“Yapmamayı tercih ederim!” diyemeyen, biat kültürünün “entelektüel” aktörlerine…
Attilâ İlhan’ın yetmişli yıllarda, kendi mahallesinde pek sevilmediğini okumuştum bir yerlerde. Sol’un bütün sürümlerinin öğrenilmesini önerdiği ve kendi mahallesini içeriden eleştirdiği için. Bugünlerde ise, ortada ne yazık ki ne içeriden ne dışarıdan eleştirilecek kayda değer bir sol program bile yok! Bunu söylerken, iyi niyetli ve özverili çabalar yok demek istemiyorum. Oldukça az kişi var. Onları takdir ediyor, minnet duyuyorum kuşkusuz. Ama, geçmişin hatalarından ve Dünya’daki özgün sol yaklaşımlardan ders çıkarmış esaslı bir sol program yok. Ne yazık ki Dünya’da da durum çok farklı değil.
Daha da kötüsü, ülkemizde o kadar çorak bir düşünsel iklim ve yılgınlık var ki, hâlâ reel sosyalizmin neden çöktüğüne dair kapsamlı bir araştırmaya rastlamak zor. Evet, eski sol’un öncü kadrolarının çoğu hayatta değil. Ama hiç olmazsa hayatta olanların, bu tarihsel sorumluluğu yerine getirmeyi bizlere çok görmemesi gerektiğini düşünüyorum. (*)
Bu yapılmadığı sürece, başta kendim olmak üzere hiç kimsenin solcu ve sosyalist sıfatlarını kullanmasını doğru bulmuyorum. Özellikle, kültür ve sanat alanında faaliyet gösteren yazar ve sanatçılar; hele kendine “eleştirmen” diyenlerin asla! Kendini bu sıfatlarla ananların, öncelikle bu kavramlardan ne anladıklarını açık ve seçik ortaya koymaları gerekir. Koyamıyorlarsa, hiç kullanmamaları daha uygun olur.
Çünkü bu kavramların az da olsa, hâlâ var olan tarihsel ve ahlâki itibarını istismar ettikleri anlamına gelir! Ne de olsa, hiç zahmet etmeden hâlâ ekmeği yenilebilecek kavramlardır onlar! Yani, içinde bulunduğumuz durumu nesnel değerlendirmek, zor ve zahmetli; onun kestirmeden ekmeğini yemek ise, kolay ve zahmetsiz!
Yukarıdaki paragraf(lar)ı yazıp bırakmışım. Sonra başka bir başlık: Nitelikli Okur Nasıl Kaçırılır. Bir başkası: Sanatın Sepeti Boş Mu Kalacaktı? Diğeri: Bakkal Dükkanları Zincir Marketlere Karşı! (Sanatta tabii ki:) Başka başka onlarca başlık, taslak metin… Aslında şimdi de, yarıda bırakma üzerine bir şeyler düşünüyorum. Başlanan şeylerin tamamlanamaması üzerine… Tamamlanma da ne menem bir şey ise? Bitmeyen süreç, yolda olmak, Herakleitos:) Üfff! (Bunu da sergi adı yapacağım:)
Kendime haksızlık ettiğimi söylüyor yakınlarım. Belki haklılar. Son zamanlarda ciddi bir kulak enfeksiyonu geçirdiğim için neredeyse tüm programlarımı iptal ettim. Etmek zorunda kaldım. Üstüne üstlük, sanat tayfasından yazma-çizme motivasyonumu bozmaya çalışan psişik vampirler!..
Attilâ İlhan’la ilgili; “Aslında, röportajda söylemiş!” “Çok oldunuz ama siz de yahu!” diyor. Gerçek yalnızlık bu demek ki! Burada ne anne-baba, ne eş, ne sevgili, ne çocuk, ne arkadaş; hiç kimse yok! İşte asıl ıssızlık, yoksunluk! İnsanın yıkılmışlığına dair ne kadar olumsuz sıfat varsa, hepsini ekleyebiliriz. Ve geride, yanıtsız sorular bırakarak çekip gitmek…
İşte şimdi de aşağıdaki paragrafa gözüm takılıyor! Olduğu gibi bırakayım da halet-i ruhiyem anlaşılsın! Kulaktaki basınç da!
Vasat da kim? İn mi cin mi? Bir türlü peşimi bırakmıyor! Nedir içinden çıkamadığım bu şey? Kimdir VASAT? Nereden gelmiştir? Çocukluğu nasıldır? Eğitim hayatı boyunca nasıl büyümüştür? Kimlerden ilham almıştır sanatını uygularken? Akademide ve akademi dışında dile getirilmesi önemli. Bunu her alana uygulayabiliriz. Ama asıl vurgulayacağım plâstik sanatlar ve resim üzerine yazıp çizenler. Vasatın güzellenmesi neyi doğurur? Bakıyorsunuz VASAT’ı yaratan kişiler de, kurtulmayı dile getirip şikâyet edenler de aynı. Yâni bu alanın iktidarını da muhalefetini de yaratıp, tıpkı kukla oynatır gibi oynatanlar. Kurtulup özgün eserler yaratılabilir mi? VASAT, toprak, tarla ise; bu VASAT’ın ekilmesi, büyümesi için uygun koşulların oluşturulması; mesela sulanması, hava şartlarının uygunluğu, büyümesini engelleyen zararlılara karşı korunması, kimyasalların kullanılıp kullanılmayacağı veya ne kadarının kullanılacağı, ürün alınması ve ürünlerin toplanıp tüketicilere sunulması… VASAT da VASAT! VASAT altı! VASAT üstü!.. VASAT üstü ise, niçin intihâl, apartma? Sahte diploma vakası vd. Yargıtayın hakaret kabul etmediği kelimeleri gönderdiğim kimi “akademisyen” ve “kültür-sanat” tayfası!.. Değil mi ki işin ucunda kalemini parayla satan “yazarlar” var, hiçbir zaman düzelmeyecek! “Ressam-sanatçı”, “sanat yazarı-eleştirmen”! Göz açtırmıyor apartan omurgasızlar intihâlli işleriyle! Cemaatleri de önemli değil! Yeter ki fonlansın ve satsınlar!
Alttaki paragraf gibi onlarca sosyal medya mesajı, enfeksiyon sürerken…
“Güzel! Kutluyorum! Hoca’yı daha sık davet edin lütfen! Türkiye’de eleştiri kurumu ve küratörlük ile ilgili konuşulması gereken çok şey var! Örneğin, @aicaturkiye sıkıntıları niçin dile getirmiyor? Ücret güncellemesi dışında, kayda değer yaptığı bir şey var mı? Eleştiri bu kadar paraya endeksli olduğunda, hâlâ kültür ve sanattan konuşmak mümkün mü? Nasıl? Herkes niçin kafasını kuma gömüyor? Bunları kim konuşacak? Klikler ve bıkkınlık veren paslaşmalar yormuyor mu artık? Ülke sanatında tüm bunların yaşanmasının nedeni olarak gördüğüm büyük bir problem var: İNTİHÂL! Güzel Sanatlar Enstitüleri tarafından YÖK Tez’e yüklenen tezlere bakın! Bu tezlerin yazıldığı enstitülerden mezun olan kişiler “akademisyen” olup öğrenci yetiştirdiklerinde, intihali “özgünlük saplantısı” olarak yaftalıyorlar üstelik! GSF lerde yığınla böyle “akademisyen” var! Bizzat yaşadım (Ankara) ve her gün önümüze yeni İntihâlli tezler düşüyor! Bunlar düzelmeden ne özgünlükten, ne de kültür-sanattan konuşabiliriz! Bunlar yaratıcılığı öldüren şeyler! Bir intihâl örneği daha!
https://www.yeniarayis.com/amp/bir-intihal-vakasi-371
Demek ki fena halde bir rahatsızlık var gerçekleri dile getirenlere karşı! Demek ki pasta küçük! Veya başka bir şeye hazırlık! Kent suçu işlemenin vb.artık kanıksanması! Kontrollü bir dağıtım ve kontrollü bir süreç! Hep de böyle olmadı mı?
Olayları yaşarken anlamak önemli. Tarihsel bir perspektif içinde değerlendirebilmek. Yoksa, 40-50 yıl sonra farkına varabilmek, dile getirmek? İşte @aicatr üyesi destek veriyor, danışma kurulunda hem de! Haydarpaşa ve Sirkeci. Ne çok anılarımız var! “Kültür endüstrisi” iştahla yiyecek! Gar binası vd. yeniden işlevlendirilecekmiş! AICA’dan hiçbir açıklama yok! “Etik kurul” da varmış! Kamuoyunun gözü önünde işlenen kent suçu, “dönüştürülme” projesi, etik kurul için vaka-i adiyeden olsa gerek!
Madem ki, geçmiş dönemde yaşandığı iddia edilen o ifşaatları etik kurulda görüşebiliyorsunuz, o halde önceki yıllarda, üyeleriniz tarafından yapılmış olan, başkalarının fikirlerinden “esinlenen”, kataloglarında, sosyal medya tanıtım yazısı/ basın bültenlerinde kullanan üyelerinizi de dahil edin! Radikal bir şekilde, intihâl yapmış ve yapacak olan tüm üyelerinizin, dernek ile ilişiğini kesin!
Kent suçu işleyen/işleyecek olanlarla, ortak tutum içinde kim varsa ve kim olursa olsun, uyarabilirsiniz ki kurucu üye olunması, özeleştiri yapılmasını engellemiyor olsa gerek! Hiyerarşik yapılanmanız, oligarşik yönetiminiz de olmadığına göre? Veya “etik ihlallere duyarlı, kent suçuna sıcak bakmayan” üyelerinizi toplayıp, kendinizi feshedebilirsiniz! Kültür-sanat söz konusu olduğunda, kafanızı kuma gömmenin, yıllardır plânlı bir şekilde, yerinden yurdundan edilen insanların haykırışlarına kulak tıkamanın sizin hanenize de yazılacağını unutmayın ama! Ses çıkarmamanız, gelecekte yazıp çizecek olanlar açısından, Türkiye’nin sanat alanında niçin yerinde saydığının da kanıtı olacak! Günü kurtarmaya devam etmenin bedeli; sanatın sonu!
VASAT nerelere getirdi! Oysa kültür-sanat tayfasını vasat-üstü görürüz değil mi? “Dahi”, “yüce sanatçı” devreye girer bazen, şişirilmiş! Bazen de sual işaretli dağınık yazılar…
Arkeoloji’nin bahçesinde, yıllar önce çay döktüğüm, artık solmuş Attilâ İlhan kitabını açtım az önce rastgele! “Emperyal otelinde bu sonbahar…”
(*) Bu zamana yayılmış bir yazı olduğundan, Evrensel’de bu konuda yayımlanmış Viyana çıkışlı bir araştırma hakkında, Ümit Akçay tarafından kaleme alınmış birkaç makale yazıldığını henüz fark ettim:) Kendisine ve araştırmayı yapanlara sonsuz teşekkürler.
https://www.evrensel.net/yazi/97347/reel-sosyalizm-neden-coktu
Bir Cevap Bırakın