Bedia Ekiz: Yüzey ve Leke’nin Diyaloğu

Bedia Ekiz’in su ve mürekkep çalışmalarına uzaktan bakıldığında önce sakin bir yüzey etkisi görülür; fakat bu sakinlik yanıltıcıdır. Yüzeye yaklaştıkça, resimlerin aslında görünür olanın ardındaki titreşimlere odaklandığı anlaşılır. Bu işlerde su yalnızca bir taşıyıcı değildir; düşüncenin akışını açan bir madde gibi davranır. Mürekkep ona karıştığında formu hem kurar hem çözerek, imgenin sabit bir nesne değil, hareket hâlindeki bir süreç olduğunu duyurur. Ekiz’in yüzeylerinde beliren lekeler ve çizgiler, bir görüntüyü tanımlamak yerine, bir şeyin görünür olmaya doğru ilerleyişini kaydeder.

Renklerin davranışı bu oluş fikrini daha da derinleştirir. Maviler ve indigo tonları içsel bir sessizliği taşırken, kırmızı ve bordo daha çok bedensel bir gerilim yaratır. Siyah ve gri aralıkları ise zamanın kendisini duyurur; sanki yüzeyde hafıza ile unutma arasındaki çok ince bir çizgi açılır. Dalga, ot, sis ya da gökyüzü izlenimleri belirir; fakat bunlar bir manzaraya işaret eden motifler değildir. Doğa burada dış dünyanın bir temsili değil, iç duygulanımın dışarıya taşmış hâlidir. Ekiz’in resmine bakmak, doğaya bakmaktan çok, doğanın kişide uyandırdığı salınımı izlemeye benzer. Bu nedenle resimler bir mekânı değil, bir geçişi, bir devinim anını taşır.

Çizgi bu pratiğin en dikkat çekici unsurlarından biridir. Zaman zaman bir yazının gölgesine benzer, fakat hiçbir zaman okunabilir bir dile dönüşmez. Çizgi bir adı, bir nesneyi ya da bir duyguyu işaret etmez; sadece bir yön, bir hareket önerir. Bu yönelimin kimi zaman açıklığa imkân veren bir alan açtığı görülür; fakat bazı resimlerde çizginin bu açıklığı, anlamın sürekli ertelendiği bir alışkanlığa dönüşebilir. Ekiz çizgiyi bilinçli biçimde sabitlemez; ama çizginin her zaman aynı açık uçlu söyleyişe bürünmesi, bu tavrı yer yer tekrara yaklaştırabilir.

Leke ile form arasındaki ilişki de benzer bir ikili yapı taşır. Bir leke kimi zaman merkezde toplanarak bir odak yaratır; kimi zaman bütün yüzeye yayılarak çözünür. Bu davranış, resme yalnızca görsel bir derinlik kazandırmaz; zamanın resimsel karşılığını da üretir. Lekelerin belirme ve kaybolma biçimleri, izleyiciyi her bakışta yeni bir oluş anına çeker. Fakat bu hareketlilik, her resimde benzer bir çözülme hissi yarattığında, işlerin birbirine fazla yakınlaşma riski de ortaya çıkar. Akış güçlü bir stratejidir, ancak akışın kendisine fazla yaslanıldığında, kavramsal yoğunluk arka planda kalabilir.

Seride en çok hissedilen şey, imgelerin sürekli bir aradalıkta konumlanmasıdır. Hiçbir form tam figürleşmez, ama soyutluk da hiçbir zaman tam bir boşluk değildir. Doğa ile beden, iç ile dış, yazı ile imge arasındaki sınırlar birbirine sızarak genişler. Bu sızma hâli, Ekiz’in pratiğini özgün kılan temel dokudur. Resimler kendilerine sabit bir yer aramaz; bir kesişim-katmanında, iki dünyanın birbirine değdiği bir alanda var olurlar. Özellikle bordo ve mor tonlarının hâkim olduğu çalışmada bu aradalık yoğunlaşır. Organik bir hareketle yukarı doğru yükselen ama aynı anda çözülmeye başlayan form, hem içeriden gelen bir basıncı hem dış dünyadan taşan bir enerjiyi çağrıştırır. Bu kararsızlık, resme güçlü bir gerilim verir; fakat tekrarlanan bir yöntem hâline geldiğinde, içsel kuvvet zaman zaman kendi etrafında dönen bir yapıya dönüşebilir.

Tüm bu yönleriyle Ekiz’in üretimi suyu, mürekkebi, lekeleri ve çizgiyi estetik tercihlerden çok varoluşsal araçlar olarak kullanır. Resimler bir görüntüyü sunmaktan çok, görüntünün nasıl kurulduğunu sorgular. Bu yaklaşım güçlüdür; çünkü izleyiciyi pasif bakıştan alıp, imgelerin hareketine dâhil eder. Ancak aynı zamanda kırılgan bir yapıya da sahiptir; belirsizliğe duyulan güven, düşünsel derinliği zaman zaman fluya çekebilir. Aradalık duygusu bir düşünsel yönelimle beslenmediğinde, kendi içinde dönen bir estetiğe dönüşme ihtimali taşır.

Yine de bu kırılganlıklar, Ekiz’in pratiğinin asıl potansiyelini de ortaya koyar. Resimler, kendi iç hareketlerini daha keskin bir düşünceyle buluşturabilecek bir açıklık taşır. Şu anki hâlleri, ilerlemeye, genişlemeye ve derinleşmeye hazır bir alanda durmaktadır. Bu resimler, yalnızca görünür olanı değil, görünürlüğün eşiğinde beliren duyumu araştırır.

Bu nedenle Ekiz’in işleri, hem edebi bir duyarlılığa yakın duran hem de eleştirel düşünceyi besleyen bir çizgiye sahiptir: daima hareket hâlinde, daima dönüşme ihtimaliyle yüklenmiş ve daima bir aradalığın içinde titreşen bir dünya önerir.

 

İlhan Alemdar, Sanat Tarihçisi.

 

Bir Cevap Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.