Geçmiş zaman olur ki; Ersin Alok abimizin Beyoğlu’ndaki büyüleyici ofisinde tanışmıştık İzzet Keribar ile. Hürriyet Kitap’ta o yıllar çalışırken, Anadolu Kültürleri adında bir kitap projesini konuşmuştuk. Yaklaşık 10 dev Türkiye fotoğrafçısını buluşturuyordu bu projede. Kısmet olmadı bu projeyi hayata geçirmek, ama sohbetleri ve fotoğrafları kaldı zihnimde uzun yıllar.
Şimdi ise, Türk fotoğrafçılığının büyük ustası İzzet Keribar’ın, 1952’den günümüze çektiği ve artık yakalanması güçleşen İstanbul fotoğraflarından oluşan özel bir seçki sunuluyor. Buna ek olarak, dünya müzelerinde çektiği ve farklı karelerden kolajladığı diasec eserler de sergide yer alıyor. Fotoğraflar, İstanbul’un pek bilinmeyen yüzlerini, şehrin ruhunu, sokağın kıyısındaki bir ışık hüzmesi, çatlak bir duvar ya da sabahın ilk ışığındaki yalnız bir gölge gibi yansıtıyor her karede.
İzzet Keribar, analogun sıcaklığını dijitalin netliğiyle buluşturuyor bu sergide. Film şeritlerinin hafif kokusu, karanlık banyoya giren karelerin dokusu, artık piksellerin soğuk ama keskin hatlarına dönüşmüş. Bu dönüşüm sadece teknolojik değil, aynı zamanda zamansal ve duygusal bir geçiş. Her iki dünyanın da ruhunu taşıyor Keribar’ın eserleri.
Bir duvarda eski İstanbul’un ıslak kaldırımları, bir başka köşede dijitalin canlı renkleriyle yeniden doğmuş bir müze manzarası. Sokaklardaki gülen, mutlu çocuk fotoğraflarını gördüğümde ise “Artık sokaklarda hiç çocuk yok” diyorum kendi kendime. Çocuklar nereye gitti gerçekten? Mavi renkteki teknolojik ekranlara hapsolmamış, eski zaman çocukları ne güzeller halbuki.
Bu sergi sadece fotoğrafın değil, aynı zamanda hafızanın, kentin ve zamansal dönüşümün bir anlatısı. Analog makinelerle yakalanan anlar, dijital çağın görsel dilinde yeniden hayat buluyor. Keribar’ın kadrajı, bir şairin kalemi gibi şehrin sokaklarında, çatılarında, yüzlerinde dolaşıyor. Her karede sabır, dikkat ve derin bir gözlem var.
Salonun köşesinde Keribar’ın kendisi duruyor; yüzündeki o sakin kararlılık, bakışlarının ardındaki hikayelerle birlikte. Sanatçı, fotoğrafı bir yaşam tarzı, bir tanıklık biçimi olarak görüyor. Kendisine Anadolu Kültürleri kitabını hatırlatıyorum. “Fotoğrafları, hatta kitabın kendisi hazır” diye söylüyor. Kim bilir, belki de birileri basılmasına öncülük eder.
Serginin küratörü Ercüment üstad şöyle söylüyor: “Orhan Veli bir şiirinde, “İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı” der. Orhan Veli, bu şiiri 1947’de yazmıştır. Keribar ise bize, Orhan Veli’nin bu şiirinden çok kısa bir zaman sonrasında, “İstanbul’u izliyorum gözlerim açık ve kameram yanımda” diye seslenmektedir. İzzet Keribar, gittiği hiçbir yerde kamerasını elinden bırakmaz. O fotoğrafı çok seviyor ve eserlerinde de insanla doğa ve mekanı bir arada ele alıyor.”
Sergi salonundan çıkarken aklımda kalan bir görüntü var: Boğaz’ın silueti, çatılardan birinin üzerinde hafifçe titreyen bir gölge. Belki de Keribar’ın kendisi. Ya da onunla birlikte bakan, gören bizler.
Yolunuzu 42 Maslak’ta yer alan Artgalerim’e düşürün derim. 29 Ağustos’a kadar Retrospektif sergisi devam edecek. Serginin küratörü, Luca Galeri sahibi güzel insan Ercüment Çilingiroğlu üstadın yerine de bir uğrayın. Fotoğrafa, İzzet Keribar ve diğer büyük ustalara dair keyifli bir sohbet yapabilirsiniz.
Bir Cevap Bırakın