Genç Wassily’nin çocukluğunda boya kutusunda farklı renklerdeki boyaları karıştırırken tuhaf bir tıslama sesi duyduğu söylenir. Anlayabildiğim kadarıyla bu adam gerçekten de gerçek bir sinestetmiş. Belli ki oldukça geniş bir hayal gücüne sahipti; ancak bu, gerçek dışı bir hayal ürünü değildi.
Uzun zamandır soyut sanatta ortaya konan gerçeklik karmaşasını takdir ediyorum. Çocukken beni kendine çekerdi. Dikkatli ama çok da dikkatli değil. Soyutlamanın babası Wassily Kandinsky bir sinestet idi. Kendisinden önceki birkaç kişi ve kendisinden sonraki John Burke gibi o da görüntü yoluyla ses, renk yoluyla perde uyandırmaya çalıştı. Soyut resimleri hoş bir şekilde karmaşıktır ve (belki de kelimenin tam anlamıyla) yankılanır. O bir öncü, bir öğretmen, bir çellist, bir ressamdı-mükemmel bir sanatçıydı. Ve yine, sevgili Wassily bir sinestet idi.
Kandinsky’nin Sinestetik Deneyimleri
1866’da Moskova, Rusya’da doğan Kandinsky, renklere hayran bir çocuk olarak büyüdü. İleride resim yapma sürecini bir müzik bestesinin orkestrasyonuna benzetecekti. Şöyle yazmıştı:
“Renk klavyedir, gözler armonilerdir, ruh ise birçok teli olan bir piyanodur. Sanatçı, ruhta titreşimlere neden olmak için şu ya da bu tuşa dokunarak çalan eldir.”
Kandinsky’nin sanat eserinin ruhaniliğine inandığını söylemeye gerek yok. Bu konu hakkında 1910 yılında yazdığı Sanatta Manevi Olana Dair adlı kitabında uzun uzun yazacaktır. Şüpheciler Kandinsky’nin sinestezisinin meşruiyetini uzun süre tartışmış olsalar da (sinestezinin salt varlığının tartışıldığı gibi), hayatında ve sanatında inkâr edilemez, ayrılmaz bir rol oynamış gibi görünüyor. Bir keresinde bu fenomeni keşfedişini – Moskova’da bir opera performansı sırasında meydana gelen bir şey – anlatmıştı:
Tüm renklerimi ruh halinde, gözlerimin önünde gördüm. Önümde vahşi, neredeyse çılgın çizgiler çiziliyordu.
Genç Wassily’nin çocukluğunda boya kutusunda farklı renklerdeki boyaları karıştırırken tuhaf bir tıslama sesi duyduğu söylenir. Anlayabildiğim kadarıyla bu adam gerçekten de gerçek bir sinestetmiş. Belli ki oldukça geniş bir hayal gücüne sahipti; ancak bu, gerçek dışı bir hayal ürünü değildi.
Bir Rengin Nitelikleri
Bu adamın renklerde sıradan bir erkek ya da kadından daha fazlasını gördüğü açıktır. Ona göre renk bir nesnenin niteliğinden, bir sıfattan daha fazlasıydı. Rengin kendi anlamı, kendi derinliği, dünyamızda kendi amacı vardı. En sevdiği renk olan maviyi tanımlarken “insanı sonsuzluğa doğru çağırır” derdi-şüphesiz ruhani bir gönderme ama dürüst bir bakış açısı olduğuna inanıyorum.
Kendinizi Kandinsky’nin ruh haline sokmak zor. Yine de düşünmesi güzel. Bir deneyelim bakalım. En sevdiğiniz rengi düşünün, Domates kırmızısı, Holly yeşili, Sienna turuncusu, Karayip mavisi, vs. Görünüşünün veya fiziksel olarak tezahür ettiğinde nasıl göründüğünün ötesinde, sizin için ne anlama geliyor? Neyi temsil ediyor? Amacı nedir?
Eğer iyi yanıtlar alırsam, bir renkten ziyade bir gölge olan siyah hakkındaki düşüncelerimi de ekleyeceğim. Utanmayın, millet. Sinestet ya da değil, biraz soyut düşünmeyi çok isterim. Kandinsky için yapın!
Kaynakça
https://www.synesthesiatest.org/blog/wassily-kandinsky-abstraction
Çeviren: Doç.Dr.Işıl Savaşer
Bir Cevap Bırakın