Katman… Eskilerin terennüm edemeyeceği yeni bir kavram. Resmi düz ve katmanlar halinde görebilmek.
Sabahat Çıkıntaş’ın her sergisindeki ikonik kostümü aklıma gelir her şeyden önce. Şamanistik tınılara da sahip bir mozaik tadı da vardır. Kendisini bir yapıta, heykele çevirir sanatçı. Mavi, lacivert ve de yakıcı kırmızı… Kostüm bütün yapıtlarının bir toplamıdır adeta… Sosyal plastik ya da Beuys’un veya bir öncesinde 1920’ler avangardının önermesi olan canlı heykel, ya da kişinin kendisini bir sanat yapıtı olarak sunması… Ne dersek diyelim o kostüm Çıkıntaş’ın poetikasını toplar bedeninde. İkoniktir… Bir defa görünce unutamazsınız.
Bazı renkler bir sanatçının imzası ve evrenidir. Bütün tonlarıyla mavi ve lacivert ilişkisi de Çıkıntaş’ın plastiğini örüyor her zaman. Tam lezzetinde bir siyah ve son noktayı koymayı biliyor…Plastiği direkt malzeme anlamında da kullanıyorum. Plasen, “yoğurmak” kökeninden geliyor kelimenin kökeni. Sanatçının “Katmanlar” serisinde akrilikle dans eden asemblaj bu yoğurmanın gücünü de ortaya koyuyor.
Soyut sanatın kökeni insanlığın kökenine kadar götürülür her zaman. Haklıdır da. Figüratifi ve retinal (göz) olanı yeni ilişkilere sokmakta pek güçlüdür bu alan. Soyutu öncüler Kandinski ve Klee ile daha çok bir akış, leke ve doğaçlama olarak gördük. Kendiliğindenin büyük özgürlük alanı… Oysa soyutlama biçimlerin net kontürlerini ele almaya başladığında ise bambaşka bir evre daha açılacaktır sanatçının önünde. Geometrik formlar ve doğaçlama neredeyse düşünülemeyecek bir ilişki. Platon’un en mükemmel form dediği daire (küre), kare ya da dörtgen veya üçgen. O kadar sınır çekerler ki göze. Bütün güç durgunluk, hareket ilişkisi ve renktedir. Özellikle düz renk ya da monokrom. Modernizmin en büyük kazanımlarından biridir bu… Cezanne, Whistler ve Maleviç.
Geometri… Kareler, diktörgenler… Maleviç’in Süprematizminden, ünlü Siyah Kare’ye yeni bir dil kazanmıştı avangardın yıkıcı perspektifinden. Makinalar, pürüzsüz yüzeyler en önemlisi de 1920’lerin modern mimarisindeki kübik binalar olarak kenti de adımlamaya hazırlanıyordu.
Sabahat Çıkıntaş espası da bu zengin geleneği adımlıyor. Verevine akan kareler, dairenin mükemmeliğini zemin yapan müzikal bir ritm yaratıyor. Ritmin en büyük kozlarından biridir gri… Grinin resme girmesi. En büyük kazanımlarından biridir modernizmin. Soğuktur, durdurur… Geçmiştir… Hafızadır gri. Ustaca yerleşiverir mavinin ve laciverdin ve de yakıcı kırmızının ortasına.
1830’lardan itibaren resimde başlayan modernizmi bir tarafıyla gri rengin (ve düz rengin) keşfi olarak nitelendirmek çok abartı olmaz. Sadece resim değil elbette daha sonra fotoğraf ve sinemanın zorunlu teknik şartlardan oluşturduğu bir “grinin estetiği”ni ve 20. yüzyıl anlatısında Kafka’dan Joyce ve günümüze ulaşan tedirginlik, mesafe, belirsizlik ve kasvet hissiyle pekişmiş bir gri anlatısından da söz edilebilir…. Daha ötesi anlamlara da gebedir elbette; Donald Kuspit’e göre “şeyler belirginliğini yitirdiğinde, geriye kalan kavramlar beyaz gölgelerdir.” Ritm nedir? Tekrarın uçuşması ve yumuşamadır. Yoksa tekrar sert ve sıkıcıdır. Müzik gürültüyü yumuşatıverir. Mavinin ve lacivertin tonları birbiri üzerine binerek hafif bir esinti fısıldıyor kulaklara…
Katman… Eskilerin terennüm edemeyeceği yeni bir kavram. Resmi düz ve katmanlar halinde görebilmek. Jeolojik bir kavramın estetik bir algıya dönüşmesi… Sabahat Çıkıntaş’ın espası rengi azaltmayı iyi biliyor. Bir tür gramer bu. Nokta ya da virgül… Ya da noktalı virgül renge espasa soluk aldırıyor.
Katmanlar 28 Mart 2025 tarihine kadar BBprojectTTart’ta izlenebilir.
Bir Cevap Bırakın