İRAN’DAN BİR FOTOĞRAF SANATÇISI: ALİ DAGHİGH

Abbas Kiyarüstemi , Asghar Ferhadi  veya Cafer Penahi isimlerini duyarsak hemen İran sineması aklımıza gelir. Dünyaya önemli kültürel değerler katan İran’da fotoğraf sanatı ne durumdadır? Acaba o ülkenin hiç bir fotoğraf sanatçısını bilir miyiz? İşte bu soru aklıma takıldığından beri araştırdım ve bugünün en bilinen İranlı fotoğrafçılarından birini buldum.

1974 Tahran doğumlu Ali Daghigh. Küçük yaşlarda evinde karanlık oda kurarak başlayan fotoğraf merakı yaşamı boyu devam etmektedir. Üniversiteden mimar olarak mezun olsa da o İran, Macaristan ve Fransa’da sinema ve fotoğrafcılık eğitimleri aldı. Avrupa, Afrika ve Asya’yı gezerek oradaki insanların davranışlarını, umutlarını, günlük yaşamlarını kamerasının karelerine taşıdı.

Fotoğraflarında görülen karakteristik özellik ise; doğal ışıkla adeta kamerasını kılık değiştirerek kullanarak çektiği insanların davranışlarını belgelemesidir. Çeşitli ülkelerde sergileri yapılan Ali Daghigh’i daha yakından tanıyalım.

 

Sizce fotoğrafcılık nedir?

“Fotoğrafçılık, yoklukta başlayıp varoluşa doğru ilerleyen bir süreçtir. Bu yokluk, sadece bir yoksunluk ya da hiçlik değil, henüz varlık durumuna ulaşmamış olan sessiz bir varlıktır. Henüz adım atmamış bir çocukta yürüme potansiyelinin var olması gibi.

Yaratıcı yolculuğumda, ışık anlayışı, nesnenin etrafındaki davranışını sürekli gözlemlememle ortaya çıkar.

Sonra, içsel durumlarımın görüntü aracılığıyla açığa çıktığı fenomenolojik an gelir. Bu durumların tek bir kare içindeki yansıması, ruhun çıplaklığının ortaya çıkmasıdır.

İran çok zengin bir geleneğe sahip. Bu değerli miras eserlerinize nasıl yansır?

Işık, fotoğrafçılığın ruhudur ve onu tanımak, fotoğrafçı olmanın ön koşuludur. Bu toprakların (İran’ın) kültür ve geleneğinde ışık her zaman hakikatle iç içe olmuştur; birbirinden ayrılmaz bir bütünlük içindedirler. Ben şahsen, Şihabüddin Sühreverdi’nin İşraki hikmetindeki ışık felsefesinden ve gölge ile perspektifin dışlandığı İran minyatür resminden ilham aldım.

Bu toprakların kültürüyle derin bir bağ kurmak için çalışmalarımda “gölgeyi yok eden ışık” kavramını bir model olarak benimsedim.

İran sinemasını tanıyoruz.  Bu konuda siz ne düşünürsünüz?

Bana göre, sinema her ne kadar fotoğraftan doğmuş olsa da, bu iki medya tamamen farklı konumlara sahiptir. Sinema, “hikâyeleri ve şikâyetleri” anlatır; oysa fotoğrafçılık, gerçeğin kalbinde bir anın ruhunu yakalama çabasıdır.

Türk fotoğrafcılığı konusunda ne biliyorsunuz?

Aramızda ortak bir kültür akışı olduğu için, fotoğrafçılarımız ve sanatçılarımız arasında birçok benzerliğin olması son derece doğaldır.

Gerçek şu ki, bu coğrafyaya ait bir fotoğrafı ya da filmi gördüğümüzde, geriye pek bir “neden-sonuç” sorgusu kalmaz.

Birbirimizi çok iyi anlıyor ve hissediyoruz. Ne büyük bir onurdur ki, kültürel hafızamızda Abbas Kiarostami ve Ara Güler gibi isimler bizlere miras kalmıştır.

Son projeniz nedir?

İran’ı klişelerden uzak, çıplak ve kapsamlı bir şekilde belgelemek.

Boşluk ve Zen estetik eserlerinizde çok dikkat çekiyor. Bu konuda ne dersiniz ?

Fotoğraf bir yansımadır. İnanıyorum ki fotoğrafçılık yaratmakla değil, keşfetmekle ilgilidir. O, sezgi ve vahiy dünyasına aittir. Bu bakış biçimi derinleşip zirveye ulaştığında, bir tür meditasyona dönüşür. Sanatsal bir yaşam, en yüksek düzeyde ruhsal bir yaşama dönüşür.

 

 

Bir Cevap Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.