Alien serisiyle kesişen filmler dahil serinin yedinci sinema filmi olan Predator: Vahşi Topraklar’ın konusu dünyamızda değil diğer gezegenlerde geçiyor ve film boyunca hiçbir insan perdeye gelmiyor.
Zevk için insanları avlayan acımasız uzaylı avcılar etrafında dönen Predator filmleri serisinin bu ay başında vizyona giren yeni halkası Predator: Vahşi Topraklar (Predator: Badlands) ile 38 yıllık serinin beklenmedik ve en azından bir sonraki devam filminde de süreceği izlenimi verilen yeni bir açılıma yönelmiş olduğu ortaya çıktı: Serinin antagonisti konumundaki uzaylı avcı tiplemenin bu yeni filmdeki örneği kendi türünün acımasız gelenekleri kendisini de hedef alınca dönüşerek anlatının “kahramanı” konumuna geliyor.
Conan the Barbarian (1982) ve The Terminator (1984) filmleri ile sinemada yıldız mertebesine yükselmiş olan vücut geliştirmecisi (ve 2000’li yılların California valisi!) Arnold Schwarzenegger’in özel bir timin komutanı rolüyle başrolde olduğu Predator (1987), aksiyon filmi janrında ama kan-revan dozu yüksek bir canavar filmi olarak kültleşmiş durumda. Klasik ekoldeki korku filmlerinin konvansiyonlarını izlercesine Predator’ün ilk yarım saatinde izleyiciye canavar hiç gösterilmiyor; hatta, canavar tam boy olarak ancak finale doğru peydah oluyor. Özel tim komutanının ve uzaylının son çeyrekte gece vakti teke tek mücadele sahneleri kalburüstü olmakla birlikte Predator’ün ana gövdesi Schwarzenegger’in kof ama hoş oyunculuğu sayesinde eğlenceli bir seyir deneyimi sunan bir B-filmi havasındadır. Predator 2 (1990) bugün serinin müdavimlerinin geriye dönük yorumlarında serinin en iyi filmlerinden biri olarak anılsa da vizyona girdiği dönemde gişede beklentilerin altında bir performans gösterdiğinden ilk elde yeni bir devam filmi çekilmemişti. Derken Alien filmlerinin uzaylı canavarı ile Predator filmlerinin uzaylı avcısını karşı karşıya getirme fikri önce çizgi roman, ardından video oyun mecralarında devreye sokulduktan sonra 2000’li yılların başlarında sinemaya da uyarlanarak bu minvalde iki film çekilecek, onların ardından ise solo Predator filmlerine de yapımcılar tarafından fasılalarla da olsa tekrar şans verilmeye başlanacaktı.
Alien serisiyle kesişen filmler dahil serinin yedinci sinema filmi olan Predator: Vahşi Topraklar’ın konusu dünyamızda değil diğer gezegenlerde geçiyor ve film boyunca hiçbir insan perdeye gelmiyor. Uzaylı avcı ırkın Dek adlı genç bir mensubunun babası Dek’in ağabeyine, yeterince güçlü olmadığı gerekçesiyle kardeşini öldürmesini emreder. Ancak ağabey bu emri yerine getirmez ve Dek kendini ispat etmek için Kalisk adlı bir mahluku öldürmek amacıyla bu mahlukun yaşadığı gezegene gider ve bu gezegende (Elle Fanning tarafından canlandırılan) Thia adlı bir androidle tanışır. Aslında özgüvenli Dek önce yardıma ihtiyacı olmadığı inancıyla Thia’yı yanına almaya pek istekli olmasa da Thia onu kendisine bir “alet” muamelesi yapabileceği argümanıyla ikna eder ve ikili, Kalisk’i bulmak üzere beraberce yola koyulurlar.

Predator: Vahşi Topraklar’da Dek ile babası arasındaki ilişkiyi, örneğin Lacan’ın “Babanın Yasası” nosyonuna referansla psikanalitik, özellikle Lacancı “okumalara” tabii kılmak ilk başta cazip gelebilir. Fakat böylesi okumaların çok dolaylı, belki zorlama, hatta bir noktadan sonra yersiz olacağını düşünüyorum. Predator: Vahşi Topraklar’ın anlatısı, Lacancı şablona referansla da alımlanabilir ama ona birebir denk düştüğü için değil, o şablonun ilginç, sıra dışı bir varyasyonu olarak. Dek’in babasının, güçsüzlerin ayıklanması üzerinden sürdürme misyonunu kendinde gördüğü kurulu düzen kuşkusuz patriyarkanın da en arı bir tezahürü ve baba, evlatlarını bu düzende yerlerini alacak özneler olarak görüyor; bu arada buna layık görmediği, bunu yerine getiremeyeceğini düşündüğü Dek’i elimine etmek istiyor. Dek’in çabası ise babasının aksi yöndeki iradesine rağmen kendisinin bu düzende yerini almaya layık olduğunu kanıtlamaya yönelik.
Öte yandan Dek, Kalisk’i bulma çabası içinde geçirdiği mücadeleler sonunda babasının savunduğu değer yargıları ve davranış kalıplarının ötesinde farklı bir varoluşun da olanaklı, hatta gerekli ve arzu edilesi, tercihe değer olduğunu öğreniyor: Dayanışma, yardımlaşma, hatta güçsüzlerin elenmesi yerine korunmasına dayalı ilişkiler içinde bir varoluş; başlangıçta yalnızca bir “alet” muamelesi minvalinde yanına almaya razı olduğu Thia ile süreç içinde “ekip arkadaşı” oluyorlar. Bir zamanlar “Amerikan ideolojisinin” demirbaşı bireyselliğin yüceltilmesi misyonunun taşıyıcısı olarak bellediğimiz Hollywood’dan böylesi bir film çıkması ilginç, üzerinde düşünülmesi gereken bir vaka.
Predator: Vahşi Topraklar’da kendisi için tasarlanmış varoluştan farklı bir varoluşa geçiş yapan yalnızca Dek değil. Thia aslında Kalisk’i militarist amaçlı araştırmalar için ele geçirmeye çalışan bir şirketin (bu arada bu şirket, Alien filmlerinde benzer faaliyetler gösteren şirketle aynı şirket!) ürettiği ve bu doğrultuda programlanmış bir android ama süreç içinde o da söz konusu şirkete, programına karşı geliyor ve başlangıçta yalnızca taktiksel olarak yolunu birleştirmiş olduğu Dek ile tam anlamıyla aynı safa geçiyor. Bu açıdan Predator: Vahşi Topraklar geçen aylarda izlediğimiz olağanüstü bilim-kurgu filmi Tron: Ares’le bir hayli benzeşiyor, Tron: Ares’in doğrudan baş kahramanı vahşi kapitalist patronuna karşı gelen ve kendine farklı rota çizen bir androiddi. Her ikisi de majör birer yapım olan bu filmlerde öncelikle “yapay zeka” kendinden menkul biçimde kötücül bir olgu olarak değil, vahşi kapitalizmin kendi amaçları için kullanmaya yöneldiği bir olgu olarak temsil ediliyor ve daha da ilginci “yapay zekaya” vahşi kapitalizmin kendisine biçtiği rolü aşabilecek bir öznellik atfediliyor. Böylesi temsillerin kalıcı olup olmayacağını, nasıl evrileceğini izlemek heyecan verici olacak.


Bir Cevap Bırakın