Yoksa sözlerim karanlıkta yok mu oluyor?
Sanatın özgürlükle ilişkisi tartışılmazdır. Gücünü aldığı asal kaynak, bu özgürlük zemininde tesis edilir zira. Bunun sönümlendiği her devirde vazifesini icra edemez hale geldiği, sunî bir görünüme büründüğü fark edilecektir. Kimyasını ‘hesap vermezlik’ üzere dengeleyen bütün sanat edimleri zapturapt altına alınmaya kalkışıldığında büyük bir alt üst yaşayacaklarını bildiklerinden buna karşı savunma mekanizmaları üretmek zorunda kalmıştır. Üstelik bu durum hayatın doğal akışı içinde şekillenen bir tepkidir. Soyut bir düşünsel mekanizmalar bütünü içinde tez – antitez ağında tesis edilmemiştir. İnsanlığın en başından itibaren güç dengeleri bir takım pozisyonlar almayı ve oradan hareketle ataklar geliştirmeyi zorunlu kılar. Bunun militer yansımaları olduğu gibi birçok anti unsurun içinde de aynı yansımalar görülecektir. Bunlardan biri de kuşkusuz sanat. Sanat icracıları politik, toplumsal birçok baskının içinde yalnız etik ve estetik doğruları söyleyebilmek için bu baskının savuşturulması gerekliliğini görmüşler ve pek çok manevra kabiliyeti geliştirmişlerdir. Sanırım ironi bunlar arasında en akılcı olanlardan biri. Bu yazının içinde yer yer geçecek olan ironik pencere tanımlamasını izninizle açmak istiyorum. Tanımı ve tarihçesi olan ve terimsel manada ifade edilebilen bu kavramın kanımca bir söz sanatı, ifa şeklinde tanımlanması ona ve üstlendiği vazifeyi anlatmada hafif kalacağından bu yazıda zaman zaman onu bir pencere ile birleştirip sıfat konumuna yerleştirmek istiyorum. Bakış mesafesi oluşturabilelim diye. Gerçekten de ironi gerek sözde gerek yazıda ifa edildiği vakit bir görüş mesafesi yaratır. Aslında sadece bu kadar… Muhatapları ister bu pencereyi aralar ve ufku seyreder ister onu geri sımsıkı kapatırlar. İşte onu eşsiz kılan bu açılma manevrasıdır. Benzer kavramlardan olan parodi, humor ile karıştırılması aslında tarihsel izleğinin de daha iyi ortaya konup, bazı hususiyetlerinin sergilenmesi için bir fırsattır. Bu benzer kavramların, edebiyat tarihi içinde oynadıkları roller göz önünde bulundurulduğunda ironinin daha rafine bir hali işaret ettiği çok rahat görülecektir. İronik açılım ya da pencere antik dünyada, bir kere iki ana akımın içinde rahatlıkla hareket edebilme özgürlüğüne sahipti: Tragedya ve komedya.
Klasik sanatın keskin ayrımları içinde bu ana aksların yakınlaştırıcısı olması hasebiyle büyük bir yenilik düşüncesini ihtiva eden bir tanımdır. Bu cümleyi bir yenilik düşüncesi başlattı olarak tamamlayamıyoruz zira onun şu dönemde ya da bu yazarla başladığına dair somut bir tarihsel veri bulunmuyor. Fakat içinde yaşadığımız modern sonrası dönemde bir yenilik atfı yapılacaksa geleneksel sanatın formunu dönüştürüp edebî bir yenilik olarak ironinin tragedya ile komedyayı birleştirmesine ünlü edebiyat teorisyeni Northrop Frye da dikkat çekmiştir ve bu yakınlaşma sayesinde kahramansız bir dünyayı temsil eden sanat anlayışının göstergesi olarak ironiyi işaret etmiştir. Bu onun getirdiği iddia edilebilecek başlı başına bir yeniliktir. Frye’ın sözünü biraz açmak gerekirse klasik ve antik yapıtlarda gördüğümüz tipolojik bireylerin üstüne bir gölge düşürüp onları elle tutulur bir ölçekte insanlaştıran, karakterize kılan işte bu birleşme durumudur. Yüzde yüz iyiyle yüzde yüz kötü arasında geçen bir savaş değildir yaşanan hayat. İyinin içindeki kötüyü ve kötünün içindeki iyiyi ortaya çıkarabilmek ve tüm gri yelpazeyi, insanın gölge yanlarını çıplak bırakabilmek bu konumlandığı kahraman kimliğinden dolayısıyla da hata yapmayan, günah işlemeyen, canı yanmayan, içi titremeyen vs. gibi doğal olmayan bütün niteliklerinden sıyrılıp bireyleştiği ölçüde mümkündür. Bu gerçek modern ve modern öncesi dönemlerin karşılaştırılması yapıldığında ironik pencerenin farklı işlevsel kullanımını da belirginleştirir. Alay, kinaye, dokundurmaca, şaka vs. gibi ortak beslenme yatakları olan parodi, humor ve ironinin faklı unsurlar olduğu bu aralıktan çıkarılabilecek bir gerçekliktir. Bir yapıtın teknik ve tözel yapısını hicviye eden bir unsur olan parodi doğal olarak önceki yapıta göndermede bulunur. İçinde güldürme arzusu dışında bir amaç taşımaz. Sonuç olarak bir reddiye meseli çıkarsa da asıl ereği komediye bağlanır. Bu satir içinde geçerlidir. İşte ironi de bu yapıtlar arası ve ötesi bağ farklılaşır. İroni kendine göndermede bulunan bir haldedir.
Ortaçağda komedi unsuru bazı klasik eserlerin ve dini yapıtların tiye alınması ve insanların günlük koşuşturmaca arasında sadece gülmelerine yönelik yapılan çalışmalarla kendine yer bulmuştu. İroni ise Ortaçağ sonrası felsefe etkinliğinin ve reform düşüncesinin doğurduğu birey anlayışıyla asıl ivmesini yakalamıştır. Bu aslında, asıl olana dönüş mitosu gibi okunabilir. Zira modern dönemde Derrida’nın işaret ettiği ‘her kimliğin içinde kendisine olan bir mesafesi vardır, farkı bulunur’ savı ironin diğer kardeşlerinden ayrıcalıklı yerini bize gösterir. Humorun içinde kendini belli eden o duruş yani eleştirenin üstün ve ezici konumu ironi de çeperlenir. Kimi incelemeciler ironi de yer yer eleştiren cephenin canının daha çok yandığını iddia eder. Özlem Fedai; Garip ve İkinci Yeni şiirini incelediği çalışmasında ironiyi gerçek ve görünüş arasında meydana gelen çatışmayı gösteren edebî sanat olarak işlemiştir. Bu az önce Jacques Derrida’nın sunduğu savın bir farklı tanımlaması mahiyetinde. İşte ironinin velut hali burada meydana getirdiği perspektif etkide yatıyor kanımca. Kahramanı yıkan ve bireyi tüm üç boyutluluğuyla anlamamızı sağlayan keskin virajlardan birisi de ironik pencereden bakıp gördüğümüz o şey… Burada yöntemi ve ereği hassasiyetle incelenmesi gerekiyor. Yöntem olarak ironistin, empati yapmadan performansını sergilemesi bence mümkün değil. Bu da onun sahiciliğini gösterecektir. Kişinin adeta başkasının ruh balkonlarından o kişiye bakışını imler. Ereği ise parodik ve satirik sanat yöntemlerinin bazen sığ hale dönüştürdüğü kuru komediye bağlanamaz. İronist, çoğu zaman güldürmez de… Buruk bir sızı bıraktığı söylenebilir. İronist hep açık kapı (ya da yazımızda yer verdiğimiz şekliyle pencere) bırakacaktır. Ta ki muhatabı da onu görebilsin diye.
Kavramın tarihsel mecrasını sunması açısından Muhammet Hüküm’ün makalesinde yer verdiği şekliyle alıntılamak istediğim bir bölüm var.
“İroninin tarih içindeki gelişimi incelendiğinde, farklı dönemlerde farklı durumları ifade etmek için farklı ironi metotlarının kullanıldığı görülür. Ortaçağ’da kâinatın özellikleri veya tanrı ile ilgili tartışmalarda ciddiyetin ve ayrıntılı düşüncenin karşısında alaycı bir tavır olarak konumlanır. Modern dönemde ‘kapsamlı ideolojik söylemler’in altının oyulması amacıyla veya baskıcı dinsel yapılanmaların ateist ve liberal felsefeciler tarafından aşındırılması genel ironinin bir uygulama alanını gösterir. Bu nedenle genel ironinin baskıcı rejimler karşısında özgürleştirici bir etkisi vardır. Ortaçağ’da hâkim ideolojinin dili tıpkı trajedide olduğu gibi yüksek ve kurallı bir dil yapısından kuvvetini alıyordu. Kutsal metinlerde ve dinî ayinlerde kullanılan bu dilin, insanın bu dünyadaki varoluşuna ilişkin bir söylemi yoktu. Bu söylemin karşısında halk mizahı oldukça dünyevi ve hatta zındıktı. Bakhtin, halkın bu söyleminin oluşturduğu yarı ciddi yarı komik yapısını roman türleri üzerinden değerlendirirken, bu yapıların bütünlüklü ve ciddi bir hakikat sisteminin söylemine karşı çıktıkları ve entelektüel ortodoksiye karşı üstü kapalı meydan okuduklarını belirtir. Resmî ve tek yönlü egemen söylemin hiçbir eleştiriyle sınanmadan kendinden bir hakikate sahipmiş gibi düşünülen etkisine karşılık halkın direnişçi ve naif söylemini temsil eden karnavalesk yapı ciddi ideolojik söylem karşısında en güçlü silah olan ironiyi kullanır.”
Bu alıntı bize hem tarihsel mecrayı göstermesi bakımından hem de bu yazıda asal olarak egemen olanın karşısında bizler bugün ironiden nasıl yararlanabiliriz? sorusuna dikkatleri çekmesi bakımından önem arz ediyor. Faşizmin tüm kıta Avrupa’sını sarıp sarmaladığı dönemlerde ve dünya savaşları sırasında aydınların düşüncelerini saklamak ve yaymak maksadıyla ironi silahına sarıldığı görülecektir. Aslında o dönem ortaya çıkan birçok radikal sayılabilecek akımın da özünde aynı tasavvurun yattığı söylenebilir. Estetik aranımı başkaca dayanaklara sarılsa da dadaist, fütürist söylemin içinde aynı kaçışın varyasyonları yatar. Sıkan, boğan, kaçacak yer bırakmayan totaliter rejimlerle bir nevi baş edebilme uğraşısında sarkastik sanat akımları nevzuhur etmiştir. Hem sözlü ve durum ironisinde hem de dramatik alanda pek çok teknik üstün akılların top çevirdikleri yerler olarak gösterilebilir. Vesayetin baskıcı politikalarına bir nevi aynı tondan yanıtlar aramak uğraşısı yer yer saçmanın dumura uğratan saldırısıyla göğüslenmeye çalışılır.
Modern Türkçe Şiir içinde ironinin kısıtlı bir macerası var. Doğu sanatının daha çok istihza diyerek humora yakınlaştırdığı kavram, batılı Sokratik anlamıyla Divan Şiiri içinde otoriteler ve edebiyat tarihçileri tarafından başat bir öğe olarak görülmemiştir. Elbette münferit bazı şiir örnekleri sunabiliriz ancak dediğimiz gibi bunların cılız etkisi aradığımız tonda olmayacaktır. Gerçi modern şiirimiz içinde Garip’in önderleri Orhan Veli ve arkadaşları Melih Cevdet ile Oktay Rifat dışında toplumsal mizahın etkisiyle başlayan bir hareketlenmeden önce de pek örnek veremiyoruz. Birinci Yeni’nin eski şiir anlayışını yadsıyarak ‘küçük insan’ın hikâyesine yer vermeye başlaması bir milat olarak kabul edilir. Nükteli söyleyişler ve eski şiirin göllerde kamış olma arzusuna rakı şişesinde balık olma dilekleriyle verilen yanıtlarla (O. Veli – A. Haşim karşıtlığı) başlayan çekişme içinde Birinci Yeni’nin şiirii ironik unsurların hâkimiyetine giren bir hale evirilmiştir. Daha sonra İkinci Yeni içinde DP İktidarının baskıcı rejimine muhalif seslerin kapalı, soyut, imgeci bir şiir dili içinde yani daha derin sularda ironik söylemi devam ettirdiği görülecektir. Turgut Uyar, Cemal Süreya akım içinden verilebilecek isimler arasındadır. Belirli bir akım içinde sayılmadan söylenebilecek şairler arasında ise ilk başta Can Yücel ve Metin Eloğlu geliyor. Bu şairler dışında da kuşkusuz ironik malzemeyi kullanan isimler olmuştur ancak daha çekinik bir tonda kaldığı için bu listeyi uzatmak gereksiz. Bu şairlerin şiirlerinden tek tek örneklere girişmeyeceğim.
Çünkü bu yazının asıl meramı ironik tekniği anlatmaktan ziyade ona şu an olan ihtiyacımız ölçeğinde birkaç kelam etmek. İroni zeka gerektirir. Cemal Süreya’nın işaret ettiği gibi Vladimir Jankelevitch, ironinin yapılabilmesi için sağlam bir bilinci ön koşul olarak ortaya koyarken sanırım farkındalıktan uzaklaşmayan zekayı anlatmak istiyordu. Yapan için de onun muhatabı için de. Anlaşılmadığı ölçüde sakat kalacaktır. Linda Hutcheon ironiyi ‘söylenmemiş olanın söylenmiş olana hücumu’ olarak tanımlıyor. Gelelim bugüne… Çeyrek asırdır birileri konuşuyor. Son on yıldır ise bağırıyorlar. Söylenmemiş olan bir şeyler olmalı ve bu bir yerde temerküz edip söylenmeli. Kulaklarımızı patlatırcasına bağıran, bizleri fırçalayan, aptal yerine koyan zihniyetin duyması gereken sözler olmalı. İroninin şiirimizdeki kısa serüveni içinde şairlerin zorlu sözleri başkaca kılıflar geçirerek söyleme halini gördük yaşadık. Bugün ona başkaca bir misyon kazandırmak zorundayız. Bence bunun yöntemlerinden biri dramatik ironi örneklerini çoğaltmaktan geçiyor. Bu daha varsıl ve daha ete kemiğe bürünmüş bir tavır olacak. Gezi sürecinden sonra toplumsal kazanımların artmak şöyle dursun daha da çöküşe geçtiği görülebilmeli. O dönemdeki sarkastik tavır ve çeşitli şairlerden verilen örneklemeler elbette unutulamaz ve değerli. Ancak temsili demokrasinin içinde birilerine bir şeyleri anlatmanın imkânsızlığı içinde geçen süre sadece vakit kaybından ibaret. Godot’u bekliyoruz ama o gelmeyecek. Tıpkı Godot’nun yaratıcısı gibi bizler de ironik imkânı, öz farkındalıkla ve kendine işaret eden eser anlayışıyla geliştirmeliyiz. Gören, kendine dönen, döndüren bir temaşa yaratılabilir. Asıl amaç ise, sanatsal malzemenin yansıtıcılık rolünü pekiştirmek olacaktır. Buysa tiyatronun kısıtlı mekân anlayışından sıyrılıp edebiyatın ve daha ziyade sözel olanın kapsayıcılığında başarılabilir. Madem yazının sonunu bu oyunla getirdik o halde ne diyordu oyunun en başında Estragon:
-Yapacak hiçbir şey yok!
Bizim de son sözümüz bu olsun. Anlayana!
FRYE Northrop, Eleştirinin Anatomisi, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2015
FEDAİ Özlem, “Garip ve İkinci Yeni Şiirinde bir Kaynak Olarak Humour ve İroni”, International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 4 /1-I Kış 2009
HÜKÜM Muhammed, “Cemal Süreya Şiirinde İroni”, TÜBAR XLII / 2017 – Güz
Beckett Samuel, Godot’yu Beklerken, Çev: Ferit Edgü, Çan Yayınları, İstanbul 1963
GÖKSEL Nil, “Unutma, Parodi ve İroni”, YKY Cogito s. 47-48
Bir Cevap Bırakın