İNSANİ DEĞERLERİN MASALSI BİR YORUMU: KİSE-YE BERENÇ

Mohammad Ali Talebi’nin 1996 yapımı filmi Kise-ye Berenç (Pirinç Torbası ya da Pirinç Çuvalı), İran sinemasında daha evvel pek çok örneğini gördüğümüz, bir çocuk hikayesi etrafında şekillenen ve yönetmenin bize dünyayı bu gözle sunduğu bir film. Bağımsız İran sinemasının karakteristik özelliklerinden biri sayabileceğimiz isimsiz, hatta pek fazla oyunculuk deneyimi olmayan isimlerin oynadığı filmde iki önemli karakter var: Masume Eskandari tarafından canlandırılan yaşlı komşu ve çocuk oyuncu Jairan Abadzade’nin hayat verdiği, hikayenin baş kahramanı da olan küçük kız çocuğu. İki karakter de oyuncuların kendi adıyla anılır senaryoda.

Film, Tahran’ın kenar mahallelerinden birinde geçmektedir. Mimari açıdan bakıldığında yönetmen yüksek, sık duvarlar, geniş ortak avlular ve dar sokaklarla verir bize bu fotoğrafı. Bir fırında sıra olmuş, sabah telaşında, dar sokaklardan yaya, bisikletli veya motosikletli işine, okuluna, oraya buraya giden insanlara tanıklık ederiz. İnsanları gündelik koşturmacaları içerisinde, yer sofrasında kahvaltı yaparken, akşam eve gelecek misafirlere alınacak erzağın hesap kitabını yaparken görürüz. Bu yanıyla izleyici için kurgunun sınırları zorlanmaz, bizzat deneyimlediğimizden çok da farklı bir kesiti sunulmaz yaşamın.

Filmin baş kahramanı olan küçük Jairan, ablaları okula gidince annesiyle baş başa kalan, okul öncesi her çocuğun yaşadığı o yalnızlığı annesi ve yeni doğmuş kardeşi ile geçiren bir kız çocuğudur. Babasının çalıştığı yeri ziyaret ettiklerinde yaşlı bir müşterinin kendisine verdiği bozuk parayı gözü gibi saklamaktadır. Bunun yanında, hikayenin diğer kahramanı olan yaşlı komşuları Masume Hanım ile aralarında sağlam bir bağ vardır. Bir yerde bir nene-torun ilişkisi gibidir de bu. Sosyoekonomik düzlemde, sınıfsal zemin üzerinden okunabilecek bir dostluk-komşuluk sevgisi görürüz.

Filme adını veren hikaye de böyle doğar. Masume Hanım’ın elinde, kendisinin ücretsiz biçimde pirinç temin etmesini sağlayacak market kuponları bulunmaktadır. Sahip oldukları maddi koşullar düşünüldüğünde bu kuponlar karşılığı alınacak pirincin önemi ortadadır. Ne var ki söz konusu market yaşadıkları muhitten uzakta olup, yaşını başını almış Masume Hanım’a pirinçleri taşıma esnasında yardımcı olacak kimse de yoktur.

Sonunda Jairan, çocuk aklını kullanarak Masume Hanım’ı ve annesini yaşlı kadınla alışverişe gitmeye razı eder. Gene çocuk hevesi ile bu yolculuk sayesinde bir parka gidecek ve hayalini kurduğu oyuncaklarda vakit geçirecektir. Buradaki park imgesi önemlidir; boğuk bir şehir atmosferi içerisinde tabiata duyulan özlem olarak da okunabilir. Böylelikle 1996 yılının Tahran sokaklarında, sonbahar-kış arası bir geçiş mevsimini de arka plana alarak yolculuğa çıkarız.

Planlar arası geçişlerde pek çok ufak macerasına denk geliriz Jairan’ın: kırmızı şapkasını düşüren bebeğin peşinde otobüsün ardınca koşturması, kuponun geçtiği marketi ararlarken Masume Hanım’ın yorgun düşmesi, bu yolculukta tanıştıkları ana oğulla arkadaşlıkları, Masume Hanım’ın gözlüğü ile Jairan’ın bozuk parasını kanala düşürmeleri, yeni tanıştıkları küçük arkadaşı Hüseyin’in deliğe girip her ikisini bulması, halk otobüsünde patlatılan poşetle beraber çıkan hengame, markette denedikleri atıştırmalıkların acısıyla gözyaşlarına boğulan Hüseyin, pirinç dolu ağır çuvalı (torbayı) taşıttıkları genç adam yerine başka birinin peşine takılmaları, yırtık çuvaldan taşan pirinçleri toparlama sahnesi vesaire… Bakıldığında her biri küçük bir kız çocuğunun gözünden majör, ama hayatın geniş kadrajı içerisinde minör birtakım hadiseler olup arka planda Tahran şehrinin bir durağan bir akışkan manzarası ile verilir.

Kise-ye Berenç sinematografik açıdan filmin çekildiği mevsime uygun soğuk renklerin seçildiği, hem kamera kullanımı hem de oyunculuk performansı açısından abartıya kaçmadan sadelikten yana, hayatın içinden, belgeselvari anlatımın tercih edildiği bir filmdir. Ve tüm bu özelliklerinin yanında, film boyu kahramanlarımızın karşılaştığı zorlukların hepsi dışsal faktörler diyebileceğimiz başka insanların dayanışması ile çözülmektedir. Örneğin Jairan’ın daha en başta yaşlı Masume Hanım’a çocuk haliyle yardıma gelmesi, marketi ararken, ağır pirinç çuvalını taşırken, yere saçılmış pirinçleri toplarken masallarda olduğu gibi bir anda o yardım elinin belirivermesi… Ve finalde mahalleli kadınların pişirdikleri çorbaları dağıttıkları sahne… Film bu haliyle insani değerlere içkin nahif, masalsı bir yorumda bulunuyor. Anlatım da modern bir masaldan farksız; yaşlı kadınla küçük kızın yabancısı oldukları bir diyarda gerçekleşen hazine yolculuğu, yolda karşılarına çıkan zorlu serüvenler ve her seferinde onlara yardım elini uzatan ‘iyi’ kahramanlar.

İran sinemasının ‘sevgi’yi ele alırken gösterdiği böylesi nahif bir duruş var, bizim sinemamızda pek görülmeyen türden bir nahiflik. Biraz şiirsel, biraz teolojik, biraz da masalsı bir hal bu. En karanlık hikayelerde bile ucun ucun filiz veren bir iyimserlik. Tabiat ile, içinden çıktıkları toplum ile bağlarını koparmamış bir sanatın tezahürü bu. İran sinemasında da kötümser hikayelere denk gelmiyor değiliz, fakat bizim sinemamız daha karanlık, daha bulutlu bir sinema gibi duruyor mukayese edince. İran sineması ise tersi bir portre çiziyor. Üstelik ezberci bir iyimserlik de değil bu. Hayatı algılama ve yorumlama konusunda İranlı sinema anlatıcıları daha barışçıl bir çözüm sunuyorlar izleyiciye. Yaşlı bir kadın ile küçük bir kız çocuğunun, bizim için sıradan ancak onlar için sıra dışı bu hikayesini ustaca işleyen Kise-ye Berenç de zannımca bu çözümün en belirgin örneklerinden biri.

Bir Cevap Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.