sonra da bu vaadlerin çoğu rafa kaldırılır, unutulurdu hep. Adı şimdi aklımda değil. Hatırlayınca söylerim.
“Sosyal medyanın, ekran bağımlılığının azizliği! Koptuk! Nereden nereye geldik! İyisi mi bitirelim!”
Daha neler neler ondan öğrendiklerim ve bana çağrıştırdıkları… Cezbedici “asosyal medyanın” “zırdeli kültüne” tapınmaya devam! Maaile… Polifoniyi seviyorum.
Gündönümüydü bu yazıya başladığımda. Hava zihnimin tersine, bir savaşın ortasındaymışçasına uzayıp giden sahra hastanesinde, yataklara değdi değecek olan kara bulutlarla kaplıydı. Aniden beliriveren alev topları ara sıra aydınlatmasa, gece bile sayılabilirdi. Vıcık vıcık nem, bunaltıcı atmosferi daha da ağırlaştırıyordu…