2019 Nobel Edebiyat Ödülüne değer görülen Peter Handke’nin Ayrıntı Yayınları tarafından yayımlanan Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi kitabının ana karakter Bloch, bir barda bira söyler; bira gelmez ve Bloch gider. Sonra o gitme/yer değiştirme roman boyunca devam eder. Bloch her yerdedir: otelde, ormanda, okulda, yemekhanede…
Ana karakter Bloch, bir kalecidir ve kalecilerin penaltı vuruşu esnasında yaşadıkları endişeyi (top ne tarafa gidecek, topun gideceği yönü kestirip ona göre pozisyon alma fakat her alınan pozisyonda topun tam tersi tarafa gitme ihtimalinin de olması) hayatının her saniyesinde yaşamaktadır. Hep bir endişe ve tedirginlik yaşayan, dil ve kavramların sözsel karşılığını sürekli yadırgayan ve bir süre sonra her şeye yabancılaştığını hisseden, duyguya dair bir emare göstermeyen, hatta bana kitabı okurken bir seri katil olduğunu düşündüren (ama benim bu düşüncemin kitapta net bir karşılığı yok), çok muğlak ve silik bu karakter ve onun aslında zaten var olup olmadığı sanrısı bence anlatının temelini oluşturmaktadır.
Evet, sanrı çünkü yaşam amacı bile olmayan/boşluktaki bu karakterin zaten var olma gibi felsefi bir problemi yoktur. İnsanı/özellikle insan beynini silikleştirip, düşüncenin/algıların dahi somut dünyada bükülebileceğini/değiştirilebileceği vurgulanıyor. Bu da dil üzerinden yapılıyor. Dille oyun oynadığımızda dünyayı algılama biçimimiz bile değişecektir, deniyor. Kelimelerin anlamları/çağrışımları üzerinden karakterin yaşadığı algı yanılsamaları “belki de diğer gerçeklik/esas gerçeklik” ortaya çıkarılıyor. Bununla da görünenle algılananın aynı şeyler olup olmadığını okura sorgulatmaya başlıyor yazar. Pozitif bilimler ve insan için söyledikleri ile çağrışımlar ve algılar kişiyi bulunduğu ortamdan uzaklaştırıp yalnızlaştırıyor. En nihayetinde kalabalıklar arasındaki o “yalnız insan” dediğimiz profil ortaya çıkıyor.
“Gözleri kapalıyken garip biçimde, kafasında bir şey tasarlama yeteneğinin yok olduğunu hissetti. Odadaki nesneleri, bir sürü adlarla birleştirerek aklına getirmeye çalıştığı hâlde, gözünün önünde canlandıramıyordu; hatta az önce inişini gördüğü ve şu anda pistteki fren cıyaklamasını, herhalde eskiden bildiği için, duyar gibi olduğu uçağı bile düşüncesinde yeniden oluşturamıyordu. Gözlerini açıp bir süre, mutfak girintisinin bulunduğu köşeye baktı: Çaydanlığı aklına yazdı, bulaşık teknesinin kenarından sarkan solmuş çiçekleri. Tam gözlerini yummuştu ki; çiçekler de çaydanlık da tasarlanamaz hâle geliverdi. Bu duruma o nesneleri karşılayan kelimeler yerine cümleler kurarak çare bulmaya çalıştı; böyle cümlelerden oluşan bir hikâyenin nesneleri tasarlamasını kolaylaştıracağı düşüncesindeydi. Çaydanlığın düdüğü çalıyordu. Çiçekleri kıza bir erkek arkadaşı hediye etmişti. Çaydanlığı elektrik ocağından indiren yoktu. “Çay yapayım mı?” diye sordu kız. Faydası yoktu: Durum dayanılmaz hâle gelince Bloch gözlerini açtı. Yanındaki kız uyuyordu.
Bloch’un sinirleri ayağa kalkmıştı.” (s. 19)
Sonuç olarak Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi okunması zihinsel çaba gerektiren, dille dünya arasındaki ilişkiyi tartışmaya açan, varoluşu sorgulayan, üzerine düşündüren ve katmanlı bir romandır/anlatıdır; Beckett tarzı anlatılara/metinlere ilgi duyan okurların zevkle okuyacakları bir metin olarak değerlendirmek mümkündür bu kitabı.
Handke, Peter. (2022). Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi. (Çev. Tevfik Turan). 7. Basım. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Bir Cevap Bırakın