Aralık ayının son demleri. Hava aynı hep. Açık. Berrak. Lodos. Dalga. Eski bir radyom var. Ondan başka hiçbir şeyim yok sürekli dinlediğim. İnsan alışkanlıklarından vazgeçemiyor. Zaman zaman zihni karışıyor onun da benim gibi. Az önce aniden değişiverdi sürekli dinlediğim radyo kanalı. Yerini alaturka parçalara bırakarak… Hep aynı teraneler… Bazen bıktırıcı oluyor, bazen de devam edip gidiyor. Kalkıp düzelteceğim, ama üşeniyorum her zamanki gibi. Hatlar karıştığı gibi kendiliğinden düzelir belki de. Yılın en hüzünlü günleri benim için. Neler neler çalmıyor ki? “Sen nereden bileceksin? Bir kalpsizdi diyeceksin!” Bazen bozkırda baharda, bazen de 25 Aralık’ta. Hafif hareketli bir şarkı başladı. Halet-i ruhiyem değişiyor mu? Hayır! Gerçek mi, rüya mı? Çok da önemi yok! Kubrick mi Allen mi onun da önemi yok! Ah! İşte bu şarkı! Sevdiğim bir şaire ait güftesi. Ve reklâm: “İyi ki varsın kan dostu!” Ve bir diğeri: “Zaman geçmiş olsa bile rüyalarda buluşuruz…” Ama bu şarkıyı dinlediğimde, hep tanıdığım birisini anımsıyorum. Ve onunla ilgili anılarımı… Radyoyu kapatıp anlatmalıyım biraz. Bu belki bana iyi gelecek. Vefalı radyoma doğru yöneldiğimde, sanki ruh halimi anlayıp şöyle diyor: “Hüzün zaman zaman deli dalgalarla gelir…” Gülümsüyor ve kapatıyorum.
Ne zaman tanıştığımızı hatırlamıyorum. Eski. Ama hangi yıl? Unutmak istiyorumdur belki de…
O bir sanatçıydı. Suya da sabuna da dokunmazdı. Hem gerek var mıydı? Ama üretiyordu. Hep üretiyordu. Neyi, niçin üretiyordu? Kim için? Kendisi de bilmiyordu. Alanında tanınıyor, satışı da fena gitmiyordu son yıllarda.
Bir gün mavi bir düş gördü. Lâcivertli. Uyanınca da sergi yapıp, adını “Bir Mavide Düş” koymaya karar verdi. Ama işleri mavi değildi! Olsun. Bir haftada asistanlarıyla üretirdi. İyi de satardı. Galerisi de öyle dememiş miydi? Hangi tarihi isterse yer açabileceklerini.
Ticari zekası el verdiği ölçüde, toparlamaya çalışıyordu mali işlerini. Lâkin kayıtlar, vergiler vs. fazla anladığı şeyler değildi. O yüzden, para-pul kısmıyla başka bir kişi ilgileniyordu. Ona temiz para bırakıyordu. Vakti de yoktu zaten bu koşuşturmalara. Sanatsal olduğu kadar, tarihsel, toplumsal, politik meselelere de değinmesi gerekmekteydi. Teorik altyapısını sağlam göstermesi, işlerinin kavramsal çerçevesini çizmesi, çizdirtmesi ve bunu en etkili bir şekilde medyada paylaşması… Elemanları hazırdı zaten. Bir telefonla halledebileceği şeylerdi bunlar. İyi ki bu rüyayı görmüştü! İyi ki hep kıskandığı, zengin partneri olan arkadaşı, onu aile dizimleri de yapan bir “mentorle” tanıştırmıştı! Zaten modaydı şimdi. Okullarda, şirketlerde, piyasada. Onun sayesinde neyi nasıl isteyeceğini, bolluğu, bereketi, önce “ben” demesini, an’ı yaşaması gerektiğini anlamıştı. Tüm bunları başarabilmek, ona göre seçilmiş, özel biri olması ile alakalıydı. Bir telefon kadar yakındı tüm gazeteciler, yazarlar, kritikler… Medya. Hemen işe koyulmalıydı. Önce onu yetenekli, donanımlı, hatta dahi olarak lanse eden dostum dediği sevgili arkadaşını aramalıydı. Birlikte çok şey kotarmışlardı. Tabir-i caizse onu şimdiki konumuna taşıyan kişiydi dostu. Hemen telefonuna sarıldı. Günün hangi saati olursa olsun, anında bakardı. Uzun uzun çaldırmasına rağmen, yanıt vermemişti bu kez. Acaba ne olmuştu? Başına bir şey mi gelmişti?
Kısa bir tereddütten sonra mentorunun ona söylediklerini hatırlamıştı. Bunu bir başarısızlık olarak algılamış ve hemen B planını devreye koymuştu. Kaybedecek vakti de yoktu. Bu sergiyi bir hafta içinde açmalıydı! Yine dostu olan başka birini aradı. Bir zamanlar aralarında, duygusal bir bağ da oluşmuştu. Ama mentoruyla o zamanlar tanışmamasına rağmen, çabuk uyanmış, onunla, hayatına parayı çekemeyeceğini anlamıştı. Kalp yaralarını hızla kapatmada özel bir yeteneği vardı. Mentoru da öyle demişti. Hatta bir keresinde bunu nasıl yapabildiğini sormuştu ona. Kılavuzun da, akla ihtiyacı olabilirdi bu meselelerde öyle değil mi?
Yıllar içinde değişen hiçbir şey olmadı, eskiden arkadaşım olan bu “sanatçı” ile ilgili. En başından bu şekilde başlamıştı. En ufak bir şekilde değişmeye de, gelişmeye de açık değildi, hep konservativdi; yeni çağ akımlarının sorgulanamazlığı ile ilgili. Aldığı kişisel gelişim eğitimlerinin, bu yolda harcadığı paranın, haddi hesabı yoktu. Bir gün o da ‘mentoru olan bir sanatçı’ değil, mentor olacaktı! İşte o zaman sanatı da, hayatı da tek başına istediği şekilde yönetebilecekti: bağımsız! Şimdi de cümle aleme bunu yaptığını ilan ediyordu, çeşitli şekillerde zaten.
Karşılıklı bağlar koptu sonrasında. O da beni, ilgilendiği alanlara karşı son derece katı buldu. Ama hiç düşünmedi ki benim de bir zamanlar, tüm ezoterik öğretilerle teorik ve pratik olarak uğraştığımı. Nesnel bir araştırmacı olduğumu. Hiç de mütevazı değildim üstelik bu konularda. İşte bu yüzden, tuhaf geliyordu yaptıkları. Tek yanlı okumaların en tehlikeli yanı bu idi işte! Hele hele bir sanatçı için. Meselâ Dali, vakt-i zamanında bu çapraz okumaları yapsaydı eğer, o narsistik çılgınlıkları yapar mıydı hiç? Belki de bugün, gerçekten bir filozof-sanatçı bulacaktık, ihtirastan uzak. Ama Dali dahiydi! Öyle mi? Girişimci yönünü, sınıfsal durumunu, suya sabuna dokunmayan benmerkezci yapısını görmezsek? Tanrı-sanatçı ayağının dibini görmekten aciz. Bizleri Gala’larla, hazlarıyla falan baş başa bırakarak nanik yapıp duruyordur ruhsal alemden.
Tarih yazımını tekrar sorgulamaya ihtiyaç duyulmakta acil olarak! Zaten dijital çağdayız. Hiç bir şey gizlenemiyor diyeceksiniz. Hayır! Öyle değil! Manipülasyon hep var ve olacak! İdeoloji ile yüklü olmayan bir alan düşünmek mümkün mü?
Her neyse konudan saptım. Çapraz okumalar olunca… Onun parası önemliydi artık, benim ise zamanım. Hem kime anlatabilmiştim ki?
Limitsiz kıyımlar ülkesiydi. Cennet ayaklarının önünden kayarken. Seller sararken. Sular. Saman misali sürüklenen, kara, kaskatı bedenler kimin umurundaydı? Sanatçıydı o. Babamız bizi terk edip, annemiz mamamızı kestiğinde de, bir yolunu bulup satışını gerçekleştirirdi… Artık o bir mentordu!
Merak etmişsinizdir ne olduğunu. O “sanatçıyla” sonrasında, yan yana, sessizce okuyan okurlar gibi olduk. Büyük bir aşamaydı: İki kütüphane okuru olmak!..
Kandilli Aralık-2022