Daha değil, vakti gelince bileceğim yazmam gerekeni. –Bento
Şiirsel bir dile sahip olan Bento’nun Tuhaf Huyları adlı roman, yaşama dair felsefi bir kavrayışın güçlü bir anlatısı. Burada konvansiyonel yaklaşımla bu anlatıya dair çözümleme yaparak metnin ne’liği üzerine konuşmak yerine, içerisinde sürüklendiğimi inkâr edemeyeceğim okuma maceramda nelerle karşılaştığımı kısaca paylaşmak ve Bento’nun iç ve dış dünyasının tezahürü olan karakterine değinmek istiyorum. Ama en başta belirtmeliyim ki Bento’yu okumaya girişecek her okur, bu kitabı, bir performans sanatçısını ön sıradan izleme cesaretine sahip bir izleyici cüretiyle eline almalı.
Bilindiği üzere, roman olduğu hususunda uzlaştığımız metinler kurgusal olarak birbirlerine benzerler. Yani olay örgüsünün kurulması, karakterlerin tahlil edilmesi, olayların başka yer ve zamanlarda başlayarak birbirleriyle ilişkili hale gelmesiyle bütüncül bir yapıya dönüşmesi, daha doğrudan ifadeyle kurgunun tamamlanarak yerini akışa bırakması ortalama okurun alışık olduğu bir şeydir. Bu bağlamda bakıldığında Bento’nun Tuhaf Huyları adlı yapıt, kurgusu çabucak tamamlanan ve akışın ilginçliği ve/veya heyecanı üzerine kurulan türden romanların aksine, hayatın içinde bata çıka ilerleyen, olay örgüsünden ziyade, duyumsuyor, nefes alıyor, görüyor, hatta duyuyor, yani yaşıyor olmanın yücel/til/diği bir izleği takip eder. Tıpkı bir puzzle’ın parçaları gibi dikkatle seçilip ilgili yere iliştirilmediğinde anlamsızlaşıverecek fragmanlarla, âdeta yaşadığı hayatın gizini görünür kılmaya yeminli bir bütündür. Anlatı türüne de oldukça yakın olan bu eserin (abartılı bir teşbihle) neredeyse nefes alan bir nesne olmaya aday olduğunu da söylenebilirim.
Suat Hayri Küçük’ün gerçeğin peşine düşme cesareti gösterdiği ve anlamaktan anlatmaya geçiş olarak tasnif ettiği bu romanın trajik, zarif, epik ve bilinen sınırların ötesinde duran karakteri Bento’nun tuhaf huyları içinde bata çıka inatla sürdürdüğü seyahatte iradesini Hemingway’in yaşlı balıkçısından, inadını Holloway’in ifşa ve/veya işaret etme ısrarından, hevesli girişkenliğini Van Gogh’tan devşirmiş bir ruh haliyle mağrur ve kendinden emin bir gizillik[2] arz eder. Şimdi biraz ona bakalım:
Buraya bir inanç, bir inat koydum.
Tut ki unuttun, tekrar bak, o inat neyse sen osun.
–Birhan Keskin
Bento yaşamak denilen zonklamanın tuhaf olduğunca gerçek bir karakteri olarak karşılar okuru. Yaşamak konusundaki hevesli aceleciliğini yedi aylık doğmasıyla ilişkilendirerek koyar önümüze. Karadeniz bölgesinin kuzeydoğusunda etekleri suya, saçları göğe değen bir coğrafyanın insanı olarak dünyaya gelmiş, tıpkı herkes gibi ciğerlerini acıtan oksijenin yakıcılığına inat yaşama tutunma sancılarıyla kıvranmış, tutunduktan sonra da içine doğduğu kültürü bilim, sanat ve felsefeyle kuşatarak dize getirmiştir. Metnin çeşitli kısımlarında Aşxar (Dünya) olarak da karşımıza çıkan, Tuhaf olmaklığıyla müsemma yaşamını âdeta bir sanat çalışması gibi ince ince, hesaplayarak, tasarlayarak örüntülemiş olan Bento, gerçeğin hikâyesini düşlerin yoluna sermek ve Kaçışın Generali olmak gibi ironik ve şahsına münhasır özelliklere haizdir. Umutlu, mutsuz, heyecanlı, iştahlı, karanlık, savruk, esrik vb. karakteristik özellikler arz etmesinin yanı sıra, kendisi olmaktan arif olmaya değin salınımlı bir karakter olarak, sırrın, hikmetin, hünerin ve yaşamın bilgesi olma gayretindedir. O, durmak, durulmak bilmeyen, Ahmet Telli’nin “Dağlara tırmanan atlılar gibi soluk soluğa” diye tasvir ettiği gayretin tam bir dışavurumcusudur. Kurgusal bir karakter olmanın çok ötesinde olan Bento yazarın gerçekte olduğu ve/veya olmayı düşlediği toplamın, gizil karşılığından başkaca bir şey değildir aslında. Zira her yazar, anlatılarında daima kendi kaynağından beslenir; yaşam tecrübelerini, gerçeğini, arzularını ve hayallerini adına “geçmiş” de denilen kumbarada biriktir ve gerektiğinde oradan edinir.
Bu anlamda olan bitene dair merakı daha çocukluktan kitap okumaya ilgisi, her kitapta çıkılan yolculuk ve girişilen maceralar Bento’nun Hemingway’den Dostoyevski’ye değin neyle beslendiğinin kanıtıdır. Abi ve ablalarının fısıltılarına kulak kabartmasının işaret ettiği yaşama merakıyla yoğrulmuş bir figür olarak Bento, bildiklerini, bilmediklerini ve hatta bilemediklerini dahi iyi bilir. Bu suretle örtülenmiş karakterin, roman yazma vesilesiyle yaratılmış kurgusal bir karakter olmaktan ziyade gerçek hayattan romanın içine sirayet etmiş bir kimse olduğu apaçıktır. Yazar olarak Suat Hayri Küçük’ün bir mimar edasıyla yapı söküme uğrattığı Bento belki de aynadaki kendi aksidir. Zira yaratıcı her birey kendi kişisel tarihinden beslenir ve içinde yaşattığı alternatif benleri teker teker ete kemiğe büründürerek tanık olduğu öteki kimlikler olanağında seslendirir. Yani metnin içinde tek tek elbette kıymetli olan Sirem, Mahir, İda, Berkin, Mona, Berrak, Arif, Umay ve şu an adını anımsayamadığım çoğu karakter yazarın salt dışarıdan gözlemleyerek yarattığı kimseler değil; bir o kadar da kendinden kattıklarıyla süslediği, yücelttiği, s/övdüğü, üzerlerine kendisini giydirdiği şahsiyetlerdir de.
Huy ya da Düalite[3]
Türkçe bir hayatı Hemşince[4] yaşayan Bento’nun romanı ikiliklerin kol gezdiği bir kurgu içre devinir. Suat Hayri Küçük’ün felsefeden edindiği bir huy olarak diyalektik yapma edimi bu ikiliklerde gösterir kendisini. Tamamı karşıtlıklar içeriyor olamasa da ve bağlacını bu denli hunharca kullanmanın iştihasında[5] apaçık görünür olur bu durum. Örnekse bilinç ve inat, neşe ve ürperti, çığlık ve fısıltı, tehdit ve vaat gibi ikilileri okurun ilgisini kolaylıkla yoğunlaştıran unsurlar olarak kullanır. “İlerleyen satırlarda bir şey” olacak merakıyla akıntıya kapılan okur satırları pasajlara, pasajları bölümlere bağlar. Egemen şiirsel dilin kurduğu romantik atmosfer varlığını işte tam da buna borçludur. Öyle ki, her sabah kendini tazeleyen bir simetriyi işaret eden Bento anılan ikiliği her bölümde ustalıkla tekrarlar. “Kutsal ve leş, makine ve organizma, ten ve deri, iştah ve heves, küfür ve dua, ben, hevesle yıkılan ormansız ağaç, lisansız ağız, ağıza sığmayan dil, sarkan ve sıçrayan aklın karanlık rüyası, göğü sürükleyen kaçışın generali derken erdim kişisel cehennetime” ifadesiyle diyalektiği zirveye ulaştırır. Tez ve antitezi zihinsel bir bireşim olarak karşımıza koyarak dilsel ustalığının felsefeye meyyal oluşunu ispatlayıverir. Buradan devamla dua ve küfür, sır ve hakikat, tehdit ve vaat kutuplarına temas ederek şiirden gerçek dünyaya kıvrılan patikaları adımlayıp gündelik gerçeklikle bağ kurarak sürdürür anlatısını.
Anlaşılacağı üzere uyum ve çelişki bahsini yöntem edinen yazarımız bu suretle soru ya da cevap olmayan, inanç ya da bilgi içermeyen, korku ya da cesaret kokmayan bir tuhaflık inşa eder. Eder ki Bento karakterini bu tuhaflık içre gark edebilsin. Böylelikle duygular ve fikirler, bedenler ve zihinler, ilişkiler ve kopuşlar, mekân ve zaman gibi pek çok ikilemeyle Bento’nun hayatını bir düaliteye dönüştürür. Artık o, olaylar ve olguları diyalektik yasayla analiz edip kendine uyumlandırarak yaşama huyundadır, tıpkı dönüp dönüp ifade ettiği intihar tasarısını yaşama iştahıyla baskılaması gibi. Ancak yukarıda anılan uyumlandırmayı tam bir uzlaşı alanı oluşturup melez bir yapı kurmak olarak anlamamak gerek. Yani birden fazla kavram veya olguyu birbiriyle melezlemek yerine Bento, post-modern bir tavırla hem onu hem de diğerini birlikte kabulüyle davranmayı düstur edinir. Zira hem içinde doğduğu geleneği koruma hem de çağdaş kültüre entegre olma yeteneğini başka türlü de kazanamazdı. Yani sadece gelecek ve üzerine çekilen perdeye değil, geçmişe de değinir; olanca sevinciyle, geçmişin ışığının bugünün karanlığını nasıl aydınlattığını işaret eder.
ya da Kamil Oluş
Ayrıca, çok önemsiz bir ayrıntı bile,
sevinçlerin en büyüğünü yaratabilir.
–Victor E. Frankl
İnsanın anlama yönelik kökensel ve doğal ilgisi idealizm ve coşkuyla ilgilidir. Bu da gerçeklik ve somutlaştırılacak idealler arasına koyulmuş gerilimin çok kutuplu alanında olmasıdır. Bu çok kutuplu ve gerilimli hayatın içinde idealist ve aynı anda coşkulu olmak tam da Bento’ya göre bir tuhaflık olsa gerek. Zira E. Frankl’in dediğine çok benzer bir söylemi Bento da “En korkunç ihtimali güzel bir şeye çevirmek çocuk oyuncağıydı” diyerek dillendirir.
Romandan denemeye, anıdan anlatıya değin uzanan bir varlık alanına sahip olan Bento’nun Tuhaf Huyları adlı bu edebi yapıt için “Son Bölümün Pervazı”nda şunu söyleyebilirim: Kelimesini arayan bir harfi tasavvur ettiğimizde yüzergezer hâletiruhiyenin yersiz yurtsuz bir yaşayıcısını tanımlamış olmuyor muyuz? Yüzergezer olmayı bir tür olanağa çeviren yazar anlatı içinde geçmiş, gelecek ve bugün arasında sıçramalarla anlattığı olayları birbirine bağlama ustalığını sergiler. Bu zaman yolculuğunda Bento, içindeki varoluşsal boşluğun zonklamasını okumayla sağalttığını fısıldıyor okura. Bento olmak: Holloway’den Steinback’e, Van Gogh’tan Klimt’e, Hemingway’den Melville’e, Shakespeare’den Bachelard’a, Rene Magritte’ten Paul Klee’ye, Puşkin’den Kafka’ya, Bernhard’dan Canabel’e, Freud’dan Fromm’a, Rilke’den Mahler’e, Ingres’den Munch’a, Marx’tan Engels’e, Dostoyevski’den Prost’a, Bilge Karasu’dan Tezer Özlü’ye, Nâzım’dan Edip Cansever’e, Aristoteles’ten Descartes’a, Spinoza’dan Seneca’ya, Hegel’den Kant’a, Nietsche’den Sartre’a ve daha niceleriyle hemhal olmak; bilime, sanata, felsefeye, edebiyata gark olmak demektir.
Son tahlilde yazarın kendi ifadesiyle söyleyecek olursam, Suat Hayri Küçük’ün “Başı bulutlarda, sırtını ormana vermiş, ayaklarını suya bırakmış bir hakikatin karnında homurdanan yekpare bir insanlık durumunun küçük bir parçacığını alıp seyrelterek ve esneterek toplumsal hayatın psikolojik çekirdeğini bulma, hatta o çekirdeğin antropolojik kazısını yapma girişimi” olan Bento’nun Tuhaf Huyları adlı romanında “Atlas’ın emeğini, Sisifos’un ısrarını ve Gaia’nın çocuğu Prometheus’un cüretini” gördüğümü ifade edebilirim.
Okuyucuya uğurlar ola…
[1] Mersin Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü
[2] Potansiyel
[3] Düalite, Türkçede “ikilik”, “ikilem”, “ikileme”, “ikili denge” gibi çeşitli biçimlerde kullanılmakta olup, doğadaki, evrendeki karşıtlık ve birbirini tamamlayıcılık ilkesini ifade eden genel bir terimdir.
[4] Hemşince (Hemşin dili, Hamşentsnag) arkaik bir Ermenice lehçesi olup, Batı Ermenice (Anadolu ağzı) içerisinde sınıflandırılır. Doğu Karadeniz’de kendilerini Hemşinliler olarak adlandıran halkın kullandığı dildir.
[5] Arzu
Bir Cevap Bırakın