Ahşaptan Dijitale: “Mektup Selam Söyle…”

Günümüz Türk edebiyatının en üretken ve usta isimlerinden Haydar Ergülen’in “Mektup Selam Söyle…” kitabı (128 sayfa) Çınar Yayınları tarafından yayımlanıp Nisan 2025’te okuyucuyla buluştu. Mektup türündeki kitaba adını veren, bir halk türküsü. Kitabın türküyle ilişkisi adaşlık düzeyinde tutulmayıp kitaptaki birçok mektupta türkülerden dizelere ve saz âşıklarına yer veriliyor. Kitabın kapağı ise okuyucunun karşılaşacağı metinlerin içeriği hakkında ipucu barındırıyor: açılmış bir zarftan dışarı çıkmış bitki/çiçek görseli. Mektupların türkülerle kurduğu ilişkiye yeni bir bileşen ekleniyor: doğa.

Edebiyatımızda mektup türü Tanzimat döneminde modernleşir. Bu modernleşme şiirin kapsam alanında gerçekleşir. Şairlerin edebî konular üzerine tartıştığı mektuplar edebiyat tarihimizde mevcuttur. Özellikle Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatında mektup türü daha da olgunlaşır, niceliksel açıdan bir artışı beraberinde getirir. Bu bağlamda Haydar Ergülen’in son kitabında mektup türünün kısa tarihine, mektubun önemine ve çağrıştırdıklarına, Ziya’ya Mektuplar’a dair düşüncelere rastlanıyor. Mektubun bir şair için önemini gösteren örneklerden birinin Ziya’ya Mektuplar’da bulunduğuna işaret ediliyor.

Ahşaptan betona, plastiğe ve dijitale dönüşmüş toplumsal-bireysel yaşamımızda öncelikle mektup türünün ve mektubun; bugünün gençleriyle kurduğu mesafe, toplumsal dönüşümlerin hangi durakları geçtiğini göstermesi açısından önem arz ediyor. Bu bağlamı, poetik yolculuğunun önemli parçası hâline getiren Haydar Ergülen’in mektuplarının “alıcıları” da “doğa, aileye/aile fertleri, edebiyatçılar, duygular, mevsimler, takvim, renkler, Cumhuriyetimiz” şeklinde genel bir sınıflandırmayla verilebilir. “Mektuba” ve “kitaba” yazılan mektup dikkat çeker ama daha da samimi olanı postacıya yazılan mektuptur. O bizim “gözümüzdür”, bir zamanlar gözümüzü yollarda bırakıp bizi farklı duygulara gark edendir. Acaba postacı da mektup beklemiş midir? Bu sorunun içten yanıtı Haydar Ergülen’in kitabında mevcut. O, “sevgili postacı”dır.

Tanzimat dönemi edebiyatında mektubun yerini belirtirken ifade ettiğimiz gibi şiirle iç içeliğine Haydar Ergülen’in mektuplarında denk geliyoruz. Mektup-şiir bir yönüyle benzerdir çünkü “Mektup da şiir gibidir, ne zaman, hangi kılıkta geleceği belli olmaz.” (s. 16-17). Yazarın belirttiği gibi mektup türküyle de iç içedir çünkü “name” ile “nağme” arasındaki ilişki sadece fonetik çağrışımdan ibaret değildir, her ikisi de duygularımızın heybesidir/çıkınıdır. Bu kitapta şairin çıkını okuyucuya açılıyor. Şairlere yazılan mektupların hitap ifadeleri “Sizi hiç görmedim, güzel abim, üstadım, büyük ozan, sevgili kız kardeşim, sevgili abi” şeklinde yazılıyor. Bu hitaplarla anılan şairlerle kurulan poetik ve bireysel ilişki hem Haydar Ergülen’in poetikası hakkında bilgi veriyor hem de bu şairlerin edebiyatımız için önemi daha da perçinleniyor. Meşhur bir üretim olan “genç şairlere mektup” ise yazar tarafından mütevazı bir duruşla kendisinden uzakta tutuluyor çünkü kendini özgürlükçü bir insan diye tanımlayan Ergülen hem kendinin hem de mektup türünün “tahakküme iştirak” etmemesi için özen gösteriyor: “Bazen mektup da bir iktidarın işareti, taşıyıcısı, kurulduğu yer olabilir. Özgürlükçü bir kişi olarak doğrusu ben de mektup yoluyla da olsa edebî bir tahakküm kurulmasına iştirak etmek istemem.” (s. 60). Ayrıca şairin de üstat, poetik abi ve usta gördüğü şairlere yazdığı mektuplarda bu mütevazı ve samimi duruşu okuyucu fark edecektir. Bu mektupların bir kısmı aracılığıyla Haydar Ergülen’in şiirlerinin esin kaynaklarını, yazılma öykülerini ve hangi duyguyla yazıldıklarını öğreniyoruz.

İlk başta alıcısının yanıt verme imkânı olmadığı yönündeki izlenim okuyucu üzerinde oluşsa da yazar bu algıyı, doğaya yazdığı mektuplarda değiştiriyor. Görmesini bilen için her güz çevremizi saran gazeller, doğanın bize yazdığı mektuptur. Ahmet Haşim’in işaret ettiği ruha dolan lisan-ı hafinin öznesi güz mektubu olarak karşımıza çıkıyor:

“Güzün mektubuna adres gerekmez. O çünkü adımıza gelmez. İçimize yazılıdır, bizde gizli bir posta kutusu vardır, ki biz bile bilmeyiz yerini (…) Güzdür, sokaklarda bir mektup bolluğu yaşanmaktadır, güzün mektubu hepimizedir fakat üzerine basmamak gerekir. O yaprak kılığındaki mektubu lütfen yerden alın ister defterinizin arasına koyun, ister cebinizde unutun! Unutmayın, o sizin gazelinizdir.” (s. 101)

Haydar Ergülen, bu gizli dilin çözülmesinin insan-doğa bütünleşmesini kurmada ve yaşamın anlamının inşa edilmesinde önemli bir yol olduğunu “Ay’a, rüzgâra, buluta, bahara, bahar dalına, yaza, kışa” yazdığı mektuplarla gösteriyor. Mektubu gelmemek, bir tür yalnızlık duygusuna neden olsa da aslında her bir gazel (şiir anlamına da gelir), tabiatın insana mektubudur çünkü insan-doğa bir bütündür; bu bütünlüğü günümüzdeki dijital ve tekno “gelişim” parçalamaktadır. Doğa, bu bağlamda insanın dostudur. Öyle ki kış, yazara kardan adamı çağrıştırıp çocukluk anılarını hatırlatıyor. Kardan adama mektup yazıyor, artık o çocukluk yıllarının “kardan kardeşim”i oluyor. Kardeş aynı zamanda arkadaştır: “Ne sıcak arkadaşımızdın sen kardan adam!” (s. 105). Ahmet Muhip’in dizesi alıntılanıp sonra bu dize, yazarın duygularına tercümanlık edecek şekilde yeniden üretiliyor. Tezat sanatının kullanıldığı bu dizede “kardan adam” çocukluk yıllarını hatırlattığından “sıcak” olarak algılanıyor, yetişkinliğin soğukluğu çocukluğun sıcaklığını bastırıyor. Doğanın bileşenlerine yazılan her mektupta kullanılan kişileştirme sanatı, yine doğanın ruhu olduğuna işaret edip insanın dostunun sadece insan olmadığını vurgulaması açısından önem taşıyor.

Çocukluk anılarından ailenin fertlerine yazılan mektuplara geçiş yapılıyor. Yazarın aile fertlerinin ne anlam ifade ettiği bu mektuplarda son derece samimi, insani, duygusal bir dille belirgin kılınıyor. Kitabın son mektuplarından biri Cumhuriyet’e ayrılıyor. Son mektup ise Nar’ın babasından kızına yazılıp “NAR’ıma Mektup” başlığını taşıyor. Uzun bir şiirden oluşan bu mektupta geçen her kavramın iyelik ekiyle yapılandırılması, sahip olmadan ziyade yaşamın anlamına dair bir insanın hayatında taşıdığı değerlerin kızında toplanmasına kapı aralıyor. Daha önce belirttiğimiz gibi şiirle başlayan kitap şiirle sona eriyor.

Haydar Ergülen son kitabında samimi bir dil kullanıp okuyucu sürükleyici bir sohbetin içine çekiyor. Yeri geldiğinde mizahı ve ironiyi kullanıp mektuplarını anılarla, türkülerden şah dizelerle, tanıklık edilen sosyo-politik olaylarla, belirli dönemlerde kırılmalara yol açan durumlarla, edebiyatımızdaki önemli şairlerden alıntılarla besliyor. Dilin geriye çekilip dijital ekranlardaki emoji, simge, logoların kullanılarak adına “yazışma” denilen, insanın bütünlüklerinin parçalandığı çağda Haydar Ergülen bize mektup yolluyor. Edebiyatımızda mektup türünü yeniden canlandırıp şiiri mektupsuz, mektubu şiirsiz bırakmıyor. Onun şiir dünyasını, poetikasını, yaşamla kurduğu edebî bağları daha yakından tanımak isteyenler açısından “Mektup Selam Söyle…” kitabı her yaştan okuyucunun ve edebiyat sahasında çalışma yapan araştırmacıların edinmesi gereken bir kitap olarak sadece kitapçıların raflarında değil edebiyat tarihimizde mektup türündeki yerini almıştır.

Ergülen, Haydar. (2025). “Mektup Selam Söyle…”. İstanbul: Çınar Yayınları.

Bir Cevap Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.