Kurban Kim Fail Kim?

Kim mağdurunu kabul ediyor, kim zorba olduğunu kabul ediyor? Filistin halkının soykırımından seri katillere ve her türlü kadın cinayetlerine kadar bir ayna tüm gerçeği kırıyor. Çünkü her şey siyah beyaz değil aksine her şey olabildiğine kısır bir döngü. Ve kırılan aynada netleşiyor.

İsrail kendini her zaman masum görüyor, seri katil de çoğu zaman çocukken istismar edilmiş biridir; kocası ya da sevgilisi tarafından zulme uğramış kadınlar ise çoğunlukla “kendi” saldırganını mazur görür ve durumunu bastırır.

İster tarihi ister toplumsal bir sorun olsun travma her zaman yaşanabilir bir gerçektir. Kurban, sanki böyle bir süreç sanki önceden programlanmış gibi kimi zaman çok kolay bir şekilde fail haline dönüşür ve fail de kurban olur. Bu bakış açısı belki rahatsız edici olsa da gerçeğin kendisidir.

Mitoloji arketipleri yaratıp kullanır. Kolektif hafıza, çoğunda erkek bakışıdır, bilinçdışına dayalı olarak önce destana ve ardından trajediye ilham verir. İlgilendiğimiz durumda, trajedide ve dolayısıyla modern tiyatroda bu arketipler çoğu zaman küçülür, dönüşür ya da ilk biçimlerin gücü bilinçli olarak zayıflatılır. Bunun açık bir örneği de Medea’dır.

Başlangıçtaki mitten itibaren arketipsel Medea çocuklarını öldürmez. Onları, Hera’ya kurban eder. Neden? Çünkü onlara ölümsüzlük bahşetmesi ve Korintliler’in öfkesinden kurtulmaları için yapar. Dolayısıyla ortada ne gerçek bir kurban vardır ne de bir katil. Bu tanrısal kökenli bir kraliçenin gerçekleştirebileceği kutsal bir eylem vardır. Ancak Euripides Medea’yı daha dünyevi ölçülere indirerek onu hem kurban hem de fail olarak sundu bize. Bu versiyon yüzyıllar boyunca birçok yazarı ve yerel toplumu etkilendi; öyle ki Medea adı çocuklarını öldüren bir kadını tanımlamak için kullanıldı.

Sophie Dionysopoulou

Doğanın mutlak güç sahibi olduğu dönemden, şehirlerin farklı anlayışlar ve zihniyetler şekillendirdiği bir döneme geçişle birlikte, yani efsane çağından kent egemenliğinin çağına, arketipler solmaya ve değişmeye, dönüşmeye başladı. İnsan tarafından çeşitli yollarla krallar ya da yasalar gibi başka iktidar biçimleri oluştu.

Böylece Medea, yarı tanrıça kraliçe ve şifacı konumundan lanetlenmiş bir cadıya dönüştü. İfigenia ise Artemis’in rahibesi olmaktan çıkarak kardeşi Orestes ve yeni Atina uğruna tanrıçaya ihanet eden bir figür haline geldi.

Her ikisi de Euripides’in döneminde oldu. İfigenia’nın ilk efsanesi şu idi: Babası Agamemnon, onu Akhilleus’la evlenmek bahanesiyle Avlis’e çağırır. Gerçekte ise kutsal geyiğini öldürdüğü için Artemis kızını kurban etmeyi kabul etmiştir. Tanrıça da bu yüzden donanmanın Troya’ya yelken açmasına izin vermez.

Hikâye, trajedide ustaca işlenir ve doruk noktasına, İfigenia’nın kurban olmayı kabul ettiği içli monoloğunda ulaşır. Sonunda tanrıça onu kurtarır; yerine bir geyik koyar ve onu Tavris’e yanına alır. Orada İfigenia kurbandan katile dönüşür. Ödül olarak Artemis ona ölümsüzlük bahşeder.

Bu noktada yine Euripides devreye girer. İfigenia Tavris’te adlı eserinde Orestes sahneye çıkar ve kardeşler birbirlerini tanır. İfigenia, onu tapınaktan bir heykeli çalmasına yardım ederek kurtarır. Böylece hem kendisini kurban olmaktan kurtaran koruyucu tanrıçasına ihanet eder hem de Orestes’i Erinyeler’den (intikam tanrıçaları) kurtarmak için onunla birlikte Atina’ya döner.

İfigenia, mitolojinin en bilinen kurban figürlerinden biridir. Tevrat’taki İshak ile masumiyeti ve itaatkârlığı simgeler. Her ikisi de en sevdikleri kişi yani babaları tarafından ihanete uğrar. Her iki kurban da amacına ulaşamaz. Ancak ister İshak’ tan ister İfigenia’dan bahsediyor olalım, ‘kurban’ kelimesini burada mutlaka kullanmalıyız. Çünkü iki örnek de hem kurbandır hem de kurban değildir.

İfigenia’ yı ilginç kılan şey ise sonunda kendi kurban edilişini kabullenmesi ve daha sonra bir katile dönüşmesidir. Kurban edilme fiili gerçekleşmiş olsa da kurban psikolojisi işlerlik kazanmıştır.

Benim için Medea ve İfigenia’nın hikâyeleri özel bir yer taşır. Medea, yüce bir arketipten, bazı anlatılarda sıradan bir kadına indirgenmiş; İfigenia ise adını duyduğumuzda aklımıza hemen kurbanın gelmesiyle fail olarak neredeyse unutulmuştur. Bu iki örnek beni derinden etkiledi. Bu yüzden; arketiplerden, doğanın yasalarından, siyasetten, yabancılık kavramından ve ezilmişlikten yola çıkarak iki modern trajedi yazmayı istedim.

Teknolojinin, dezenformasyonun ve bireyciliğin hüküm sürdüğü bu çağda; dünyayı anlayabilmek için evrenin başlangıcının karanlığına dalmak ve arketipleri güncelin yazınsal kolaylıklarına sığınmadan dönüştürmeye çalışmak, ağır bir yolculuk… Bu yolculukta en sadık yoldaşlarım şiir ve müzik oldu. Önce kafamda bu metinleri bir müzik gibi dinledim, sonra onları ağır ağır nota çizgilerine yerleştirir gibi yazıya döktüm.

Ve şimdi, iki kitabım da kalbimde özel bir yeri olan Türkçeye çevrilmiş olmasından, Cenk Gündoğdu’nun özenli editörlüğü ve davetiyle Sahne Yayınları aracılığıyla Türkçe okurlarla buluşmasından dolayı derin bir heyecan, duygusallık ve minnettarlık duyuyorum.

 

Bir Cevap Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.