FUTBOL YUVARLAKTIR

Futbolun mimari boyutu da kitapta yer alan önemli konulardandır. Futbol ve mimari arasındaki ilişki kültür, mekân ve tasarımın kesişimselliğini sunar.

Nihat Özdal’ın Kırmızı Kedi Yayınları’ndan çıkan Futbol Yuvarlaktır (2025) kitabı zengin ve keyifli bir okuma sunmasıyla dikkat çekiyor. Futbol izlemeyi seviyoruz, ama futbolun Eduardo Galeano’un Gölgede ve Güneşte Futbol (1995) kitabından beri çok daha fazlası olduğunu da biliyoruz. Futbolun çeşitli sosyolojik ve toplumsal boyutları bireyler, toplumlar ve evrensel insani değerler arasında derin bağlar olduğunu gösterir. Futbol, toplumun yapılarını, eşitsizliklerini ve isteklerini yansıtan bir ayna görevi görür; oyuncuların ve taraftarların ortak deneyimler yoluyla anlam bulduğu kolektif bir katılım çerçevesinde işler. Stadyumlar, tezahüratların, bayrakların ve ritüellerin toplumsal kimliği ifade ettiği kültürel ifade alanlarına dönüşür ve “futbol topu insanların bir araya gelerek sosyal bir uyum içinde hareket etmelerinin simgesel bir aracı haline” (Özdal, 2025, s. 9) gelir.  Oyunun kuralları ve organizasyonu genellikle toplumsal yapıları; ligler, kulüpler ve oyuncular arasındaki hiyerarşiler daha geniş toplumsal tabakalaşmaları yansıtır. Tıpkı toplumun içerme ve dışlama sorunlarıyla boğuştuğu gibi, futbol da erişilebilirlik, çeşitlilik ve temsil sorunlarıyla boğuşmaktadır.

Futbol, yalnızca bir spor dalı değil, aynı zamanda tarihsel, toplumsal, kültürel ve estetik bir olgu olarak geniş bir bağlamda ele alınabilir. Nihat Özdal’ın kitabı, bu olgunun farklı boyutlarını derinlemesine inceleyen disiplinlerarası bir çalışmadır. Futbolun tarihsel kökenleri, kitabın başında yuvarlak “nesnelerin tarih öncesi topluluklarla olan ilişkisinden” (s. 9) başlayarak ele alınır. Neolitik dönemin ritüel ve günlük yaşam araçları olarak yuvarlak nesneler, modern futbol topunun bir evrimsel devamı olarak görülür. Özdal, bu bağlamda yuvarlaklığın simgesel ve felsefi anlamına dikkat çeker. Yuvarlaklık, evrensel denge ve uyumu temsil eder; futbolun toplumsal uyumun ve iş birliğinin bir simgesi olarak işlev görmesi, bu tarihsel ve felsefi bağlamla ilişkilendirilir. Bu bakış açısı, futbolun insanlık tarihindeki yerine dair antropolojik bir perspektif sunar. Bu bağlamda kitap, futbolu bir spor olarak ele almanın ötesine geçerek onun bir medeniyet unsuru olarak nasıl şekillendiğini tartışır. “Göbeklitepe’den Flamengoya” başlıklı bölümde, futbolun tarihsel süreçte farklı kültürel bağlamlarda nasıl dönüştüğü incelenir. Özellikle Flamengo’nun maskotu olan akbaba üzerinden ırkçılık, sınıf farklılıkları ve kültürel kimlik gibi meselelerin ima edildiğini anlıyoruz. Bu, futbolun toplumsal çatışmaları ve dayanışmayı nasıl yansıttığını gösteren güçlü bir örnektir.

Futbolun fiziksel ve metafizik boyutları, kitabın özgün yaklaşımını ortaya koyuyor. “Yerçekimi” başlıklı bölüm, yazarın futbolun yeryüzündeki varoluş halini metaforik bir düzlemde ele alır. Topun havada süzülüşü, oyuncuların yerden yükselişi ve tekrar yere inişi, varoluşsal bir sorgulama olarak değerlendirilebilir. Özdal’ın yerçekimini bir meydan okuma ve bağlılık ilişkisi olarak sunması, futbola dair alışılmışın dışında bir düşünce şeklidir. Bu, futbolun fiziksel hareketlerle sınırlı kalmayıp, insanın dünyadaki yerini ve bu yerle olan ilişkisini sorgulamasına olanak tanır.

Futbol sahalarının çizgileri ve sınırları, kitabın disiplinlerarası yaklaşımını güçlendiren unsurlardandır. Derrida’nın yapısöküm teorisine atıf yapılarak, saha çizgilerinin hem düzeni hem de bu düzenin sorgulanabilirliğini temsil ettiği belirtilir: “Jacques Derrida’nın dekonstrüksiyon kavramı ile sahanın sınırları, anlamların sürekli olarak yeniden üretildiği ve sorgulandığı bir alan olarak da değerlendirilebilir” (s. 26). Bu çizgiler, futbolun yalnızca bir oyun değil, aynı zamanda toplumsal sınırların ve özgürlüklerin bir metaforu olduğunu ortaya koyar. Bu bağlamda, futbol sahası, bir tür toplumsal laboratuvar olarak değerlendirilebilir.

Futbolun estetik boyutu, Özdal’ın ele aldığı önemli bir diğer noktadır. Futbolun, Dionysos’un kaosu ile Apollon’un düzeni arasında bir denge kurduğu savunulur. Nietzsche’nin estetik felsefesinden esinlenerek, futbolun “düzen ve kaos arasındaki dinamikleri” (s. 24) temsil ettiği belirtilir. Bir yandan antrenörlerin stratejik planları, öte yandan oyunun beklenmedik anları, bu dinamiklerin sahadaki tezahürleridir. Bu yaklaşım, futbolun estetik bir deneyim olarak ele alınmasına olanak tanır.

Kitapta futbolun cinsiyet rolleri ve toplumsal cinsiyet eşitliği bağlamında nasıl ele alındığı da dikkat çekicidir. Toplumsal cinsiyet normlarının futbol içindeki etkileşimi, futbolun sosyolojik ve felsefi boyutlarına bir başka karmaşıklık katmanı daha eklemektedir. Geleneksel olarak futbol, güç, saldırganlık ve dayanıklılık ideallerinin ortaya çıktığı bir alan olarak erkeklikle ilişkilendirilmiştir. Erkek oyuncular genellikle geleneksel erkekliğe dair toplumsal beklentileri yansıtan fiziksel hüner ve baskınlık timsalleri olarak tasvir edilir. Bu ilişki tarihsel olarak kadın futbolunu marjinalleştirmiş, ikincil bir statüye indirgemiş ve spor içindeki cinsiyetçi hiyerarşileri pekiştirmiştir. Ancak son yıllarda kadın futbolunun yükselişi bu yerleşik normlara meydan okumaya başlamıştır. Kadın oyuncular futbolun beceri, strateji, ve tutku gibi değerlerinin cinsiyetin ötesinde olduğunu göstermiştir. Kadın takımlarının uluslararası sahnedeki başarısı sadece kadın futbolunun görünürlüğünü artırmakla kalmadı, aynı zamanda eşitlik ve temsil konusunda daha geniş çaplı tartışmaları da tetikledi. Bu ilerlemelere rağmen, ücret, medyada yer alma ve kurumsal destek konularındaki eşitsizlikler devam etmekte ve sporda toplumsal cinsiyet önyargılarına karşı süregelen mücadelenin altını çizmektedir.

Taraftar kültürü aynı zamanda toplumsal cinsiyet normlarını da yansıtmakta ve pekiştirmektedir. Erkek egemen taraftar kitleleri genellikle futbolun erkeksi bir uğraş olduğuna dair klişeleri sürdürürken, kadın taraftarlar bu alanlarda sıklıkla şüphecilikle veya marjinalleştirmeyle karşılaşıyor. Yine de, kadınların futbol taraftarlığındaki artan varlığı ve sesli savunuculuğu, daha kapsayıcı ve çeşitli topluluklar yaratarak bu dinamikleri yavaş yavaş yeniden şekillendiriyor. Özdal, futbolun geleneksel olarak erkek egemen bir alan olarak görülmesine karşın, kadınların bu alandaki artan varlığını vurgular. Kadınların sahada ve tribünde yer almaları, futbolun cinsiyetler ötesi bir oyun olma potansiyelini artırmaktadır (s. 44). Bu bağlamda, futbolun toplumsal cinsiyet normlarını sorgulama ve dönüştürme gücüne sahip olduğu ortaya konur.

Futbolun sanatsal boyutu, Özdal’ın ele aldığı bir diğer dikkat çekici konudur. Futbol, dinamizmi, duygusu ve kültürel önemi nedeniyle görsel sanatlarda yinelenen bir tema olmuştur. Resimler, heykeller ve duvar resimleri genellikle ikonik anları, efsanevi oyuncuları veya sporun ham duygularını yakalar. Futbolun siyaset ve toplum üzerindeki etkisini tasvir eden Eduardo Arroyo’nun eserlerinden Pelé, Maradona veya Messi gibi oyuncuları ölümsüzleştiren çağdaş sokak sanatına kadar futbol, sanatçıların kimlik, kahramanlık ve kolektif hafızayı keşfettikleri bir mercek görevi görür. Stadyum duvar resimleri ve kamusal sanat eserleri de futbolun kültürel ortamını geliştirerek kentsel alanları sporun etkisini onurlandıran açık hava galerilerine dönüştürüyor. Kitapta Abidin Dino’nun Dünya Kupası’nı konu alan Gol belgeselinden (s. 70), Andy Warhol’un Pelé portresine (s. 60) kadar futbolun sanatta nasıl yer aldığına dair pek çok örnek sunulur. Bu, futbolun yalnızca bir spor değil, aynı zamanda sanatsal bir ifade biçimi olduğunu göstermektedir. Ayrıca, Zidane’ın bir maç boyunca gerçek zamanlı olarak takip edildiği “Zidane: A 21st-Century Portrait” belgeseli (s. 72), futbolun bir sanat formu olarak ele alınmasının somut bir örneği olarak sunulur.

Futbolun mimari boyutu da kitapta yer alan önemli konulardandır. Futbol ve mimari arasındaki ilişki kültür, mekân ve tasarımın kesişimselliğini sunar. Futbol stadyumları, mimari simge yapılar olarak, genellikle kimlik, mühendislik becerisi ve gurur sembolleri olarak dururlar. Sadece bir mekân olmaktan çok daha fazlasıdırlar; sporun kültürel ve duygusal özünü yansıtırlar. İkonik stadyumlar sadece futbolun ihtişamını değil, aynı zamanda temsil ettikleri bölgelerin toplumsal değerlerini ve isteklerini de yansıtır. Gerilebilir çatı ve açılır kapanır sahalar gibi malzeme ve inşaat tekniklerindeki ilerlemeler, futbolun mimari tasarımdaki yenilikleri nasıl yönlendirdiğini de göstermektedir. Kitapta stadyumların tasarımı ve akustiği üzerinden, farklı futbol ekollerinin mimari yaklaşımlarla ilişkisi tartışılır. Özdal, Alman futbolunu Bauhaus mimarisiyle, İtalyan futbolunu ise Barok mimariyle ilişkilendirerek, futbol ve mimari arasındaki paralellikleri ortaya koyar (s. 54). Bu, futbolun estetik ve işlevsellik açısından nasıl şekillendiğine dair özgün bir perspektif sunar.

Sonuç olarak, Nihat Özdal’ın Futbol Yuvarlaktır kitabı, futbolun yalnızca bir oyun olmadığını, aynı zamanda toplumsal, kültürel, estetik ve felsefi boyutları olan çok katmanlı bir olgu olduğunu ortaya koymaktadır. Kitap, futbolu disiplinlerarası bir bağlamda ele alarak, bu sporu anlamak ve yorumlamak için yeni okuma biçimleri sunuyor, aynı zamanda yazarın kendi kişisel tarihinden de futbola dair izler ve çağrışımlar taşıyor. Futbolun tarihsel kökenlerinden estetik boyutlarına, toplumsal cinsiyet meselelerinden sanatsal ve mimari yansımalarına kadar geniş bir perspektif sunan eser, futbol kitaplığına değerli bir katkı sağlamaktadır.

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl

Bir Cevap Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.