YURT: DERİNLİKLİ ANA GÖVDESİNE KARŞIN EKLEKTİKLİK VE İĞRETİLİK İLE MALUL BİR ‘ÖDÜLLÜ FİLM’

Dünya prömiyerini geçen yıl Venedik Film Festivali’nde yaptıktan sonra bu yılki İstanbul Film Festivali’nde En İyi Film seçilen Yurt, Başka Sinema dağıtımı üzerinden, dolayısıyla sınırlı bir ölçekte de olsa sinemalarda vizyona girdi. Senarist-yönetmen Nehir Tuna’nın ilk uzun metraj çalışması olan Yurt’un konusu, açılışında perdeye gelen takdim yazısında net tarih verildiği üzere, 1996 yılının son aylarında ve 1997 yılbaşı sonrasında geçiyor, yani yakın tarihe “28 Şubat süreci” olarak geçen dönemin hemen öncesinde ve başlangıcında, siyasal İslamcı bir partinin liderliğindeki (Necmettin Erbakan başbakanlığındaki) bir hükümetin cumhuriyet tarihinde ilk kez işbaşına geçmiş olduğu günlerde.

Son derece başarılı oyunculuk performansları ve oyunculuk yönetimi sergilenen filmin başkarakteri olan Ahmet adlı ergenlik arifesindeki çocuk gündüzleri İngilizce eğitim verilen bir koleje gitmekte, aslında kendisi ailesinin yanında yaşamayı arzu ediyor olsa da babasının zoruyla geceleri ise bir “cemaat” yurdunda kalmakta ama bunu okul çevresinden gizlemektedir. Cemaat yurdunda yaşanan dayak olayları, hatta çocukların ceza olarak birbirlerini tokatlamaya zorlanmaları gibi insanlık dışı uygulamalar da film boyunca zaman zaman perdeye gelmekle birlikte Yurt’un anlatısının ana ekseninde kaba şiddet ve baskının ötesinde daha derinlikli olarak Ahmet’e -ve yurtta kalan diğer çocuklara- benimsettirilmek istenen yaşam tarzının genç bireylerin doğasıyla nasıl çeliştiği sergileniyor. Ahmet, kendinden beklenilenleri yerine getirmeye içtenlikle gönüllü olsa da kendisine söylenenleri gayri ihtiyari olarak sorgulamaktan da kendini alamamaktadır. Filmin kanımca anahtar niteliğindeki sahnesinde yurttaki kendisinden yaşça biraz daha büyük görünen yakın arkadaşı Ahmet’e “rabıta” kazanabilmek için ne yapması gerektiğini sorar, Ahmet de ona genç kızları arzulamak gibi düşünceleri bir “fare” olarak tasavvur edip bu fareyi kafasının içine hapsetmesi gerektiğini söyler. Ahmet’in karşılığı ise, fareyi salıp bırakıp gitmesine yol vermek yerine niye sürekli hapis tutmanın gerektiğini sormak olur! Bir süre bu şekilde devam eden konuşmanın sonunda Ahmet, demek ki farenin ancak onu hapis tutan kişinin ölümüyle öleceği çıkarımına ulaşır kendi mantığıyla; böylece kendisine dayatılan terbiyenin bastırmayı ve bastırılmış halde tutmayı öğütlediği arzuların insana içsel olup arzulayan bireyin arzularının ve arzulama pratiğinin ancak ölümle sona ereceğini veya belki de bir başka bakışla ölümle eş değer olduğunu kendi çocuk mantığı içinde kavramış ve beyan etmiş olur.

Öte yandan eş zamanlı olarak gündüzleri devam etmekte olduğu koleje yeni gelen karşı cinsten bir öğrenciye de ilgi duymaya başlamıştır Ahmet. Üstelik bu ilgisi de karşılıksız değil gibidir ve iki çocuk arasında naif bir yakınlaşma filizlenmek üzeredir. Yılbaşında bu yeni arkadaşının kendisine armağan ettiği kalp şeklindeki bir kolyeyi takmakta olduğunu namaz esnasında fark eden yurt görevlisi ona el koymak ister, Ahmet de itiş kakış içerisinde kolyeyi vermektense çareyi onu yutmakta bulur… Aslında bu çelişki yalnızca Ahmet için değil, farklı düzey ve biçimlerde de olsa yurttaki diğer çocuklar için de söz konusudur: başlarında yurt görevlisi olmadığı zaman özel kanallardaki dizileri izlemeyi tercih etmektedir hepsi; hatta, birbirlerine erotik rüyalarını hevesle anlatmaktadırlar.

Ahmet ile diğer çocuklar arasındaki fark Ahmet’in varlıklı bir aileden gelmesi, diğerlerinin, en azından en yakın arkadaşı Hakan’ın ise maddi zorunluluktan dolayı cemaat yurdunda kalıyor olmaları gibi görünmektedir. Nitekim bu sınıfsal fark, özellikle Ahmet’in ayakkabılarının çalınmasını babasının yurt yönetimi nezdinde gündeme getirmesinin ardından sorun teşkil etmeye de başlayacaktır. Filmin son çeyreğinde ise sınıfsal farklılıklar, Ahmet ve Hakan arasındaki ilişki özelinde bir hayli su yüzeyine çıkacak ve bu noktada film içinde ikinci bir temel anlatı ekseni düzeyine yükselecektir.

İlk uzun metraj filmini çeken yönetmenlerin bu filmlerinde birden fazla tematik öğeyi mercek altına alma hevesinde oldukları, bu yüzden eksen karmaşası, odak kayması yaşadıkları eleştirisi sık rastlanan bir eleştiridir (aslında bu sorun yalnızca yeni yönetmenlere özgü olmasa da!). Bu durum bir ölçüde Yurt için de söz konusu; her ne kadar sınıfsal çelişkilerin yerli sinemamızın ilgi odağına nadir giren bir olgu olması dolayısıyla Tuna’nın filmine böylesi bir katman da dahil etme niyeti dikkate değer olsa da.

Öte yandan Yurt’un konusunun arka planını oluşturan siyasal-toplumsal konjonktürü yansıtışıyla da bağlantılı olarak sergilediği duruş ise filmin düzeyini bir hayli aşağı çekiyor. Yukarıda açımladığım üzere Yurt’ta cemaat ileri geleni babanın baskısı, cemaat yurtlarındaki baskılar salt yüzeysel biçimde dayak, şiddet vb. teşhiri üzerinden değil, insani duyguların, tam da ergenlik başlangıcında filizlenenler dahil bastırılması ‘gereğinin’ içselleştirilmesine, benimsetilmesine, kanıksatılmasına dönük baskılar olarak bir hayli derinlikli biçimde sergileniyor. Fakat bu teşhiri ‘dengelemeye’ (!) dönük olarak ‘karşı tarafı’ da hedefe almaya yönelen temsiller de film içine serpiştirilmiş, üstelik son derece ilkel ve basmakalıp mizansenlerle. Cemaat mensubu bir babanın ve bir cemaat yurdu yöneticisinin genç bir bireyi ezmesini içeren bir öykü anlatılırken, tarihsel bağlamı aktarma çabasının ötesinde adeta “aman uluslararası festival entelijansiyası beni İslamofobik sanmasın, aman yurtiçi sansür yetkilileri ve troller beni 28 Şubatçı sanmasın” kaygısını hissettirircesine eklektik duran mizansenler bunlar. Askerler tarafından yurtta arama yapılması, bu arama öncesi yurttaki Arapça broşürlerin ele geçmesin diye yakılması sahnelerini geçtim, laiklik yanlısı bir pankart taşıyan bir grubun yurt kapsı önüne gelip yurt bahçesindeki küçücük çocuklara hakaretler etmesini ve de onları taşlamasını kastediyorum bu minvalde.

Özellikle yukarıda andığım sahnenin ilkokul temsili düzeyinde bir ilkellikle canlandırılması bir yana bu ve benzeri sahnelerin, “laikleri” de Ahmet’i kıskaca alan ‘büyük resmin’ parçası olarak sunma gayretinin iğretiliğinin en net örneği ise kolejdeki “andımız” vb. sahneler ile cemaat yurdundan bazı sahnelerin birkaç yerde paralel kurguyla perdeye getirilmesinde kendini gösteriyor. Oysa filmin anlatısı içinde Ahmet’in sistematik biçimde baskıya maruz kaldığı, arzularını bastırması ‘gereğinin’ ona benimsetilmeye dönük pratiklerin uygulandığı yaşam alanları aile ve yurt; okul ise tam tersine hoşlandığı kız çocuğundan hediye aldığı, onunla teneffüste her ikisini de hoşnut eden tarzda sohbet ettiği yaşam alanı! Yani Yurt hem Ahmet için laik eğitim veren okulun nasıl mutlu olabileceği yaşam alanı olma potansiyeli taşıdığını sergilemiş oluyor hem de bu potansiyele sahip okulu cemaat yurduyla aynı büyük resmin parçaları olarak göstermek için çabalıyor…

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl

Bir Cevap Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.